Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzaladıkları için barış akademisyenlerinin ‘silahlı terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verdi.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, bildiriye imza veren Füsun Üstel, İbrahim Garip, Yasemin Gülsüm Acar, Ayda Rona Aylin Altınay Cingöz, Melda Tunçay, İzzeddin Önder, Canan Özbey, Nazlı Ökten Gülsoy ve Zübeyde Gaye Çankaya Eksen’in başvurusunu birlikte değerlendirdi.
Alınan bilgiye göre, toplantıda 8 üyenin ihlal kararına karşı 8 üye ihlal bulunmadığı yönünde görüş bildirdi. Ancak, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın “ihlal” yönünde oy kullanması nedeniyle “eşitlik halinde başkanın katıldığı tarafın oyunun iki oy sayılacağı”na ilişkin hüküm gereği bireysel başvuruda ihlal kararı verildi.
9 BİN TL TAZMİNAT
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, ihlalin ortadan kaldırılması ve yeniden yargılama yapılması için karar örneğinin yerel mahkemelere gönderilmesine, başvuruculara 9 bin lira tazminat ödenmesine de hükmetti.
AYM bugün aralarında Prof. Füsun Üstel’in de aralarında bulunduğu 10 akademisyenin dosyasını ele almak için toplanmıştı.
Japon-Fransız ortaklığının yatırımdan vazgeçmesinin ardından Sinop Nükleer Santrali için yeni yol haritası çizilecek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Kiminle devam edeceğimiz ileriki günlerde belli olacak” dedi
Sinop Nükleer Güç Santrali(NGS) fizibilite raporlarının geçen yıl teslim edildiğini belirten Fatih Dönmez, “Bunun üzerine bakanlıktaki arkadaşlarımız, uzman kuruluşlar ve şirketler çalıştılar. İlk etaptaki sonuçlar beklentilerimizden uzak. Ağustos’ta sonucu açıklayacağız. Eğer beklentilerimizi karşılamazsa karşı taraf da bu anlamda bir adım atmazsa, sonuçlanmış olur” dedi.
Vazgeçmiş değiliz
Milliyet Gazetesi’nin haberine göre, nükleer santrali uzun soluklu bir proje olarak gördüklerini belirten Dönmez, şöyle konuştu:
“Japonlarla devam eder veya etmeyiz, ama izinlerin alınmasına devam ediyoruz. Çünkü bu tip projeler için yerin belirlenmesi zaten yıllar sürüyor. Bizim Sinop’ta da yine proje yerimiz ve proje alanımız devam edecek. Kiminle yola devam edeceğiz konusu ileriki günlerde belli olacak. Özetle Sinop’ta nükleer projeden vazgeçmiş değiliz.”
İş birliği sürecek
Japonlarla enerji iş birliğinin başka alanlarda devam edeceğini belirten Dönmez, “Yenilenebilir enerjiden yerli kaynaklara, enerji verimliliğinden enerji depolamasına kadar birçok alanda iş birliğine hazır olduklarını söylediler. Japonların özellikle Türkiye’ye teknoloji transferi konusunda öteden beri ilgisi var. İş birliğimizin devam etmesi için karşılıklı olarak, hem bakanlar düzeyinde hem de Japon Başbakanı ve Cumhurbaşkanımız uzlaşma sağladı” diye konuştu.
Hedef 170 sondaj
Türkiye içindeki hidrokarbon aramalarında geçen yıl 65-70 sondaj varken, bu sene hedefin Türkiye Petrolleri olarak 135 arama ve üretim kuyusu açmak olduğunu kaydeden Dönmez, “30-35 civarında özel sektör sondajları da gelir” dedi. Dönmez, sondaj çalışmaları için şunları söyledi:
“Petrol kaynaklarımıza baktığımızda keşif ve üretim yapılan Güneydoğu sahalarımız var; Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Siirt, Bitlis civarında, bir de Trakya’da sahalarımız var. Trakya’daki sahalarımız daha çok gaz sahası. Ama Türkiye’de henüz araması yapılmamış birçok yerimiz var. İskenderun, Adana, Konya’da faaliyetlerimizi yoğunlaştırdık. Birkaç ay önce Diyarbakır’da ilk defa hidrolik çatlatma yöntemiyle üretime başladık. Hidrolik çatlatmayla daha önce üretemediğimiz petrolü üretme imkanına kavuşacağız. İlk deneme olumlu, şimdi yataydaki deneniyor. Netice alırsak yılda en az 5-6 tane hidrolik çatlatmayla üretim planlıyoruz. Kırklareli’nde de gaz üretim amaçlı bir hidrolik çatlatma testi yapılması yönündeydi. Bu teknolojiyi oturtabilirsek, maliyeti daha yüksek
olan petrol veya gazı üretme imkanına da kavuşmuş olacağız.”
Güneşi izliyoruz
Yenilenebilir enerji kaynak alanları (YEKA) için yılın son çeyreğinde yarışmaya çıkabileceklerini ifade eden Dönmez, “İllerle ilgili çalışmalar tamamlandı. Güneşin hareketini izleyerek verimli olan iller üzerinde çalışıyoruz” dedi. Rüzgar enerjisinde YEKA RES-2 yarışmalarının onaylandığını belirten Dönmez, “Firma yetkilileriyle görüştük. Yer tespitlerini yaptıktan sonra yatırıma başlayacaklarını söylediler” dedi.
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) dün Libya açıklarında sığınmacı teknesinin batmasını Akdeniz’de bu yıl yaşanan en ağır sığınmacı faciası olarak tanımladı. Libya sahil güvenlik makamları dün 115 sığınmacının kaybolduğunu açıklamıştı.
Deutsche Welle’nin haberine göre tekneden kurtarılan 87 sığınmacının tekrar Libya kıyılarına getirildiği ve 84 kişinin Tacura’daki sığınmacı kampına götürüldüğü belirtiliyor. Teknede yaklaşık 300 kişi olduğu tahmin ediliyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (Unicef) kaza sonrasında Akdeniz’de sığınmacıları kurtarma çalışmalarının yeniden başlatılmasını istedi. İki kurum ayrıca sığınmacıların Libya’daki kamplarda gözaltına alınmamasını talep etti.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres de Twitter hesabı üzerinden şu açıklamayı yaptı:
“Libya sahili açıklarında 150 civarında insanın bir gemi kazasında öldüğü haberinden dehşete uğradım. Göçmenler ve mülteciler için güvenli yasal güzergahlara ihtiyacımız var. İyi bir hayat arayan tüm göçmenler güvenliği ve haysiyeti hak ediyor.”
İtalya sığınmacı kurtarma teknelerine ceza verecek
Avrupa Birliği içerisinde ise Akdeniz’de kurtarılan sığınmacıların akıbetiyle ilgili tartışma sürüyor. Hafta başında Paris’te AB ülkelerinin dış ve iç işleri bakanlarını bir araya getiren zirvede 14 ülke Akdeniz’de kurtarılan sığınmacıların paylaştırılmasını öngören “dayanışma mekanizmasını” kabul etmişti.
Tasarıya karşı çıkan ülkelerin başında ise İtalya geliyor. İtalya’da meclis dün sığınmacıları kurtarmak için İtalya karasularına giren kişilere 1 milyon euroya varan para cezaları verilmesini öngören yasa tasarısını kabul etti. Yeni yasaya göre ayrıca İtalyan makamları karasularına izinsiz giren gemilere el de koyabilecek. İtalya bu yasayla Akdeniz’de kurtarma faaliyeti yapan yardım kuruluşları üzerindeki baskıyı artmış oldu.
Sığınmacılara yardım örgütü Sea-Watch’un kaptanı Carola Rackete (31) geçen haziran ayında Libya’dan açılan 53 sığınmacıyı kurtarmış ardından izinsiz olarak Lampedusa limanına yanaştığı için İtalya’da gözaltına alınmıştı.
IOM rakamlarına göre bu yıl Avrupa’ya Akdeniz üzerinden geçmek isteyen 680’den fazla sığınmacı bu güzergâh üzerinde hayatını kaybetti. 3 bin 700’den fazlası ise yakalanarak Libya’daki kamplara götürüldü.
İklim krizinin etkileri bütün dünyada etkisini gösteriyor. Türkiye henüz Düzce’de yaşanan acıları konuşurken Avrupa rekor sıcaklıklarla baş etmeye çalışıyor, Nepal’de selden, Çin’de toprak kaymasından ölüm haberleri geliyor.
Nepal’de 111 ölü
Nepal’de son haftalarda etkili olan şiddetli muson yağışlarının yol açtığı sel ve toprak kaymalarında hayatını kaybedenlerin sayısı 111’e yükseldi.
Afetlere bağlı en son ölümlerin, iki gündür aşırı yağışların etkili olduğu Lamjung ve Gulmi bölgelerinde kaydedildiğini aktaran yerel kaynaklar, ülke genelindeki sel ve toprak kaymalarında 67 kişinin yaralandığını, 41 kişiden ise haber alınamadığını belirtiyor.
Acil durum yetkilileri, bazı nehirlerdeki su seviyesinin tehlikeli boyuta çıkabileceği uyarısında bulundu.
Yerel medyada, Rautahat bölgesinin bazı kesimlerinin aşırı yağışların ardından sular altında kaldığı bilgisi paylaşıldı.
Ülkede sellerden etkilenen bölgelerde sağlık hizmetlerinin kısıtlı olması nedeniyle salgın hastalıkların baş göstermesinden endişe edildiği kaydedilmişti.
Çin’de kayıplar büyüyor
Çin Hükümetinden yapılan açıklama ülkenin güney batısında yer alan Guizhou eyaletinde son yağışların neden olduğu toprak kaymasında 11 kişin öldüğü, 42 kişiden haber alınamadığı bildirildi. Uluslararası gözlemciler ölü sayısının çok daka yüksek olmasından endişe ediyor.
560 kişilik kurtarma ekibinin çamur altında kalan kayıp insanları aramayı sürdürdüğü açıklandı.
Çin’in kırsal ve dağlık bölgelerinin yoğun yağmurlar sonrası ciddi tahribatlara uğradığı biliniyor. Çin’in resmi Xinhua Haber Ajansının bildirdiğine göre Guizhou eyaletinde bu yılın ilk yarısında seller ve toprak kaymasından 2.2 milyon kişi etkilenmiş. Maddi zararın ise 3.1 milyar Yuan (450 milyon $) olduğu tahmin ediliyor.
Avrupa’da sıcak dalgası
Almanya, mevsim normallerinin üstünde aşırı sıcak bir yaz geçiriyor. Ülkede sıcaklık ilk kez 42 derecenin üstüne çıktı. Alman Meteoroloji Kurumu’nun henüz kesinleşmeyen verilerine göre 25 Temmuz 2019 tarihi itibarıyla Aşağı Saksonya eyaletine bağlı Lingen kentinde ölçülen 42,6 derece ile sıcaklık rekoru kırıldı.
Aşırı sıcaklar nedeniyle özellikle yaşlılara evden çıkmamaları çağrısı yapılırken sıcak hava dalgası Alman siyasetinin gündemine de girdi. Muhalefetteki Yeşiller Partisi 30 derecenin üstündeki sıcaklıkların bazı kişiler için tehlikeli olabileceğine işaret ederek çalışanların haklarının genişletilmesi talebinde bulundu.
Fransa, İngiltere ve Hollanda’da da sıcaklık rekorları kırılırken, sıcak hava dalgasının gündelik hayatı olumsuz yönde etkilediği gözleniyor.
Bozcaada’da bu sene 6’ncısı düzenlenecek olan Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali’nin (BIFED) finalistleri belli oldu. Birgün’de yer alan habere göre 9-13 Ekim tarihlerinde düzenlenecek festivalin finalinde toplam 17 film gösterilecek. Bu filmlerden ikisi ise Türkiye’den.
BIFED’de Fethi Kayaalp Büyük Ödülü için yarışacak finalistler belli oldu. 15’i yurt dışından toplam 17 filmin yer aldığı kategoride tüm yapımlar gibi yerli filmler de dikkat çekiyor.
Bir dönem önce Ovacık’ın, şimdi de Tunceli’nin Belediye Başkanı olan Mehmet Maçoğlu üreticiyle tüketici arasındaki aracıyı ortadan kaldıran bir modeli halkla birlikte gerçekleştirmekle kalmadı, bu model sağlıklı gıdaya ulaşmakta büyük sorun yaşayan kentlinin de çözümü oldu. Halkla birlikte büyüyen, yerelde ilaçsız büyütülen tarım ürünlerinin değerini bulduğu önemli bir dayanışma öyküsü bu yıl festivalde Türkiye’den finalde yarışacak iki filmden birinin konusu. “Ovacık” filminin yönetmen koltuğunda ise Ayşegül Selenga Taşkent vardı.
Taş ocaklarının saldırısı altındaki Istranca Ormanları’nı konu alan, bu önemli ekosistemi, ağaçları, suları, hayvanları bizim adımıza korumaya çalışanların öyküsünü belgeselleştiren Racia Adar’ın filmi “Ab-ı Hayat – Istranca” ise Türkiye’den finale kalan ikinci film.
60 ülkeden 450 film başvurdu
Kurulduğu 2014 yılında International Green Film Network’e kabul edilen ve bu kuruluşun Türkiye’deki tek üyesi olan BIFED’de seçimler tamamlandı ve finale 17 film kaldı. Bu yıl 9-13 Ekim 2019 tarihlerinde Bozcaada’da yapılacak olan Uluslararası Bozcaada Ekolojik Belgesel Film Festivali’nin altıncısı önemli bir katılım aldı. Gelen istek üzerine uzatılan başvuru süreci sonunda festivale 60 ülkeden 450 film başvurdu.
BIFED’deki gösterimler
Dünyanın dört bir yanından doğanın ve insanlığın ortak soru ve sorunlarını kendi dillerinde, kendi üsluplarıyla anlatan veya çözüm arayan her biri birbirinden etkileyici filmler, 2019 yılında da Fethi Kayaalp Büyük Ödülü için Bozcaada’da yarışacak. Festivalde 2’ncilik, 3’üncülük ödülleri de var. Gaia Öğrenci Ödülü adı altında yalnızca öğrencilere açık bir dördüncü ödül de yine festival kapsamında yer alacak. Büyük Ödül ve Gaia Ödülü haricinde her yıl gelenekselleşen Panaroma bölümünde gösterilecek filmlerle birlikte festival süresince 50’yi aşkın film dünyanın birçok noktasından Bozcaada’ya gelen sanatsever ve ekolojistlerin ilgisine sunulacak.
Altın madeninden HES’lere, asbestten mülteci sorununa
Bu yılki filmlerin ana temaları her kıtada başta altın madeni olmak üzere maden ve taş ocaklarına direnen yerel halkın mücadeleleri, asbest ve petrolün yarattığı geri dönüşsüz sağlık problemleri ve kirlilik, mülteciler ve iklim göçü, suların absürd HES projelerine kurban ediliş öyküleri, gençlerin isyanı, iyi ve doğru tarımsal üretimin sürdürülemezliği ve kapitalizm karşısındaki onurlu yenilgisi, Mayorka ve Samotraki adalarının turizme taban tabana zıt yaklaşımları ve bunların sonuçları olarak dikkat çekiyor.
Finalde kimler var?
İşte Mozambik’ten Litvanya’ya, İsviçre’den Fransa’ya, Arjantin’den Türkiye’ye, Kanada’dan Slovenya’ya uzanan, dünyanın birçok yerinden finale kalan filmler:
BIFED 2019 – Uluslararası Yarışma Finalistleri
1. Ab-ı Hayat – Istranca, Racia Adar, Türkiye 2018, 45’
2. Altın İçin Ölmek, Catherine Meyburgh and Richard Pakleppa, Güney Afrika, Lesoto, Mozambik, Svaziland, 2018, 98’
Tüm hayvan ve bitki türlerinin sekizde birinin tükenmesini öngören yeni bir Birleşmiş Milletler raporunun, iklim değişikliği ve insanın Dünya’nın gittikçe hızlanan tahribatında oynadığı merkezi rolle ilgili şüphe duyanları artık tamamen sarsması bekleniyor.
Bir kutup ayısı, Tilichiki, Rusya taraflarında buz üstünde yürüyor (Alina Ukolova/AP).
Rapor, ABD’nin Çin’e uyguladığı ithalat üzerindeki vergi artışları, piyasadaki düşüşler, Kuzey Kore’nin füze testleri ve Başkan Trump’ın Anayasa’ya yönelttiği tehditler de dahil olmak üzere, tükenmeyen korkunç tahminler listesi ve dinmeyen yangın alarmları arasında en iç karartıcı ve dehşet verici haber. Tam da daha fazlasına dayanamayacağını düşündüğün zaman.
İnsan davranışında onarıcı radikal değişiklikler olmadığı sürece, 1 milyon türün neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öğrenmek, ölümcül bir hastalığınız olduğunu öğrenmeye benzer. Bir gün binlerce probleminiz var; ertesi gün, sadece tek bir tane. Bugünün manşetlerinde olan hiçbir şey yaklaşmakta olan felaketle ve dikkatsiz tüketiciliğin dünya çapındaki yok edici etkileriyle karşılaştırılamaz.
Mahşerin dört atlısı – genellikle fetih, savaş, kıtlık ve ölüm olarak kabul edilirdi – aslında yanlış da değildi. Bugün Yeni Ahit versiyonunu, plastik, emisyonlar, ormansızlaşma ve Homo Sapiens’i de içerecek şekilde değiştirebiliriz.
Bazıları, insanların büyük eserlerinin kötülenmesine kızabilir (bkz. Savaş ve fetih), bu tür kanıtların bolca görüldüğüne ve dikkate aldığına emin olun. Ama plastik üretebilen insanlar (benim kendi büyük amcam, kimyager, bu konuda büyük bir rol oynadı) kesinlikle biyo çözünür – ve kazançlı – alternatifler bulabilirler. Dustin Hoffman, ‘’The Graduate’’de hatırlanacağı gibi, plastiklerin geleceğini isteksizce kutlamak için palet ve tüp teçhizatı takmayabilir, ancak belki Bronx’tan genç bir kongre üyesi, dönüştürülebilir bir karton araba sürerek konfeti törenine öncülük edecektir.
Bilim insanları 6 Mayıs’ta, modern milletin doğal dünyaya verdiği zararla ilgili çok önemli bir Birleşmiş Milletler raporu yayınladı.
Alışkanlıklarımızı değiştirme zamanı, hatta daha klişe bir şekilde, gezegeni kurtarın! O ölmekte ve biz de er ya da geç onunla beraber öleceğiz.
Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetlerinde Hükümetlerarası Bilim Politika Platformu (IPBES) tarafından pazartesi günü kısa bir özeti yayınlanan rapor, 50 ülkeden 145 yazarın yaptığı üç yıllık bir çalışmanın bir sonucuydu.
Panel Başkanı olarak görev yapan İngiliz kimyager Robert Watson, ‘’Biz insanlar ve tüm diğer türlerin bağlı olduğu ekosistemlerin sağlığı her zamankinden daha hızlı bir şekilde bozulmakta. Dünya ekonomilerimizin, geçim kaynaklarının, gıda güvenliğinin, sağlık ve yaşam kalitesinin temellerini aşındırıyoruz’’ sözleriyle durumu bir bildiri ile açıkladı.
Ancak Watson, şu andan itibaren dönüştürücü yollarla hareket edersek, doğayı onarmak ve ayakta tutmak için çok geç olmadığını da söyledi. Dasani (yüzde 30’u bitkiden oluşan, yüzde 100 geri dönüştürülebilir plastik şişeler üreten bir su markası) şişelerimizi geri dönüştürmemiz ya da bez alışveriş çantaları kullanmamız bizim için yeterli olmayacak, ancak bunlar yine de yardımcı olur ve bizi duyarlı kılar. Fakat hükümetler geniş kapsamlı değişimi ilerletmek için teşvikler ve politikalar oluşturmalı ve büyük şirketler de bu konudaki sözleşmeleri imzalamalı. Söylemeye gerek yok, bu kolay olmayacak.
Belirli bölgelerde, düzenleyici politika ve prosedürlere karşı direnç, onurlu bir duruş olarak benimsenecek. Daha şimdiden bazı sözde muhafazakarlar, raporu daha fazla fosil yakıt yakmak, açık deniz petrolü için sondaj yapmak ve koruma alanlarını kaldırmak suretiyle ABD’nin mükemmelliğine geri dönmesini engellemek için küresel bir girişim olarak görüyorlar. Ancak tanım gereği muhafazakarlar bu zorunluluğa öncülük etmelidir. İyi olanı muhafaza etmek – mesele bu değil mi?
Rapor, yalnızca açlıktan ölmek üzere ayaklarının altındaki zeminleri eriyen Arktik hayvanlarını ve mideleri plastikle dolup taştığı için ölen deniz hayvanlarının yaşadığı dehşete dikkat çekmek yerine, insan sağlığı ile temel bağlantıyı kuruyor. Eğer bir şey ekonomileri ve okul çocuklarını incitirse, sonunda dikkat etmeye başlarız. Watson’ın belirttiği gibi, ‘’Bunu, insan refahı ile ilişkilendirmemiz gerekiyor; bu hayati bir şey. Aksi takdirde, bir grup ağaç-kucaklayıcı gibi gözükeceğiz.’’
Keşke etrafında dolaşacak kadar ağaç kalacak olsaydı.
Net olan şu ki, gecikme ya da tarafgir çekişmeler için vakit yok. Şimdi farklı olan ivmenin miktarı. Deniz türlerinin yüzde 25’inden fazlası için gerekli olan su altı ekosistemlerinden mercan resiflerinin kaybına etken olan okyanusların artan sıcaklığı ve asitlenmesi dahil her şey hızlanıyor.
Bunların yanı sıra, 1950’den bugüne zaten 3 kat artmış olan insan nüfusunun, Birleşmiş Milletlere göre yüzyıl ortası itibariyle 10 milyara ulaşması bekleniyor. Toplu olarak, biz insanlar Dünya topraklarının yüzde 75’ini ve deniz ortamının yarısından fazlasını değiştirdik. Daha fazla insan daha fazla mahsul, daha fazla toprak ve daha az ağaç gerektirir; bu da sonuçta ortaya çıkan sıcaklıklara neden olur – gerisini siz de biliyorsunuz.
Kim bilir? Her şeyin sonu, aradığımız büyük birleştirici olabilir.
Alım gücü en düşük olanları en derinden etkileyecek olan akaryakıt vergilerine karşı ayaklanmak için Sarı Yelekliler Fransa’da sokaklara döküldüğünde, Annalena Baerbock olan biteni sınırın diğer tarafında yakından izliyordu.
Baerbock’ın eş başkanı olduğu Almanya Yeşiller Partisi geçtiğimiz yıl istikrarlı bir şekilde güçlendi. Fakat Baerbock, Yeşillerin daha etkili bir güç olması için ekonomik endişeleri ele alırken aynı zamanda iklim politikasının elitist değil, ortak bir sorun olduğu konusunda seçmeni ikna etmeleri gerektiğinin farkında.
Partisiyle neredeyse aynı yaşta olan (38) Baerbock şunları söyledi; “Fransa’dan çıkarılacak ders şudur ki toplumsal adalet pahasına iklimi kurtaramayız. İkisi birlikte ilerlemek zorunda.”
An itibariyle Avrupa’da sahne Yeşillerin, ya da en azından öyle olabilir
Almanya’da Yeşillerin anketlerde Angela Merkel’in muhafazakarlarının önünde olması artık rutinleşti ve bir sonraki hükümette olmalarına kesin gözüyle bakılıyor. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Yeşil partiler kıtanın diğer köşelerinde de güç kazanarak yüzde 47’lik bir artışla 751 sandalyeden 63’ünü kazandı.
Bir zamanların köktenci ve tek boyutlu çevreci direniş partileri, son yıllarda Avrupa siyasetinin yaşadığı sismik parçalanmadan beklenmedik şekilde faydalanarak öne çıkmış durumda.
Rekor sıcaklıklarla kavrulan Avrupa’da, seçmenin iklim değişikliği konusunda endişeleri hızla artıyor. Geleneksel sosyal demokrat partilerin çöküşü sonrası merkez solda geniş bir boşluk ortaya çıkmış oldu. Genç seçmen yeni tür bir bağlılık isterken, diğer kesimler milliyetçi ve aşırı sağ görüşlere karşı bir panzehir arayışında.
Yeşiller Avrupa’daki yeni kültürel savaşın ortasında denilebilir
Medyada göç haberlerinin azalmasıyla, iklim değişikliği başlığı yeşil görüşlü liberaller ve popülistler arasında yeni ve etkili bir savaş alanına dönüştü.
Londra’da Mayıs ayında yapılan çevreci eylem. İngiltere’nin Yeşilleri yüzde 12’lik oy oranına ulaşarak iktidardaki muhafazakarların önünde 4. parti oldular.
Yeşiller Avrupa’nın merkez siyaseti için yeni bir umut olarak yükselirken, diğer yandan söylemlerini halka zarar verici elitist gündem maddeleri olarak gören aşırı sağcı popülistler ve diğerlerinin bir numaralı düşmanı oldular. (Fransız Ulusal Birlik -eski adıyla Ulusal Cephe- lideri Marine Le Pen “iklim psikozuna” karşı öfkesini gizlemiyor.)
Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Yeşillerin yüzde 20’den fazla oy aldığı Almanya’da, yürütülen kampanyanın afişleri açıkça sağ görüşe tepki niteliğindeydi; “Nefret, Almanya için alternatif olamaz.”
İngiltere’nin Yeşilleri yüzde 12’lik çarpıcı bir oy oranıyla iktidardaki Muhafazakarların önünde dördüncü olarak sadece çevreyi desteklemekle kalmayıp, aynı zamanda Brexit’e de karşı çıkmış oldular.
Sonunda vazgeçilen yüksek akaryakıt vergilerine tepki amaçlı başlayan Sarı Yelekliler eylemleriyle aylarca sarsılan Fransa’da bile Yeşiller, yüzde 13,5’lik bir oy oranı yakalamış ve 35 yaş altı seçmenler arasında birinci parti olmuştur.
Avrupa Parlamentosunda meclis üye sayılarının artmasıyla, Yeşiller 751 sandalyeden oluşan mecliste İtalya’nın İçişleri Bakanı Matteo Salvini’nin öncülük ettiği aşırı sağcı popülistlerle neredeyse aynı oranda etkiye sahip olacak. Ve tıpkı popülistlerin yaptığı gibi, Yeşil partiler de kıtanın her köşesinde örgütlenerek kampanyalar yürütmeye çabalıyor ve ortak konferanslar düzenliyorlar.
“Yeşil düşünce en başından beri Avrupalı, çünkü çevre çevre sorunlarını ulusal sınırlar içinde çözemezsiniz” diyen Baerbock, partisinin katıldığı ilk seçimin 1979 Avrupa Parlamentosu seçimleri olduğuna dikkat çekiyor.
Mücadele hem ulusal sınırlar içinde, hem de uluslararası boyutta da yaşanmakta: şehirlerle kırsal kesimleri, liberal eğilimli kuzey ve batı Avrupa ülkeleriyle de güney ve doğudaki gelir düzeyi düşük eski komünist ülkeleri karşı karşıya getirme girişimleri görülüyor.
İklim aktivistleri geçen ay yaşanan eylemler sırasında Almanya’nın batısındaki Garzweiler kömür madeni sahasına giriş yapıyor.
Borçlanmanın ve genç nüfusta işsizlik oranının yüksek olduğu Güney Avrupa’da yeşil partiler daha az ilgi görmeye devam ediyor. İtalya’da Yeşiller, ulusal seçimlerde bugüne kadar yüzde 4’ün üstüne çıkamadı. İspanya’da ise çevreci parti Equo parlamentoda bir sandalyeye sahip.
Aynı durum Doğu Avrupa için de geçerli: Polonya’dan Brüksel için, Yeşillerden tek bir meclis üyesi bile çıkmadı. Ayrıca Polonya, yakın geçmişte Çekya, Estonya, ve Macaristan ile birlikte AB’nin 2050’ye kadar Karbon Nötr olma hedefini ulusal sıkıntılar ve tarihsel hafızayı gerekçe göstererek engellemişti.
Polonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa, Avusturya, veya Hollanda ile aynı düzeyde gelişemediğini söyleyen Milliyetçi Başbakan Mateusz Morawiecki önerilen anlaşmanın basitçe “adil olmadığını” ekledi.
Avrupa’nın en büyük ve en zengin ülkesi unvanını taşıyan ve Yeşillerin en etkin olduğu Almanya’da bile, sağ popülist Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Baerbock’ın partisini elitist ve ikiyüzlü olmakla suçluyor.
AfD’li siyasetçi ve partinin çevre sözcüsü Karsten Hilse, Yeşillere oy verenlerin “rahatlarının yerinde” olduğunu söylüyor.”Kendilerine rahat ve temiz bir vicdan satın alıyorlar çünkü çevreye en çok zarar veren, uçuş miline sahip olanlar yine onlar.”
“Fakat sıradan insanlar, sadece araba kullandıkları için yaklaşmakta olan çevre felaketinin sorumlusu olarak gösteriliyorlar.” diyor Hilse.
Özellikle Yeşillere oy verenler arasında uzun süredir ülkenin en zenginlerinin olduğu detayı doğru olduğu için, bu suçlamalar aşırı sağ görüşlü seçmeni memnun ediyor.
Fransa’nın Reims şehrinde bir kavşakta toplanan Sarı Yelekli eylemciler (Mayıs,2019). Hareket, teklife sunulan akaryakıt vergilerine tepki olarak başlamıştı.
Yine de Yeşillere verilen destek artmaya devam ediyor. Parti Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oyların 5’te birini almış durumda. 60 yaş altı seçmenler arasında en popüler olmalarının yanı sıra, ilk kez işsiz seçmenlerin de birinci tercihi oldular.
Baerbock tüm bunlara rağmen elitist suçlamalarının devam ettiğini ifade ediyor
Baerbock’a göre Fransa’daki eylemler, ders çıkarma adına kritik bir dönüm noktasıydı. İklim değişikliğiyle mücadele etiketiyle sunulan akaryakıt vergisinin hiç de adil olmadığı kanısına varılmıştı.
Düzenlemeden en çok etkilenecek kesime göre, bu vergi Yeşillere oy vermeye başlayan ama aynı zamanda yaşam tarzlarından dolayı en büyük karbon izine sahip olan elit kesimler ve çevreye en büyük zararı veren büyük işletmeler için bir tür telafi yöntemi olarak görülmekteydi.
“Almamız gereken ders buydu,” diyor Baerbock. “Sarı Yeleklileri yakından takip ettik çünkü aynı tuzağa düşmememiz gerekiyor.
Fransa’da eğitim almış Alman Yeşil siyasetçi Franziska Brantner, Sarı Yeleklilerin liderlerinden biri olan Ingrid Levavasseur ile Şubat ayında bir araya geldi. Brantner gibi Levavasseur de kötü ulaşım koşulları içinde kırsal bir kesimde büyüyen bekar bir anne.
Brantner, “Levavasseur ile birçok ortak yönleri olduğunu fark ettiklerini” söyledi.
Fakat aynı zamanda, yakın zamana kadar palyatif bakım ünitesinde çalışan, iki çocuğu için ne bir tatil karşılamaya ne de yeni kıyafetler almaya gücü yeten bir hemşire olan Levavasseur’in deneyimlerinden çok etkilendiğini de ekledi. “Ekolojik meselenin sosyal sorunları tetiklemek yerine onların çözülmesine katkı sağlayacağından emin olmalıyız.”
Polonya’nın Rogowiec şehrindeki Belchatow termik santrali. Polonya Çekya,Estonya, ve Macaristan’la birlikte AB’nin 2050’ye kadar Karbon Nötr olma girişimini engellemişti.
Almanya Yeşilleri bir çalışmada, Avrupa’da aşırı sağ seçmenin, göçün kısıtlanması ardından en popüler ikinci görüşünün şu olduğunu öğrendiler: “İklim değişikliğiyle ilgili harekete geçmemiz gerekiyor, çünkü bu konu önce en fakir kesimi etkiliyor ve bunun sebebi zenginler.”
Brantner bu ifadenin ikinci kısmına dikkat çekiyor: “Bu söylemle ilgili sesimizi daha çok yükseltmemiz gerek.”Yürüdükleri sokaklarda ve toplandıkları kavşaklarda Sarı Yelekliler “dünyanın sonunu” ve iklim değişikliğini en az “ayın sonunu” getirebilmek kadar önemsediklerini vurguladılar.
Fransa’nın kuzeyindeki gelir düzeyi düşük sanayi bölgelerinden Grande-Synthe’in eski yeşil başkanı Damien Caréme, çevre politikalarının yanlış uygulandığında cezalandırıcı olduğunu söylüyor: “Akaryakıt vergileri arttığında insanların sesini yükseltmesi gayet normal.”
Son seçimlerden sonra Avrupa Parlamentosunun yeni yeşil üyesi olan Caréme “Ama bu parayı insanların evlerine daha iyi yalıtım yapmaları ve daha az fatura ödemelerini sağlamak için tahsis edersek, bir şeyler yoluna girer” diyor.
Almanya’nın işçi sendikaları da Caréme ile aynı mesajı veriyor
Şu an için otomotiv ve kömür gibi çevreyi kirleten sanayiler en iyi sendikalaşmış ve en korunmalı sektörler arasında. Yenilenebilir enerji sektöründe ise sendikalaşma çok nadir ve şirketler genellikle asgari ücretten biraz fazlasını sunuyor. Uzun süre Yeşiller Partisinde aktif olarak görev alan ve şu an Almanya’nın en önemli sendikalarından biri konumundaki IG Metall için çalışan Ralph Obermauer’e göre bu ciddi bir sorun.
“Ekolojik bir toplum hedefliyorsanız, çalışan kesimi de dahil etmeniz gerekiyor. Bu yeni toplum adil olmak zorunda” diyor.
İşçiler hem otomasyon hem de iklim politikaları sebebiyle işlerini kaybetme ve çalışma alanı değişikliği gibi olasılıklarla karşı karşıyalar. Elektrikli araçlara geçişin hızlanmasıyla otomotiv parçası üreticileri şimdiden işten çıkarmalara başlamış görünüyor.
Obermauer “Eğer bu konuyu ciddiye almazsak, işçilerin desteğini kaybedeceğiz,” diye ekliyor. Sendika temsilcilerinin de uyardığı üzere bu yeni bir Sarı Yelekli ayaklanmasının Almanya’da görülmesine sebep olabilir.
Birleşik Krallık, Sanayi Devrimi’nden beri ilk defa enerjisini fosil yakıtlardan çok karbonsuz kaynaklardan üretiyor.
Bu dönüm noktası 2019 yılının ilk beş ayında gerçekleşti.
National Grid’e (Birleşik Krallığın enerji dağıtımını sağlayan şebeke) göre temiz enerji %48’lik bir oranla %47 oranda kullanıma sahip olan kömür ve gaz enerjisini geride bıraktı.
Geriye kalan yüzdeyi ise bioyakıt oluşturmakta. Enerji kullanımındaki bu dönüşüm, kömür enerjisindeki hızlı düşüşü, bununla beraber rüzgar ve güneş enerjisindeki artışı göstermekte.
Temiz Elektrik dönüm noktasında. 2019 Ocak – Mayıs arasında Birleşik Krallığın elektrik üretimi.
National Grid’e göre son 10 yılda kömür enerjisi kullanımı %30’dan %3 oranına bir düşüş yaşandı.
Bu sırada rüzgar enerjisi kullanımı ise %1’den %19’luk bir orana yükseliş gösterdi.
Tüm bu süreç sırasında minik kilometre taşları da aşıldı. Örneğin, Birleşik Krallık bu yılın Mayıs ayında kömürsüz ilk iki haftasını geçirdi ve aralıksız iki günde güneş enerjisi üretiminde rekor seviyelere ulaştı.
Temiz elektrik karbon bazlı enerjiyi geride bırakıyor. Birleşik Krallığın kaynak bazında elektrik üretimi.
Bu gelişmeler neden önemli
Bu değişimin asıl nedeni, iklimin aşırı ısınmasına sebep olan sera gazlarının emisyonunu azaltmak. Elektrik sektörü de buna başlamanın en kolay yolu olarak gözükmekte.
National Grid CEO’su John Pettigrew BBC News’a verdiği röportajda, “Son 10 yıldır enerji kullanımının karbonsuzlaştırılmasında önemli gelişmeler yaşanmıştır fakat 2019 yılı bir dönüm noktası olacaktır,” dedi.
“Sanayi Devriminden beri ilk defa fosil yakıtlardan çok karbonsuz veya düşük karbon oranına sahip kaynaklar kullanılarak elektrik üretilmiştir. Bu oldukça heyecan verici bir gelişme çünkü bir dönüm noktası niteliğindedir,” diye ekledi.
National Grid’e göre şu ana kadarki verilere ve geçmişteki paterne bakılarak Birleşik Krallığın bir yıllık elektrik üretim oranını tahmin etmek mümkün.
Gelecek yıllarda ise rüzgar ve güneş enerjisinin kullanımı artacağından daha fazla enerji depolaması gerekecek.
Arabalar bir elektrik kaynağı olabilir mi?
Pettigrew, rüzgarın esmesinden veya güneşin ışıldamasından elde edilen yenilenebilir enerjinin bir kısmının daha sonra kullanılmak üzere insanların elektrikli arabalarında depolanabileceğini söylüyor.
Arabaların şarj sistemi tam tersine çevrilip, talep arttığında bataryalarındaki enerjiyi şebekeye geri besleyerek, mesela birinin akşam yemeğini pişirmesini sağlayabilecek.
“Elektrikli araçların en büyük katkılarından biri bataryasının olmasıdır. Dolayısıyla gerektiğinde şebeke için bir enerji kaynağı haline gelebilmektedirler,” diyor Pettigrew.
“Tüm arabaların enerjisini bir araya getirerek şebekeye destek sağlayabiliriz. Bu da masrafları azaltmak adına çok önemli bir rol oynayacaktır,” diye ekliyor.
Şirkete göre bu “araçtan şebekeye” (V2G) yöntemi Birleşik Krallığın enerji depolaması talebini %10-15 arasında azaltabilir.
Ancak, bu planlardan emin olmak zor, çünkü otonom araçlar araç kullanımı ve sahiplik modellerini bozabilir.
Avrupa’dan ne kadar elektrik satın alacağız?
Enerji üretiminde rüzgarın yeterince esmediği zamanlarda oluşan boşluğu doldurmanın bir başka yolu ise komşu ülkelerden elektrik almaktır.
National Grid yakın bir süre içerisinde dev kablolar aracılığıyla Avrupa kıtasından yaklaşık 8 milyon eve güç sağlanabileceğini düşünüyor.
Şirket, bu sene ithal edilen elektriğin %63’ünün bağlantı kabloları aracılığıyla Fransa nükleeri gibi sıfır karbon kaynaklardan geldiğini ifade ediyor.
2030’lu yıllara kadar Birleşik Krallık’ın, Norveç’in geniş hidroelektrik güç sisteminden enerji almasıyla beraber, karbonsuz enerji oranının %90’a kadar çıkması beklenmektedir.
Bunlara rağmen düşük karbonlu enerji ile ilgili, nükleer güçle ilgili bir kesinlik olamamasından ötürü ve araç kullanıcılarında artması beklenen talepten ötürü, hala büyük belirsizlikler bulunmakta.
Pettigrew de devletin elektrikli araçlarla ilgili gelişmelerinin yeterince hızlı olmadığı düşünen kişiler arasında katılmış, ısınmaya karbonsuzlaştırmaya yönelik çabanın hızlanmasını talep etmekte.
Teknoloji iklim sorununu çözmüş müdür?
Deneyimli e3g enerji analizcisi Tom Burke BBC News’e verdiği röportajda, “Bugün geldiğimiz nokta teknoloji uzmanlarına bir övgü niteliğindedir. İklim değişikliğiyle ilgili teknik noktaları çözüme ulaştırmış durumdayız,” dedi.
“Şu anda karşı karşıya olduğumuz sorunlar politiktir. Net Zero’ya (karbon emisyonları) doğru ilerlemeye devam ettiğimizde fosil yakıt sektörlerindeki istihdamlar kaybolurken düşük karbon sektörlerinde yeni istihdamlar oluşacaktır,”
“Hükümet iklim politikaları duruşunda kararsızlık göstermiştir, dolayısıyla da bu konunun politik yönünü yönetmekle ilgili bir gelişme sağlamamıştır,” diye ekledi.
Bu konuyla ilgili bir beyaz bülten hükümet tarafından yayınlanacaktır.
‘Ne yazık ki hepimiz bu artan sıcaklıklara ateşin üzerindeki soğuk suya konulan kurbağa gibi alışıyoruz. Umarım çok geç olmadan ısınan suyun bizi de öldüreceğinin farkına varırız.’
İki hafta önce olağan dışı bir sıcak hava dalgası ile baş etmeye çalışan Batı Avrupa bu hafta da bir başka sıcak hava dalgasının etkisi altında. Fransa’nın orta kesimleri 40 dereceyi görürken İskandinavya’nın kuzey bölgeleri bile 30 derece sıcaklığa yaklaştı. Bir de daha temmuz ayında olduğumuzu düşünecek olursak bu yazın devamı Avrupa için çok da zevkli geçmeyecek gibi görünüyor.
İklim bilimciler bu tür sıcak hava dalgalarının artacağını senelerdir söylüyorlardı, ancak söylenen şeyler gerçekleşmeye başladığı zaman bile politikacılar, özellikle Avrupa genelindeki muhafazakarlar, hala bunun gelip geçici bir sıcak hava dalgası olduğunda ısrarcılar. Ne yazık ki bilim onlarla hemfikir değil. Yakın zamanda çıkan iki önemli makale bu sıcak hava dalgalarının gelip geçici olmadığını ve gelecekte yeni normalin bu hafta Avrupa’da yaşanan durumun benzeri olacağını tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
İklimin nereye doğru gittiğini anlamak için bugünkü şehirlerin iklimini 2050’de olması muhtemel iklimle kıyaslayarak anlatmaya çalışan bir çalışma, bu ay içerisinde PLOS One’da yayımlandı. Bu çalışmanın sonuçları basında epey yer buldu. Makaleyi kısaca açıklayacak olursak, 2050’de Londra ve Paris İstanbul gibi, Madrid Tahran gibi, Lizbon Kazablanka gibi, Helsinki Viyana gibi, Roma da Adana gibi olacak. Bunlar basında yer bulan bilgiler, ama bir de fazla sözü edilmeyenler var. Mesela Amsterdam’ın Paris gibi ve Zürih’le Münih’in Milano gibi olacak olması. Aslına baktığımızda Londra ve Paris’in İstanbul gibi olacak olması çok büyük bir felakete işaret etmiyor gibi. Bugün bile Londra 35 derece iken İstanbul 26 derece. İklim değişikliğinin felaketlere yol açacağını söylerken bu farklar bana fazla çarpıcı görünmedi. Makalenin tamamını okuyunca farklı bilgiler kazanılabiliyor. Öncelikle şehirleri sadece sıcaklığa değil yağışın seneye nasıl dağıldığına göre de değerlendirmişler. Yani Londra’nın İstanbul gibi olacak olması aslında Londra’daki sıcaklığın çok fazla değişmese de yağışın önemli oranda azalacağı anlamına geliyor. Bu analizdeki en ciddi fark da yağış rejimlerindeki değişiklikten geliyor zaten. Avrupa’daki sıcak hava dalgasından sözü açtığımız için fırsat olmadı ama İstanbul da Roma gibi olacak. “Bu çok büyük bir değişim değil” diyeceksiniz ve haklısınız. Çünkü makale gelecekte neler olacağını öngörmeye çalışırken şu andaki kötü gidişatı değil, neredeyse olası en iyi senaryoyu kendisine temel olarak almış. Konuyu bilenler için, RCP8.5 değil RCP4.5 kullanılmış. Bu da çıkan sonuçların nispeten iyimser olduğunu söylüyor bize. Bu nedenle bilimsel makaleleri anlamaya çalışırken bile altta küçük yazı ile geçen kısma dikkat etmek gerekiyor.
Isınan sudaki kurbağa!
“Peki Londra İstanbul gibi olacaksa bu değişiklik ne zaman olacak?” gibi bir soru aklınıza gelebilir. Doğal olarak bugünden 31 Aralık 2049’a kadar her şey normal gidip sonra bir günde yeni bir iklime geçmeyeceğiz. Londra için her yaz bir öncekinden daha sıcak ve daha az yağışlı geçecek ve sonunda 2050’de Londra’nın iklimi iyimser ihtimalle İstanbul; şu andaki gibi kömür, petrol ve doğal gaz yakmaya devam edersek de İzmir ya da Antalya gibi olacak. Her sene bir öncekinden sıcak olmak zorunda da değil ayrıca. Bazı seneler öncekinden serin de olabilir. Mesela küresel olarak en sıcak seneyi 2016’da yaşadık. 2017 ve 2018, 2016 senesi kadar sıcak değildi. Ama bu senenin ilk altı ayı 2016’nın ardından en sıcak ikinci sene ünvanını aldı. Bu senenin sonuna kadarki ölçümler muhtemelen 2019 senesini en sıcak sene yapmaz ama 2019 en sıcak ikinci sene olarak (şimdilik) tarihe geçebilir. Bunlar bize sıcaklık artışının birdenbire değil yavaş yavaş görüleceğini söylüyor. Bu sene Avrupa’da yaşanan sıcak hava dalgaları da bunun bir başlangıcı. Bu sene Avrupa 40 dereceleri birkaç defa gördü, önümüzdeki senelerde bu daha da sıklaşacak ve bir süre sonra Paris için sıcaklığın 40 derece olduğu günler neredeyse normal kabul edilir hale gelecek. Ne yazık ki hepimiz bu artan sıcaklıklara ateşin üzerindeki soğuk suya konulan kurbağa gibi alışıyoruz. Umarım çok geç olmadan ısınan suyun bizi de öldüreceğinin farkına varırız.
Nature Climate Change’de yeni yayımlanan bir başka makalede de Scott Power ve François Delage gelecekteki iklim değişikliğini öngörebilmek için iyimser bir senaryo değil de gerçekteki gidişatı kullanacak olursak nelerle karşılaşacağımızı anlatmaya çalışmışlar. Eğer böyle devam edecek olursak (RCP8.5) bu yüzyılın sonunda dünyanın %60’ında senenin en az bir ayında yeni bir sıcaklık rekoru kırılıyor olacak. Yani 2100 yılında gazete haberlerine bakacak olsak dünyanın yarısından fazlasında en az bir ay sonunda “bu ay tarihte ölçülen en sıcak mart ayı oldu” şeklinde bir başlıkla karşılaşacağız. Bugün bile bu tür haberlerin dünyanın %40’lık kesiminde görüldüğünü söyleyen Power ve Delage bir de iyi haber veriyor. Paris Anlaşması’nda hedeflenen biçimde küresel ısınmayı 1.5 derece ile sınırlayacak olursak yüzyılın sonunda gezegenimizin %60’ı değil sadece %13’ü senede bir ay rekor sıcaklıklarla karşılaşacak deniyor. Unutmamak için: İklim krizini önlemek üzere yapılan ve ısınmayı 1.5 derecede tutması hedeflenen Paris Anlaşmasına katkı veren tüm ülkeler sözlerini tutsalar bile gezegenimiz yüzyılın sonunda 2.7 derece ısınacak. Ülkemiz ise hala bu anlaşmayı meclisten geçirerek taraf olmuş değil.
‘Plastik şişe içerisindeki su ne kadar fazla sıcaklığa maruz kalırsa bünyesindeki eklenti maddelerini o kadar suya verir.’
Değiştirdiğimiz iklimin bir sonucu olarak ortaya çıkan aşırı sıcaklıklar, beraberinde su tüketimini de arttırıyor. Bu sebeple dikkat edilmesi gereken en önemli şey, içilen suyun, plastik bir pet şişe ya da diğer plastik şişelerde uzun süre muhafaza edilmemiş olmasıdır. Serinlemek ya da susuzluğu gidermek isterken sağlığımızdan olmamakta fayda var. Üstelik sadece bizim de değil, tüketilen plastiğin çöp olacağı gerçeğinden hareketle, bu çöplerin yarattığı çevresel etki de diğer canlıları ve yine bizi de tehdit edecektir.
Dünyanın önemli bir kesiminde aşırı iklim olaylarına dair çeşitli haberler hiç olmadığı sıklıkla gelmeye başladı. Bunlar içinde en önemlileri, aşırı ve ani yağışlar ve beraberinde oluşan seller, sıcaklık rekorları ve yangınlar! Öyle ki Kuzey Kutup bölgesinde bile sıcaklık artışına bağlı ciddi yangınların gözlenmesi, her halde iklim krizinde, şu ana kadar geldiğimiz en ürkütücü noktalardan birinde olduğumuza işaret ediyor. Yine benzer şekilde Avrupa kıtasındaki sıcaklık rekorları ve Hindistan’daki öldürücü kuraklık ve buna bağlı susuzluk, önümüzdeki dönemlerde daha yıkıcı olaylarla karşılaşacağımızın sinyallerini veriyor.
Artan sıcaklıklara karşı ilk reaksiyonumuz haliyle sıvı tüketimi oluyor. Sıvılar içerisinde de doğal olarak en fazla suyu tüketiyoruz. Ancak bu tüketim esnasında çok azımız içtiğimiz suyun bizim için ne gibi tehlikeler barındırdığından haberdarız. Dünya genelinde içme suyu tüketiminde pet şişe içerisinde satılan suların önemli bir payı var. Ucuz, hafif ve tek kullanımlık olması onları uzun mesafelere taşımamıza yardımcı olduğu için pet şişe su, çoğu zaman birinci tercihimiz oluyor. Ancak bunu yaparken şunu da düşünmemiz gerektiğini hep unutuyoruz: Acaba bu su şişesi ben içmeden önce soğuk zincir dışında sıcak ortamda ya da güneş altında ne kadar süre kaldı? Buna dair su markalarından herhangi bir bilgi almanızın imkânı yok. Olsa da söylemezler zaten. Çünkü tehlike arz ediyor. Peki, pet şişe içerisindeki suyun uzun süre sıcak ortamda ya da güneş altında kalması ne anlama geliyor? Cevabı basit! Plastik şişe içerisindeki su ne kadar fazla sıcaklığa maruz kalırsa bünyesindeki eklenti maddelerini o kadar suya verir. Tabii ki bu, tüm plastik ambalajlar için geçerli. Ancak yaz aylarında olduğumuz için plastik şişe içerisindeki su üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Plastik ambalaj ne kadar uzun süre yüksek sıcaklığa maruz kalırsa bünyesindeki kimyasalları o kadar fazla içerisindeki suya salar. Siz bakmayın pet şişenin içerisindeki suyun zararsız olduğunu sağdan soldan çevirdikleri bir iki blog yazısı üzerinden iddia eden popüler bilim forumlarına. Her konunun uzmanı olanların aslında pek bir şey bilmiyor oldukları gerçeğini hatırlayalım ve bu forumlardaki bilgilere biraz da bu gözle bakalım. Bu uyarıyı yaptıktan sonra konumuza geri dönebiliriz. Örneğin güneş altına bıraktığınız arabanızın içerisinde kalan pet şişe içerisindeki suyunuzu tekrar içtiğinizde ciddi anlamda zehirli kimyasalı da içmiş olacaksınız. Bu durum sadece sizin üstesinden gelebileceğiniz bir mesele de değil. İçtiğiniz suyun nereden geldiğine bakın ve oradan sizin elinize gelene kadar ki sürede nasıl taşındığını bir hayal edin. Edemiyorsanız ben söyleyeyim: Kesinlikle soğuk zincirde değil. İşte bu durum pet şişenin bu süre içerisinde bünyesindeki kimyasalları suya bırakması için gerekli ortamın oluştuğu anlamına geliyor.
2014 yılında yapılan bir araştırmada, Çin’de satılan pet şişe sularında ciddi oranda BPA olduğu tespit edilmişti. 2016’da da benzer seviyede BPA Meksika’da satılan pet şişe sularda tespit edilmişti. Yani bu bahsettiğimiz olguyu ortaya koyan birçok çalışma mevcut. Peki BPA zararlı mı? Kesinlikle. BPA, hormon bozucu kimyasallardan biri. Birçok çalışma BPA ile meme kanseri arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor. Her ne kadar daha fazla çalışma ile bu ilişkinin tüm detaylarını ortaya konulması gerekiyorsa da bir ihtimal bile plastik şişelerden uzak durulması gerektiği için yeterli. Gerek Çin gerekse de Meksika’da yapılan her iki çalışma da, kapalı bir ortamda meydana gelebilecek yüksek sıcaklık (65 derece) baz alınarak gerçekleştirildi. Her ne kadar her iki çalışma da bu sıcaklıkları, en kötü senaryo olarak ifade etse de, taşıma esnasında, eğer soğuk zincir yoksa bu sıcaklıklara ulaşılması işten bile değil. Az önce de belirttiğimiz gibi, güneş altında bir saat duran bir arabanın içerisinde bu sıcaklığın oluşabildiğini kendiniz de test edebilirsiniz.
Hep bahsettiğimiz gibi, plastik tüketimimiz, hem bizi hem de çevreyi birçok farklı açıdan tehdit ediyor. Artan sıcaklıklarda susuzluğumuzu giderirken sağlığımızdan olmamak ve tek kullanımlık pet şişleri kullanarak da çevrenin sağlığını bozmamak için, kendi mataranızı taşımanızı öneririm.