Ana Sayfa Blog Sayfa 24

İklim uzmanları: İklim krizinin kritik ve öngörülemez aşamasına adım atıyoruz

Dünyanın en kıdemli iklim uzmanlarından oluşan bir grup,  gezegendeki birçok “yaşamsal  bulgu’nun alarm verdiğini ve bunun “insanlığın geleceğinin tehlikede” olduğunu gösterdiğini duyurdu.

BioScience Dergisi‘nde yayımlanan araştırma için bilim insanları 2023 yılındaki 35 “yaşamsal belirtiyi” değerlendirildi; bunlardan karbondioksit seviyeleri ve insan nüfusu da dahil olmak üzere 25’inin şimdiye kadar kaydedilenlere göre çok daha kötü olduğu bulundu.

Bunun iklim krizinin kritik ve öngörülemez yeni bir aşamasına işaret ettiği” belirtilen makalede, giderek daha fazla bilim insanının toplumsal çöküş olasılığını araştırdığına da dikkat çekildi.

Çalışmada, fosil yakıtların rekor seviyede yakılmasıyla Dünya yüzeyinin ve okyanusların sıcaklığının tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştığı kaydediliyor. Dünyada insan nüfusu günde yaklaşık 200.000 kişi ve sığır ve koyun sayısı günde 170.000 artıyor ve bunların hepsi rekor seviyede sera gazı emisyonlarına katkıda bulunuyor.

‘Ekolojik aşırılık’ tehditi

Bilim insanları, yaptıkları çalışmada eriyen permafrosttan kaynaklanan artan emisyonlar da dahil olmak üzere, Grönland‘daki devasa buzulların çökmesi gibi birden fazla dönüm noktasını tetikleyebilecek 28 geri bildirim döngüsü tespit etti .

Küresel ısınmanın dünya genelinde giderek daha ölümcül aşırı hava olaylarına yol açtığını belirten uzmanlar, ABD‘deki kasırgalar ve Hindistan‘daki 50 derecelik sıcak dalgaları gibi olaylara maruz kalan insanların milyarları bulduğuna dikkat çekiyor.

Amaçlarının “vatandaşlara, araştırmacılara ve dünya liderlerine bilgili ve cesur yanıtlar veren, kanıta dayalı içgörüler sağlamak olduğunu” belirten uzmanlar, “Sadece gerçeği olduğu gibi söylemek istiyoruz. Çünkü insanlığın acısını sınırlamak için kararlı ve hızlı hareket etmek zorunlu. Bunların başında da fosil yakıt yakımını ve metan emisyonlarını azaltmak, zenginlerin aşırı tüketimini ve israfını kesmek ve bitki bazlı gıdalara geçişi teşvik etmek geliyor” diyor.

Oregon Eyalet Üniversitesi‘nden (OSU) gruba eş başkanlık eden Prof. William Ripple, “Zaten ani bir iklim değişikliğinin ortasındayız ve bu, Dünya’daki yaşamı insanların daha önce hiç görmediği kadar tehlikeye atıyor” değerlendirmesi yapıyor.

Ona göre, “ekolojik aşırılık, yani Dünya’nın güvenli bir şekilde verebileceğinden fazlasını almak, gezegeni tarih öncesi akrabalarımızın bile tanık olduğu her şeyden daha tehdit edici iklim koşullarına itti:

“İklim değişikliği milyonlarca insanı yerinden etti ve yüz milyonlarca hatta milyarlarca insanı yerinden etme potansiyeli var. Bu muhtemelen daha büyük jeopolitik istikrarsızlığa, hatta kısmen toplumsal çöküşe yol açacaktır.”

Çalışmada atmosferdeki CO2 ve metan konsantrasyonlarının rekor seviyede olduğu da vurgulanıyor. Ekibin eş liderliğini yapan ve daha önce OSU’da görev yapmış olan Dr. Christopher Wolf, ” Metan emisyonlarının büyüme artışı hızlanıyor, bu da son derece endişe verici” diye konuşuyor.

‘İnsanlığın geleceği tehlikede’

Araştırmacılar, rüzgar ve güneş enerjisinin 2023’te yüzde 15 oranında arttığını söylerken, kömür, petrol ve gazın hala baskın olduğunu; bunun nedeninin de  mevcut fosil yakıt tabanlı sistemden finansal olarak faydalananların sert bir direnişi” olduğunu belirtiyor.

“Gerçek şu ki, her onda bir derecelik ısınmadan kaçınmak son derece önemli. Her onda bir, 100 milyon insanı benzeri görülmemiş sıcak ortalama sıcaklıklara sürüklüyor” tespitini yapan araştırmacılar, küresel ısınmanın kirliliği, doğanın tahribatını ve artan ekonomik eşitsizliği içeren daha geniş bir krizin parçası olduğunu vurguluyor:

“İklim değişikliği, daha derin bir sistemik sorunun bariz bir belirtisidir: Ekolojik aşırılık. Ki bu sonsuza kadar devam edemeyen doğası gereği istikrarsız bir durumdur. Dünya’nın iklim sisteminin felaket durumuna geçme riski arttıkça, giderek daha fazla bilim insanı toplumsal çöküş olasılığını araştırmaya başladı. Küresel çöküş olmasa bile, iklim değişikliği 2050 yılına kadar milyonlarca ek ölüme neden olabilir. Cesur, dönüştürücü bir değişime ihtiyacımız var.”

Bilim insanlarının hızla benimsenmesi için önerdiği politikalar arasında, kız çocukları ve kadınlar için eğitim ve hakların güçlendirilmesi yoluyla insan nüfusunun kademeli olarak azaltılması; ekosistemlerin korunması, restore edilmesi veya yeniden vahşileştirilmesi; farkındalığı ve eylemi artırmak için iklim değişikliği eğitiminin küresel müfredata entegre edilmesi yer alıyor.

Çalışmanın sonuç paragrafı şöyle: “Yalnızca kararlı eylemlerle doğal dünyayı koruyabilir, derin insan acılarını önleyebilir ve gelecek nesillerin hak ettikleri yaşanabilir dünyayı miras almasını sağlayabiliriz. İnsanlığın geleceği tehlikede.”

 

Validebağ Korusu’nda şimdi de öğretmenevi işgali

Üsküdarlıların mücadelesi sonucu ‘Millet Bahçesi’ne dönüşmekten kurtarılan Validebağ Korusu, şimdi de koru içindeki Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı Öğretmenevi yönetiminin inşa ettirdiği ek plastik binalar, paravanlar, tuvalet inşaatlarının işgali altında.

Validebağ Gönüllüleri Derneği, Öğretmenevi yönetiminin koru içindeki inşaat faaliyetlerini şöyle sıraladı:

  • Mart ayı içinde kasrın arkasına plastik bir bina yapıldı.
  • 31 Mart (yerel seçim günü) gece yarısı daha önce kaçak olarak yapılmış derme çatma ruhsatsız büfe, çelik konstrüksiyonlar eklenerek sağlamlaştırdı, kalıcı hale getirildi ve büyütüldü.
  • 15 Haziran (Kurban Bayramı arifesi) gece yarısı ise Numune Hastanesi ek birimine tahsis edilmiş alanla Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmiş alan arasına devasa paravanlar çekildi, bunlar plastik çimlerle örtüldü.
  • Huzurevi olarak kullanılan 2. derece koruma altındaki binanın zemin katına tuvalet yapımına başladı. Ama bundan önce var olan tuvaletlerin kullanımını kısıtlayarak tuvalete ihtiyaç var algısı yaratılmaya çalışıldı.

Bütün bu uygulamaların koruma kurullarından onay alınmaksızın yapılmış, yasadışı uygulamalar olduğunu belirten Validebağlılar ilgili yerlere şikayetlerini yaptıklarını; Üsküdar Belediyesi ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu‘nun tuvalet inşaatının durdurulması kararı vermesine ve mühürlemesine rağmen inşaata devam edildiğini duyurdu.

Yeşil NoktaValidebağ davası görüldü: Koru kazandı
Yeşil NoktaValidebağ Korusu’nda millet bahçesi yapmak isteyen Bakanlığın istinaf talebi reddedildi
Yeşil NoktaValidebağ Savunması: Siz giderken ağaçlar size selam duracak demiştik!
Yeşil NoktaBir mücadele ve kazanım örneği olarak Validebağ Savunması
Yeşil NoktaDanıştay Validebağ’ı inşaata açacak plan iptalini onayladı

Çevre Bakanlığı ‘sakınca görmedi’

Plastik çim kaplı paravanlar ise İstanbul 6 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na şikayet edildi. Öğretmenevi Müdürü Necip Fazıl Özben, şikayetlerin ardından izin almak için koruma kuruluna başvurdu.

Kurul, 1.8.2024 tarihinde, “… alandaki güvenlik zafiyeti sebebiyle görüntüyü engellememesi açısından en fazla 1,5 metre yüksekliğinde çim çit çekilmesinde 2863 sayılı yasa kapsamında sakınca olmadığına, nihai kararın verilmesi için konunun Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü’ne iletilmesine” karar verdi.

İstanbul 1 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na da başvurduklarını söyleyen Validebağ Gönüllüleri, kurulun “13.09.2024 tarihinde, güvenliği sağlamak amacıyla çim çit yapılması talebinin alanda bulunan ağaçlara ve alanın topografik yapısına zarar verilmeden ve beton kullanılmadan uygulanmasında 728 sayılı ilke kararı kapsamında sakınca olmadığına karar verdiğini” anlattı:

“Oysa 728 numaralı ilke kararı 1. derece doğal sit alanlarında, bitki örtüsü, topografya, silüet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacağını öngörmektedir. Anlıyoruz ki ÇŞB harita üzerinden değerlendirme yaparak karar almış.”

Öğretmenevi’nin etrafına plastik çim panel yapılmasına ilişkin yapılan tespitler şöyle: 

  • Alanda silüet bozuldu.  
  • Paravanlar alanın içinde metal parça kullanılarak toprağa monte edildi. 
  • Paravanların bir bölümü kaldırım taşının üzerine monte edilmedi. 
  • Paravanlar güvenlik sağlamıyor, tam tersi güvenlik zafiyeti yaratıyor. Plastikle kaplı oldukları için yangın tehlikesi bulunuyor. Yangın veya başka bir acil durum esnasında alanlar arası geçişi engelliyor. Olası bir olaya müdahale etmek için alanlar arasında epey bir yol kat etmek gerekiyor. 
  • Paravanların hemen arkasında hastane bulunuyor. Hastalar temiz hava almak için eziyet çekerek yeşil alana ulaşıyor, hem hastalar hem de hastane yetkilileri bu durumdan şikayetçi. 
  • Paravanlar, hiç bir kuruldan izin almadan, Necip Fazıl Özben’in kendi kararıyla döşendi. 

Öğretmenevi’ne uyarı

Koru üzerinde söz hakkının sadece Üsküdar halkına ait olmadığını, tüm dünyada yaşayan insanların, orada yaşayan börtü böceğin, göçmen kuşların, bitkilerin, asırlık ağaçların da  söz hakkı olduğunu söyleyen Validebağ halkı, Öğretmenevi yönetimini de şöyle uyardı:

  • Validebağ Korusu sit alanıdır. Parselin tümü bir bütün olarak tescillidir. Rant hevesiyle, gerçek dışı gerekçelerle, gece yarısı operasyonlarıyla sit alanı olma özelliğini yok edemezsiniz.
  • Korunun ne park ne bahçe olamayacağı mahkeme kararıyla ortaya konmuştur. Koruma kurullarından onay almadan, çivi bile çakamayacağınızı öğreneceksiniz.
  • Koru’da inşai faaliyetlerde bulunamazsınız, Koru’nun ekosistemine ve kültür varlıklarına zarar verici uygulamalar yapamazsınız.
  • Sorumluluğunuzda olan ağaçları kaderine terk edemezsiniz.
  • Korunun mezbelelik hale getirilmesine göz yumamazsınız.
  • Kültür varlıklarına, doğaya, çevreye zarar veren, yüksek sesli müzik eşliğinde geç saatlere kadar düğün, kutlama vb. etkinlikler yapamazsınız.
  • Yapılması gereken işleri hatırlattığımızda para yokluğundan şikayet ederken, paravan döşemek için, kaçak bina yapmak için, kaçak tuvalet yapmak için yüzbinlerce lira harcayarak kamu kaynaklarını israf edemezsiniz.
  • Araçları, motosikletleri korunun içlerine, yeşil alanlara park ettiremezsiniz.
  • Yangın tehlikesini yok sayamazsınız.
  • Validebağ Korusu sizin şahsi mülkünüz değildir, keyfinize göre hareket edemezsiniz.

Validebağ gönüllüleri, TVKK’nun,  13.09.2024 tarihli kararını yeniden değerlendirerek  iptal etmesini, gece yarısı operasyonlarıyla koruyu parsellenmiş algısı yaratan, sit alanı olma özelliğini yok etmeye çalışan idareciler hakkında da yaptırım uygulamasını, Yüksek Kurul’un değerlendirmesinin dikkate alınmasını ve hiçbir uygulama yapılmamasını” talep etti:

“Öğretmenevi yönetimi, Validebağ Korusu’nda ‘ben yaptım oldu’ zihniyetiyle, keyfi biçimde yaptıkları her işte karşılarında Validebağ Gönüllüleri’ni ve halkı bulacaktır. Biz haklı  mücadelemize halkımızla birlikte devam ediyoruz”

Dünya nehirleri son 30 yılın en düşük seviyesinde

Dünya Meteoroloji Örgütü‘nün (WMO) Küresel Su Kaynakları Durumu raporuna göre, son beş yıldır dünya genelinde nehir seviyeleri ortalamanın altında kalırken, baraj gölleri de düşük seyretti.

Bu, son 30 yılda yaşanan en hızlı kuruma.

2023’te küresel nehir havzalarının yüzde 50’sinden fazlasında anormal koşullar yaşandı. Bu durum 2022 ve 2021’de de benzerdi. Şiddetli kuraklık ve düşük nehir deşarj koşullarıyla karşı karşıya kalan bölgeler arasında Kuzey, Orta ve Güney Amerika‘nın büyük bölgeleri de bulunuyor. Örneğin Amazon ve Mississippi nehirlerinde rekor oranda düşük su seviyeleri kaydedildi. Dünyanın diğer tarafında, Asya ve Okyanusya‘da, başta büyük Ganj, Brahmaputra ve Mekong nehir havzaları olmak üzere neredeyse tüm havza bölgelerinde normalden düşük seviyeler görüldü.

Raporda, iklim bozulmasının suyun yönünü de değiştirdiği ve aşırı sellere ve kuraklıklara neden olduğu belirtiliyor.

2023, bir yandan nehirlerin sularının çekildiği ve ülkelerin kuraklıkla karşı karşıya kaldığı aynı zamanda kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu. Aynı anda dünya çapında yıkıcı seller de yaşandı.

Sel felaketiyle karşı karşıya kalan bölgeler arasında Afrika’nın doğu kıyısı, Yeni Zelanda‘nın Kuzey Adası ve Filipinler de yer aldı. İngiltere, İrlanda, Finlandiya ve İsveç‘te nehirlerde normalin üzerinde debiler kaydedildi.

‘Su, iklim değişikliğinin kömür madenindeki kanaryadır’

WMO’ya göre, bu aşırılıklar 2023 ortasında La Niña hava fenomeninden El Niño‘ya geçişten de etkilendi . Ancak bilim insanları, iklim bozulmasının bu hava olaylarının etkilerini daha da kötüleştirdiğini ve tahmin edilmesini daha da zorlaştırdığını söylüyor.

WMO Genel Sekreteri Celeste Saulo, raporu şöyle değerlendirdi:

“Su, iklim değişikliğinin kömür madenindeki kanaryadır. Giderek artan aşırı yağışlar, seller ve kuraklıklar şeklinde sıkıntı sinyalleri alıyoruz ve bu da hayatlara, ekosistemlere ve ekonomilere ağır bir bedel ödüyor. Eriyen buzlar ve buzullar milyonlarca insan için uzun vadeli su güvenliğini tehdit ediyor. Ve yine de gerekli acil eylemi yapmıyoruz.

Artan sıcaklıkların bir sonucu olarak hidrolojik döngü hızlandı. Ayrıca daha düzensiz ve öngörülemez hale geldi ve çok fazla veya çok az su sorunuyla karşı karşıyayız. Daha sıcak bir atmosfer, yoğun yağışa elverişli olan daha fazla nemi tutar. Toprakların daha hızlı buharlaşması ve kuruması kuraklık koşullarını kötüleştirir.”

Buzullarda da son 50 yılın erime rekoru kırıldı

Bu dengesiz su koşulları arzı da riske atıyor. Şu anda 3,6 milyar insan yılda en az bir ay boyunca suya yetersiz erişimle karşı karşıya ve BM Su’ya göre bunun 2050 yılına kadar 5 milyarı aşması bekleniyor.

WMO’nun Eylül 2022 ile Ağustos 2023 arasındaki ön verilerine göre, buzullarda geçen yıl da erime eğilimi arttı, 50 yıllık gözlemlerdeki en yüksek rakam olan 600 gigatondan fazla su kaybedildi.  Batı Kuzey Amerika‘daki dağlar ve Avrupa Alpleri aşırı erimeyle karşı karşıya kaldı. İsviçre Alpleri son iki yılda kalan hacimlerinin yaklaşık yüzde 10’unu yitirdi.

Saulo, “Dünyanın tatlı su kaynaklarının gerçek durumu hakkında çok az şey biliniyor. Ölçmediğimizi yönetemeyiz. Bu rapor, gelişmiş izleme, veri paylaşımı, sınır ötesi iş birliği ve değerlendirmelere katkıda bulunmayı amaçlıyor. Buna acilen ihtiyaç var” dedi.

11. Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali başlıyor

11. Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali, yarın (9 Ekim) başlıyor.

13 Ekim’e kadar devam edecek festivalde film gösterimleri, her yıl olduğu gibi bu yıl da ücretsiz olacak.

Festival kapsamında, dünya çapında 500’ü aşan başvuru arasından seçilen, 20’den fazla ülkeden 35 belgesel gösterilecek.

11 belgesel iki büyük ödül için yarışacak

Ana yarışma kategorisinde bu yıl 11 belgesel, iki ödül için yarışıyor: Ülkenin en önemli gravür sanatçılarından Bozcaadalı Fethi Kayaalp adına verilecek olan BIFED Büyük Ödülü ve adanın ilk müzik öğretmenlerinden Madam Melpo adına verilen ikincilik ödülü.

Aralarında aktivist, insan hakları uzmanı, tarihçi, yazar, akademisyen, gazeteci, festival kurucusu isimlerin de bulunduğu kadın ağırlıklı jüri, Rûken Tekeş, Simon El Habre, Mafalda Ade, Eleonora Isunza, Katharina Weingartner’dan oluşuyor.

Festival kapsamında trafik kazasında yaşamını yitiren Naci Güçhan’ın adını taşıyan kategori ise öğrenci belgesellerini desteklemek için oluşturuldu. Bu kategoride yarışacak biri Türkiye’den, altı filmi akademisyen Sonay Ban ile yönetmen ve tasarımcı Mattia de Virgiliis değerlendirecek.

Bu sene ilk defa ‘en iyi müzik’ ödülü verilecek

Bu yılki ödüllere, ilk kez müzik ve ses konusu da eklendi. Belgesel filmde sesin/müziğin işlevi, görüntü ve ses arasındaki etkileşimin önemi değerlendirilerek En İyi Belgesel Müziği dalında, İdil Schneider-Bulut adına bir ödül verilecek. Bu kategorinin jürisi, müzisyen Bruno Schneider, müzikolog Alper Maral ve besteci Can Azbazdar’dan oluşuyor.

Ön jürinin final seçkisine alamadığı halde çok kıymetli bularak mutlaka izleyiciyle buluşturmak istediği 12 belgesel ise Panorama kategorisinde yer alacak.

Etkinlikte film gösterimlerinin yanı sıra ekolojik kaygılara odaklanan tartışmalar, paneller ve toplantılar da yer alacak. Katılımcılar ayrıca soru-cevap oturumları sırasında yönetmenlerle etkileşim kurma fırsatını bulacak.

BİFED organizasyon ekibinin festival çağrısında şunlar dile getiriliyor:

Tatillerinizin ardında nasıl bir iş gücü var? Yaptığınız seyahatlerden geriye ne kalıyor elinizde? Portekiz’de yaban mersinini, Yunanistan’da zeytini, İspanya’da çileği toplayanın bir milyon göçmen olduğunu biliyor musunuz? 2050’de 9.7 milyar olması beklenen dünya nüfusunu beslemek için sürdürülebilir vaatler sunan balık çiftlikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Peki kirlenen denizler, ele geçirilen doğal kaynaklar hakkında? Temiz ve yaşayan bir Akdeniz artık hayal mi? Doğaya âşık, alışılmamış imgelerle şiirler yazan bir şairle bir petrol şirketinin yolu nasıl kesişebilir? Caz müzisyenleri Abbey Lincoln ve Max Roach Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini neden bastılar?

Bu soruların cevabı da aynı tarihlerde Bozcaada’da. Çünkü, BIFED Bozcaada’da.

Dünyayı kuş bakışı seyretmek, başka hiçbir yerde rastlayamayacağınız insanlarla ve diğer canlılarla karşılaşmak, onlarla selamlaşmak ve bu sayede kendinizi bir yeryüzü kardeşliğinin ortasında bulmak isterseniz, 9-13 Ekim tarihleri arasında Bozcaada’ya gelin. Konaklama, yeme-içme gözünüzü korkutmasın. Bozcaadalılar on bir yıldır destekledikleri festivallerini yine destekliyorlar.”

Fimlerle ilgili geniş bilgi, katılım ve konaklama koşullarını bifed.org adresinden ve bifed_doc sosyal medya hesabından öğrenebilirsiniz.

Ordulular kazandı: Yaylalarda maden sondajının yürütmesi durduruldu

Ordu Çevre Derneği, Korgan ve Aybastı halkının, Korgan yaylalarında başlayan ve Perşembe Yaylası‘nı da olumsuz etkileyecek olan maden arama sondaj çalışmasının durdurulması için Ordu İdare Mahkemesine açtığı davada “yürütmeyi durdurma” kararı verildi.

Mahkeme kararı hakkında bilgi veren Ordu Çevre Derneği Yönetim kurulu üyesi ve  davanın avukatı Haluk Türkmen, “Karar haklılığımızı bir kez daha gösterdi. Şimdi mücadeleyi büyütme zamanı. Mahkeme kararıyla 13 Ekim mitingimizi şenliğe dönüştüreceğiz” dedi.

Yeşil NoktaOrdulular madenlerle tehdit edilen Perşembe Yaylası için mücadele ediyor
Yeşil NoktaOrdululardan 13 Ekim’de miting çağrısı: Yaylalarımıza dokunma!

Türkmen, “yürütmeyi durdurma” kararının gerekçeleriyle ilgili şu bilgileri verdi:

“Sondaj ile arama çalışmalarının ÇED gerektirdiği, sondajın meralara ve mendereslere zararı olacağının idarece de kabul edildiği, tahsis kararı değişikliği yapılmadığı, Mera Kurul Kararı öncesi teknik ekibin eksik oluşturulduğu, kurumlardan izin alınmadığı mahkeme kararında belirtilmektedir.

Ayrıca, dava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı olduğunun saptanmasına rağmen uygulamanın sürdürülmesi halinde, tüm eylem ve işlemleri hukuka uygunluk karinesine dayanan hukuk devleti ilkesine aykırı bir durum meydana geleceği, dava konusu işlemin mera ve yaylak alanda sondajlı maden aramasına izin verilmesine ilişkin olduğu, yapılacak olan sondajın çevreye vereceği olası zararlarda davacılar ve çevre yönünden telafisi güç zararlar doğabileceği de açıktır.”

İdare Mahkemesi, hukuka aykırılık gerekçesiyle açılan işlemin ygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinden 2577 sayılı kanunun 27.maddesi uyarınca teminat alınmaksızın esas hakkında kadar verilinceye kadar yürütülmesinin durdurulmasına karar verdi.

13 Ekim’deki miting şenliğe dönüşecek

Korgan Aybastı Kabataş Yaylaları Koruma Platformu 13 Ekim’de Aybastı Perşembe Yaylası’nda ‘Yaylalarımıza Dokunma” sloganıyla yapacakları mitinge çağrı yapmış, tüm ordu halkını yaylaları korumak için eyleme davet etmişti.

Mitinge çağrı açıklamasında platform sözcüsü Özdilek Aydoğan şunları ifade etmişti:

“Yaylalarımız hayvancılık için olmazsa olmazımız. Yaylalarımızın her taraf su kaynaklarıyla dolu. Yani yaşam alanımız. Endemik türleriyle, menderesleriyle, tarihi misyonuyla, şelale ve dereleriyle ayrı bir değer olan Perşembe Yaylası yok edilmek isteniyor. Yok edilen her tarım arazisi, mera, orman, kirletilen su ekolojik dengeyi bozan adım olmaktadır. Ordu İdare Mahkemesine davamızı açtık. Sondaj alanına giderek üç kez çalışmaları durdurduk. Şirket sondaj için kurumlardan alması gereken izinleri bile almadan çalışmaya başladığı belgelerle kanıtlandı.”

Avukat Türkmen, mahkeme kararının ardından 13 Ekim mitingini kutlama şenliğine dönüştüreceklerini belirterek, “Şimdi mücadeleyi büyütme zamanı” dedi.

 

Kağıt mendiller ve tuvalet kağıtları binlerce kilometre uzaktaki yangınları nasıl körüklüyor?

Bilim insanları, kullandığımız bir takım günlük ürünlerin, eylül ortasında üç gün boyunca, Portekiz’in bazı bölgelerini kasıp kavuran ve dokuz kişinin ölümüne neden olan orman yangınlarının felaket boyutuna ulaşmasında rol oynamış olabileceğini duyurdu.

Bazı tuvalet kağıdı, mendil ve ofis kağıdı markaları, ülkeye özgü olmayan bir tür olan okaliptüs ağaçlarından elde edilen malzemelerle üretiliyor.

Avustralya‘ya özgü okaliptus, koalalar ve diğer yaban hayatına yiyecek ve barınak sağlıyor. Ancak 19’uncu yüzyılın başında götürüldüğü Portekiz de dahil olmak üzere diğer ülkelerde de hızla yayıldı.

Portekiz’de yaygın olarak dikilen “okaliptüs globulus” (Tazmanya mavi sakızı olarak da biliniyor) türü, ticari yetiştirme için ideal bir ağaç, çünkü daha hızlı büyüyor,  daha fazla lif içeriyor ve diğer türlerden daha fazla kağıt hamuru üretiyor. Bu, verimli ve ekonomik bir şekilde yüksek kaliteli kağıt ve mendile dönüştürülebileceği anlamına geliyor.

Ülkede kağıt ve kereste endüstrileri 1900’lerin ortalarında büyüdükçe, okaliptüs plantasyonları da büyüdü ve tür artık yaklaşık 2 milyon dönümlük alanı kaplıyor. Bu, ülkenin neredeyse onda biri ve toplam ormanlık alanının dörtte biri.

Boyutuna orantılı olarak dünyadaki herhangi bir ülkeden daha fazla okaliptüse sahip olan ülkede bazı Portekizlilerin dediği gibi, kilometrelerce uzanan ağaçlar manzarayı “yeşil çöller” gibi kaplıyor.

Coğrafyaya uygun olmayan okaliptüs plantasyonları risk yaratıyor

Ancak bu ağaçlar özellikle yanıcı bir nitelik taşıyor.

Uzmanlar, tıpkı Portekiz gibi, taşındığı ABD‘nin Kaliforniya eyaletinde de “doğal tür” haline gelen okaliptüslerin her iki ülkede oluşturduğu riskleri uzun süredir tartışıyor. Yapılan bazı çalışmalar bu ağaçların (özellikle kabukları, dalları ve yaprakları) diğer türlere göre daha yanıcı olduğu konusunda uyarıyor. Kaliforniya’daki Ulusal Park Hizmeti ağaçları yangın tehlikesi olarak yönetiyor.

Portekizli bir çevre grubu olan Quercus (meşe ağacının bilimsel adı) okaliptüs ağaçlarının yayılmasını sınırlamak ve yerli meşenin daha fazla büyümesini teşvik etmek için çalışmalar yürütüyor.

Quercus’ta orman mühendisi olarak çalışan Domingos Patacho, okaliptüs ağaçlarının bu kadar yanıcı olmasının nedenlerinden birinin, türe uyum sağlayamayan Portekiz topraklarında yaprak ve dallarının çok yavaş bir şekilde ayrışması ve orman tabanında yakacak kalıntıları bırakması olduğunu söyledi.

CNN’e konuşan Patacho, okaliptüsleri yakan orman yangınlarının daha hızlı yayıldığını ve diğer alanlara daha kolay sıçradığını belirterek, “Bu ağaçlarda kabuklarının çatlaması sonucu kendiliğinden alev alan ve daha sonra büyük mesafelere fırlatılan bir böcek yaşıyor. Bu akkorla kabuk parçaları rüzgarla bazen birkaç kilometre uzağa taşınıyor ve ikincil tutuşmalar yaratıp başka cepheler açarak itfaiyecileri alt edebiliyor” dedi.

Portekizli peyzaj mimarı Henrique Pereira dos Santos da, Kuzeybatı Portekiz’de yangın riskini artıran diğer faktörlere dikkat çekti.

Örneğin, kavurucu yazların yabani otlar ve yangınları körükleyebilecek diğer bitkilerin yavaş büyümesi anlamına geldiği Yunanistan ve İtalya‘nın bazı bölgelerinin aksine, de Santos’a göre Atlantik Okyanusu‘na yakınlığı nedeniyle kuzeybatı Portekiz daha serin ve daha nemli kalıyor. Bu da bu tür bitki örtüsü için ideal büyüme koşulları oluşturuyor. Finlandiya gibi yerlerde genellikle soğuk mevsimlerde büyümeyi bırakan doğal yangın yakıtları, Portekiz’in ılıman kışında çiçek açmaya devam ediyor:

“Zayıf topraklar, elverişsiz topografya ve ince yakıtların birikmesini kolaylaştıran bir iklimin birleşimine sahibiz.”

‘Dönüştürülmüş’ bir kasaba

Portekiz’in orta batısındaki Albergaria-a-Velha kasabası, eylül ayındaki yangınlardan en çok etkilenen yerlerden biri oldu. Kasabanın etrafındaki ormanlık alanlar ve okaliptüs tarlaları alevlere teslim oldu.

Kasabada 21 bin hektardan fazla arazinin yanması sonucu dört kişi hayatını kaybederken, en az 40 aile de evsiz kaldı.

Bölgedeki bazı küçük toprak sahipleri okaliptüs odunlarını Lower Vouga Forestry Association adlı bir kooperatif aracılığıyla satıyor. Satılan ağaçların zoğu, Portekiz merkezli uluslararası bir kağıt hamuru ve kağıt şirketi olan Navigator Company’ye gidiyor. Ülkenin en büyük okaliptus malzeme üreticisi olan ve ürünlerini dünyanın dört bir yanına ihraç eden şirket yöneticileri  “ABD’de önemli bir pazar payına” sahip olan, dünyanın en çok satan birinci sınıf kağıdını” ürettiklerini iddia ediyor.

Şirket ve iştirakleri ayrıca Avrupa’da sattığı mendil, tuvalet kağıdı ve mutfak ruloları da üretiyor. İngiltere’de bunlar Elegance, Magnum ve Softy gibi tanınmış markalar altında satılıyor.

260.000 dönümden fazla araziye sahip veya kiralayan Navigator, ayrıca küçük toprak sahiplerinden ve kooperatiflerden de satın alıyor.

Şirket okaliptus plantasyonlarının orman yangınlarındaki payını reddetse ve gerekli önlemleri aldığını belirtse de, ülkedeki ormanların neredeyse tamamının özel sektörün elinde olması ve ülkenin merkezinde ve kuzeyinde toprakların nesilden nesile giderek daha küçük parçalara bölünmüş olması eleştirilere ve tepkilere neden oluyor.

Gazze’de yaşanan ekokırım geri döndürülemez boyutlara ulaştı

İsrail‘in 7 Ekim 2023’ten bu yana saldırılarını sürdürdüğü Gazze’de binlerce sivil hayatını kaybederken saldırıların çevreye verdiği tahribat ekokırıma dönüştü.

Saldırılarda bir yılda 40 bini aşkın Filistinli yaşamını yitirdi, 100 bine yakın kişi yaralandı. Yaşanan bu insani krizin yanı sıra saldırılar tarım arazilerine, su kaynaklarına, ekosisteme ve biyolojik çeşitliliğe büyük zarar vererek, geri dönülemez boyutlara yol açtı.

Gazze’deki hükümet, saldırıların ilk dört ayı itibarıyla, İsrail’in bölgeye 70 bin ton bomba attığını açıklamış, bunların arasında Birleşmiş Milletler (BM) Belirli Konvansiyonel Silahların Kullanımının Yasaklanması veya Sınırlandırılması Sözleşmesi (BKSS) kapsamında yasaklı olan fosfor bombasının da yer aldığını duyurmuştu.

Yeşil NoktaFilistinli çevre örgütleri: Gazze’deki tarım arazileri askeri üsse dönüştürülüyor
Yeşil NoktaDünyanın en büyük su krizi Gazze’de: Suyun miktarında ve kalitesinde büyük sıkıntı var
Yeşil NoktaGıda Krizine Karşı Küresel Ağ: En şiddetli gıda krizi çekilen yer Gazze
Yeşil NoktaGazze’nin yeniden inşasının karbon maliyeti: 135 ülkenin emisyonunu aşacak
Yeşil NoktaBM, Filistin’in Gazze’deki ‘çevre suçlarının araştırılması’ talebini kabul etti
Yeşil NoktaGazze’deki hayvanlar da zorda: Hayvanat Bahçesi’ndeki çok sayıda hayvan açlıktan öldü
Yeşil Noktaİsrail’in tünelleri suyla doldurma planı Gazze’de çevre felaketine yol açabilir

Beyaz fosfor bombasının da yer aldığı yakıcı silahlar kategorisinde yer alan mühimmatlar altyapılara ve çevreye büyük zararlar veriyor. Yüksek derecede tehlikeli olan beyaz fosfor bombası havayla temas ettiğinde yanmaya başlıyor ve ortamda hava bulunduğu müddetçe söndürülemiyor.

Suya bulaştığında yıllarca saklı kalabilen ve sudaki canlıları zehirleyen beyaz fosfor bombası su kaynakları üzerinden havzalara, ardından toprağa ve havaya karışıyor, bitkilere temas ettiğindeyse onları öldürüyor.

EKOKIRIM 

 

Ekolojik kırımın kısaltması olarak kullanılan ekokırım (ecocide) kavramı, Avrupa Hukuk Enstitüsü’nce, “Can pahasına da olsa çevrenin yıkımı ve tahrip edilmesi” olarak tanımlanıyor.

 

Biyoloji profesörü Arthur W. Galston tarafından 1970’lerde Vietnam Savaşı esnasında ortaya atılan ekokırım kavramı, o dönem ABD ordusunun ülkedeki bitki örtüsünü ve mahsulleri tahrip etmek için herbisit ve portakal gazı kullanmasına karşı yapılan protestolarda sıkça kullanıldı.

 

Ekokırım, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş statüsü olan Roma Statüsü‘nde “savaş suçu” başlığı altında bir suç olarak kabul edilirken söz konusu belgede bir savaş veya saldırı ortamında doğal çevreye geniş, uzun dönemli ve ciddi bir zarar verilmesine neden olacak nitelikteki saldırılar suç olarak tanımlanıyor.

Ağır bombardıman altındaki Gazze’de tarım alanları tahribi

BM Eğitim ve Araştırma Enstitüsü’nün (UNITAR) Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi ile işbirliği içinde yürüttüğü Operasyonel Uydu Uygulamaları Programı (UNOSAT) ve BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) haziran ayında ortak yayımladığı “Gazze Şeridi Tarım Alanları Hasar Tespiti” raporuna göre bölgede devam eden savaş sonucu Gazze’de tarımsal verim zaman içinde azaldı.

Sentinel-2 isimli uydudan 2017 ve 2024 yıllarında alınan görseller üzerinden yapılan  analizlerde ağaçlar ve tarla bitkilerinde oluşan hasarlar mercek altına alındı. Çalışma sonunda bombardımanlar, ağır araçların neden olduğu tahribatlar, hava saldırıları ve diğer çatışma unsurlarının tarımsal alanlara ciddi zarar verdiğini gösterdi.

Fotoğraf: Mostafa Alkharouf/ AA

Gazze Şeridi’ndeki tarım arazileri, bölgenin yüzde 41’ine denk gelen, yaklaşık 150 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Önceki yedi yılın ortalamasıyla karşılaştırıldığında Haziran 2024’te bölgedeki tarlaların yüzde 63’ünde verimin azaldığı görüldü.

18 Haziran 2024 tarihli uydu görüntülerinden elde edilen verilere göre Gazze Şeridi’nin 5 ana bölgesindeki tarım arazileri değişen oranlarda tahribata uğradı.

Buna göre, Gazze’nin kuzeyindeki 31,3 kilometrekarelik tarım arazisinin yaklaşık yüzde 75’i yani 23,5 kilometrekaresi, Gazze kentindeki 31,5 kilometrekarelik tarım arazisinin yüzde 69’una denk gelen 21,6 kilometrekaresi, Deyr El Balah bölgesindeki 25,9 kilometrekarelik tarım arazisinin yüzde 56’lık bölümünü oluşturan 14,6 kilometrekaresi, Han Yunus bölgesindeki 42,7 kilometrekarelik tarım arazisinin yüzde 58’i yani 24,6 kilometrekaresi, Refah bölgesindeki 19,1 kilometrekarelik tarım arazisinin ise yüzde 52’sine tekabül eden 9,9 kilometrekaresi tahrip oldu.

Fotoğraf: Jehad Alshrafi/ AA 

Uydudan görüntülenen devasa çöplükler

Saldırıların ardından bölgedeki atık ayrıştırma altyapısının kullanılamaz hale gelmesiyle atıklar da ciddi bir halk sağlığı problemine dönüşmüş durumda. Hollanda merkezli sivil toplum kuruluşu PAX for Peace tarafından temmuz ayında yayımlanan “Gazze’deki Savaş ve Çöp” başlıklı rapora göre sadece Ekim 2023 ile Mayıs 2024 arasında çöplerin biriktirildiği 225 atık sahası tespit edildi. Raporda bu sayının uydu görüntülerinden tespit edilebilecek büyüklükteki çöp sahalarını kapsadığı, daha ufak çapta birçok çöp sahasının bulunduğuna dikkat çekildi.

Diğer yandan atıkların yakılması, hava kirliliği problemini ve birçok bulaşıcı hastalığı da beraberinde getiriyor.

Biyoçeşitlilik kaybı riski

Filistin Yönetimi’ne bağlı Çevre Kalite Kurumu’na göre 4 Temmuz itibarıyla bölgede 150 ila 200 kuş türü, 20 civarında memeli türü ile nadir ve nesli tehlike altında olan 20 sürüngen türü bulunurken İsrail saldırıları buradaki biyolojik çeşitliliği riske atıyor.

AA’ya konuşan Beytüllahim Üniversitesi Filistin Enstitüsü Biyoçeşitlilik ve Sürdürülebilirlik Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mazin Qumsiyeh, bölgedeki çevresel hasarların bazılarının artık geri döndürülemez olduğunu söyledi:

“Konu üzerine daha fazla çalışma gerekiyor ancak elimizdeki çalışmalar bölgedeki tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 70’inin zarar gördüğünü aktarıyor. Örneğin bölgedeki su akiferleri ciddi zarar gördü, bunlar yeniden eski haline dönemeyebilir. Dönse bile bu onyıllar alacaktır.” dedi.

Bölgede devam eden ekolojik yıkımı değerlendirebilecek bir uluslararası hukuk otoritesi olmadığını ve BM Güvenlik Konseyi‘nde veto hakkına sahip ülkelerden dolayı bu suçların cezasız kaldığını belirten Qumsiyeh, Gazze’deki insanlık krizinin bölgesel değil küresel olduğunu ve dünya barışını tehdit ettiğini dile getirdi.

Körfez havzasını zehirleyen Dilovası’na bir beton santrali inşaatı daha

Kocaeli‘ne bağlı Dilovası ilçesi Çerkeşli Mahallesi’ne anıt ağaçların, mesire yerinin, tarihi çeşme ve su havzasının bulunduğu yeşil alana beton santrali kurulmak isteniyor.

Çerkeşli sakinleri, taş ocakları, sanayi kuruluşları ve organize sanayi bölgeleri ile çevrili köylerinin kalan tek yeşil alanına ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından korunan çınar ağaçlarının gölgesinde yapılmak istenen santrale karşı yaptıkları protesto eyleminde ruhsatın iptalini istedi.

“Türkiye sanayisinin kalbi” olarak adlandırılan ve demir çelik, kimya, petrol, otomotiv ve lastik sektörü olmak üzere 400’ün üzerinde büyük ölçekli sanayi kuruluşu, kimya, petrol ve LPG depolama tanklarını da barındıran Kocaeli’nde, halen yeni sanayi kuruluşlarının  anlaşmaları yapılıp temelleri atılıyor. Yerli ve yabancı yatırımcının, deniz, kara ve demiryolunun yanı sıra hava ulaşımı açısından da en uygun konumda olması nedeniyle tercih ettiği ilde 13 organize sanayi bölgesi bulunuyor.

Yeşil NoktaDilovası’ndaki son ağaçlar da kesiliyor
Yeşil NoktaErgene ve Dilovası’nda yapılan kanser araştırması sonuçları neden açıklanmıyor? – Bülent Şık
Yeşil NoktaDilovası’nda yaşayanlar Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesi’ne, ‘Hayır’ dedi!
Yeşil NoktaDilovası’nın bitmeyen çilesi: Kanalizasyona kimyasal atık döktüler
Yeşil NoktaDilovası’nı zehirleyen çimento fabrikası kapasite artırıyor
Yeşil NoktaDilovası’nda ‘asbest’ten bihaber yol çalışması: Derhal durdurulmalı
Yeşil NoktaDilovası’ndaki kaçak atık deposu meclis gündeminde
Yeşil NoktaDilovası gerçeği: Anne sütünde ağır metal var

Aralarında dev demir çelik tesislerinin de bulunduğu, çimento, kimya ve boya sanayii başta olmak üzere birçok fabrikanın konut alanları ile iç içe girdiği Dilovası İlçesi’nde ise altı OSB bulunuyor. Bacalardan çıkan gazlar nedeniyle vatandaşların zehirli hava soluduğu ilçedeki kanser vakaları, dünya ortalamasının 30 kat üzerinde olarak tespit edildi.

Mahallelerin, yaşam alanlarının içinde yer alan kirletici sanayinin yarattığı kirlilik ve atık sorunu da yıllardır çözülmüyor. Temiz Hava Hakkı Platformu’na göre de ilçede hava kirliliği Türkiye ortalamasının üç katı olmasına rağmen 2022 ve 2023 yıllarında bu bölgede havadaki kirletici partikül ”PM10” ölçümleri de yapılmamış. 

İçme suyu havzası olan bölgede anıt ağaçlar bulunuyor

Dilovası Ekosder Çevre Derneği Başkanı İsmail Sami, yüzyıllardır mesire alanı olarak kullandıkları bölgede, Oluklar mevkiinde su havzası bulunduğunu ve köyün su ihtiyacını buradan karşıladıklarını belirterek, inşaatın durdurulmasını ve köy mücavir alanının bir an önce belirlenmesini talep etti.

Proje izni veren kurumlara seslenen Sami, “Ankara’dan kağıt üzerinde karar vermeyin. Yerinde ve yerel halkla istişare ederek projeleri gerçekleştirin” dedi.

Lisanslı tarihçi ve Çerkeşli köylüsü Mustafa Tüze ise santral kurulmak istenen bölgeyle ilgili şu bilgileri verdi:

“Beş yıl önce muhtarımızın müracaatı ile tarihi ağaçlarımız anıt ağaç olarak tescillendi. Bu ağaçlar, 1329 Pelekanon Savaşı (Maltepe Muharebesi) sırasında Orhan Gazi adına dikilmiştir. Ağaçlarımız doğu çınarıdır. Bu alan yıllardır köylü tarafından mesire ve atış alanı olarak kullanılıyor. Bu anıt ağaçları korumak insanlık olarak hepimizin görevidir. Bölgede bulunan su kaynağından köy içindeki çeşmemize 1920 yılında Hacı Arifağa su taşınmıştır. Burası içme suyu havzasıdır. Burada yapılacak sanayileşme, suyumuza ve diğer değerlerimize zarar verecektir. Devlet halkın yanında olmalıdır.”

Beş partinin temsilcilerinden itiraz: Çerkeşli halkının yanındayız

Eyleme ilçede faaliyet gösteren siyasi parti temsilcileri de katıldı.

DEM Parti Dilovası ve Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Eylem Güleser, Kocaeli Milletvekili Ömer Gergerlioğlu, meclis üyeleri ve ilçe örgütüyle yakın zamanda bölgeyi ziyaret edip sorunu gündeme getirmeye çalıştıklarını hatırlatarak şunları söyledi:

“Geçen hafta Dilovası Belediyesi meclis toplantısında Çerkeşli köyüne kurulmak istenen beton santralin halk tarafından tepki ile karşılandığını dile getirdik. Üzülerek bu konuda asıl sorumlu olanların ve Dilovası Belediye Başkanının tek bir kelime bile konuşmadığını gördük. Çerkeşli halkı bilgilendirilmeden, ÇED toplantısı yapılmadan beton santrali yapımı başlatılmış durumda. Buraya beton santrali yapılması durumunda bu yeşil alanda bulunan doğal kaynaklar ve köy halkı ciddi şekilde olumsuz etkilenecek. Zaten kirli akan bölgedeki dereler daha da kirlenecek. Çerkeşli köyü halkının yanında olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz.”

İYİ Parti İlçe Başkanı Emin Yılmaz ise santrale ilişkin teknik sorunlara dikkat çekti:

“Bu yeşil alana kurulmak istenen beton santralinin bazı teknik sorunları var. 1/1000 imar planlamasına göre 18 uygulaması yapılmadan daha önceki başkan ruhsatı vermiş. Firma ise yasal zemini aşarak bazı uygulamalar yapmış. Eğer bu alanda sade bir vatandaş bu yasal zemin dışı uygulamayı yapsaydı Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ekipleri yıkıma gelirlerdi. Burada yapılan uygulama Çerkeşli köylüsü ve Dilovası halkına büyük bir saygısızlıktır. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmayacağız. Yaşanabilir, temiz bir Dilovası istiyoruz. Dilovası Belediye Başkanı Ramazan Ömeroğlu’nu gerekeni yapma noktasında göreve davet ediyorum.”

Bölgede haddinden fazla sanayi yükü olduğuna dikkat çeken CHP İlçe Başkanı Servet Turhan, halihazırda köyün yakınındaki Diler ve Çolakoğlu fabrikaları yüzünden toza ve hava kirliliğine maruz kaldıklarını anlattı:

“Zamanında yemyeşil olan Dilovası’nın adını “Kanser Ovası” yapanlar, çevreyi kirleten sanayi kuruluşlarıdır. İlçe olarak çok az yeşil alanımız kaldı. Bugün burada toplandığımız alan da bunlardan biri. Bari bu alanlara beton dökmeyelim. Mevcut siyasi yönetim, maalesef halka hizmet yerine parası olan sanayiciye hizmet vermeye başlamıştır. Bu alanları bir rant alanı olarak görmektedir. Bizler de halkımızla birlikte bu rant girişimlerini engelleyeceğiz. 600 yıllık çınarın doğal kaynak sularının olduğu bu yeşil mesire alanını korumak için elimizden geleni yapacağız.”

Yeniden Refah Partisi Dilovası Belediye Başkan Adayı Ercan Oğuz, doğal alanlarının beton altında bırakılmak istenmesine karşı AKP ve MHP meclis üyelerinin ve milletvekillerinin ortada olmamasını eleştirdi: “Vatandaşa ‘hakkınızı biz savunacağız’ diyorlar ama halk bir sorunla karşılaşınca ortalıkta görünmüyorlar. Hiç kimseden beklentimiz ve korkumuz yok. Gayri meşru alınmış ruhsata karşıyız. Bu konuda hukuki süreç başlatacağız. Parti olarak konunun takipçisi olacağız.”

Saadet Partisi Dilovası İlçe Yöneticisi Metin Turan da bölge halkının iradesinin yok sayılarak işlerin Ankara’dan halledilmeye çalışıldığını kaydetti; “Burada kentine değil de kendine çalışan bir sistem uygulanıyor.  Biat ve rant sistemi olduğu müddetçe olumlu hiçbir şey olmaz. Duyarlı halkımızla Kömürcüleri nasıl yendiysek burada yapılmak istenen yanlışı da yeneceğiz” dedi.

Seçim sürecinde vatandaşın kapısını çalıp oy isteyenlerin seçimlerden sonra halka hizmet yerine sorun yarattığını belirten Zafer Partisi Dilovası İlçe Başkanı Sevda Çon, “Burası çok güzel bir doğa alanı, burada 600 yıllık anıt ağaçlar var. AKP ve MHP burada halka kumpas kurmuş, köylülerimizi kandırmaya çalışıyorlar. Bizler her zaman köylümüzün yanında olacağız. Artık bu yağmacı düzene bir dur dememiz lazım” diye konuştu.

 

Kardeşimi kim öldürdü?

Ayşenur Ezgi Eygi, Narin Güran ve Reşit Kibar, aynı günlerde üç farklı zalimliğin kurbanı olarak aramızdan alındı. Vahşet sisteminin çarkları öyle hızlı işliyor ki daha öldürülen canlarımızın yasını tutamadan yeni cinayetlerle ve yeni kayıplarla sarsılıyoruz. Kadınlar, çocuklar, dezavantajlı bireyler, mülteciler, sokak hayvanları ve yine kadınlar…

Narin ve kırılgan çocuklarının, kibar ve doğasını koruyan evlatlarının, ezilen halklarla dayanışan kardeşlerinin ölümüne seyirci kalan bir toplum şu zamanda sarsılmayacaksa batsın gitsin zaten! Yaşadığımız ülke ve gezegen, Pablo Picasso‘nun Guernica‘sını aratmayacak hale geldiyse neyin normalini yaşıyoruz? Her zamanki gibi işimize gidip gelip, gülücükler saçarak çocuklarımızı nasıl seviyoruz? Haklısınız evet, yaşam devam ediyor. Ama başkasının acısına sadece bakarak, onu gerçek anlamda görmeden yaşamak nasıl bir yaşamak? Gerçek anlamda görmek fiil değil midir? Baktığını, gördüğün yerde bırakmamak değil midir? Hiç kimse, örgütlü kötülüğe karşı mücadele ederken, ölürsem beni hatırlayacaklar mı diye düşünmez. O an, oluşturduğu kişisel etik gereği, iradesini ortaya koyup yapacağını yapar sonucundan bağımsız olarak. Onların, bütün bunları yaparken  belki de bizden tek isteği bozuk düzenin çarkına bir çomak da bizim sokmamızdır kendi meşrebimizce…Görmek denilen olgudan beis budur bana göre.

Hayat sanatı taklit ediyor!

Bir köy düşünün, Lars Von Trier‘in 2003 yapımı Dogville filmini aratmayacak kadar yaygın kötülük halinde. Tek fark Dogville’de bu kötülük bir kadına karşıydı, burada 8 yaşında bir kız çocuğuna karşı.

Ayşenur Ezgi’nin İsrail askerlerince Batı Şeria‘da barışçıl bir eylemdeyken hedef gözetilerek öldürülmesinin ardından ABD Başkanı Joe Biden, “muhtemelen kaza gibi görünüyor. Kurşun yerden sekmiş ve kaza ile vurulmuş” açıklaması yapmıştı. Biden ve Trump açıklamalarıyla hep sanatın bir adım önünde zaten!

Artvin Hopa‘da ağaçları koruma mücadelesi verirken acımasızca katledilen Reşit Kibar’ın ölümü karşısında ise devlet katında tam bir sessizlik hakim, tüm ekoloji aktivisti cinayetlerinde olduğu gibi. Biz bu sessizliği çok iyi biliyoruz. Edouard Louis, babasının ölümünün yalnızca yaptığı işçilikle ilgili biyolojik bir ölüm olmayıp aynı zamanda toplumsal bir ölüm olduğunu müthiş bir gerçeklikle anlattığı “Babamı Kim Öldürdü” kitabında siyasilerin acımasız kurnazlığını şöyle dile getirmişti:

“Siyaset onların hayatını değiştirmez, belki azıcık. Bu da tuhaftır aslında, siyaseti yapan onlardır ama yaptıkları siyaset neredeyse hayatlarını hiç etkilemez. Siyaset, egemenler için genellikle estetik bir meseledir. Bir tür kendini keşfetme yöntemi, bir tür dünyayı algılama, kişiliğini inşa etme biçimidir. Bizler içinse ölmek ya da yaşamak anlamına gelir.” (1)

Ne Reşit Kibar cinayeti ne Narin Güran cinayeti ne de Ayşenur Ezgi Eygi cinayeti münferit ve tesadüf cinayetler değil. Hepsinin tetikçisi aynı. Küçük Narin’in ölümünün ardından sorumlu herkes yargılanacak demenizin, sosyalist kimliğiyle tanınan Ayşenur Ezgi’ye devlet katılımıyla tören düzenleyip hesap sorulacağı naraları atmanızın hiçbir karşılığı yok. Reşit Kibar ise zaten umurunuzda değil. Zira o üç cocuk babası, kamyon şoförlüğüyle geçimini sağlayan, herkesin yardımına koşan, neşeli ve herkesin Reşit abisiydi.

Kardeşlerimizi biz öldürdük!

Cinayetlerden, kötülüklerden, sömürüden, acılardan dolayı sistemi sorumlu tutalım. Evet sorumlu, hem de bizim bildiğimizden daha fazla gizli ve pis işleriyle…

Bunu ben de bazen yapıyorum. Sorumluluğu üzerinden atmanın müthiş bir katarsis etkisi var. Şimdi yazının başlığında sorduğum sorunun cevabına geliyorum: Kardeşimi ben öldürdüm.

İlksel insandan günümüze haysiyeti için acı çeken, ölümü göze alan insanları ve onların mirasını unuttuğumda öldürdüm kardeşimi. Bir halkın iktidarı, başka bir halka zulmederken seyirci kalarak ya da lafta bir şeyler yaparak öldürdüm. Bir kadının çığlığına kulaklarımı tıkayıp, aman başıma iş almayım dediğimde öldürdüm. Bakışlarıyla ne olur beni koruyun diyen çocuğun bakışının karşılığını verebilen bir toplumsallık geliştiremediğimde öldürdüm. Mermer ocaklarına karşı sedir ormanlarını savunup, kurdu-kuşu-böceği yaşatmak için elinden geleni korkusuzca yapan sevgili Ayşin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu‘yu fark edemeyip, sahip çıkmadığımda, davalarının peşine düşmediğimde öldürdüm.

Ama mücadele yaşatır! Nasıl bir mücadelenin cevabı ise sizde…

*

[1]Edouard Louis, “Babamı Kim Öldürdü”, Can Yayınları 2020, syf.48

Saldırıya uğrayan Acıbademlilerden eski bakan Koca’ya: Vazgeçmiyoruz, yeşilimizden elini çek!

Eski Sağlık Bakanı Fahrettin Koca‘nın Kadıköy-Acıbadem‘de bulunan Medipol Hastanesi’ne otopark yapılmak üzere, bölgedeki sınırlı yeşil alanda inşaat başlatılmasına karşı aylardır direnen ve önceki gün hastane valeleri ve güvenlik görevlilerinin saldırısına uğrayan Acıbadem halkı direnmeyi sürdüreceklerini duyurdu.

Bakan Koca’dan kamusal alandan elini çekmesini isteyen Acıbademliler, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan da görevini yerine getirmesini istedi.

3 Ekim 2024 Perşembe günü, halka seslenişleri sırasında Medipol çalışanlarının saldırısına uğradıklarını anlatan mahalle sakinleri, valelerin ortalama yaşı 65 olan vatandaşları yerlerde yuvarladığını, darp ettiğini ve bir kadın protestocunun kolunu kırdığını hatırlattı.

Yeşil NoktaKoca’nın hastanesi Medipol’ün valeleri, yeşil alanı korumak isteyen vatandaşlara saldırdı
Yeşil NoktaAcıbademliler bir avuç yeşil için nöbette: Bakanın hastanesine otopark için ağaçlar sökülüyor

Acıbadem Sakinleri Dayanışması‘ndan konuyla ilgili yapılan açıklamada, şunlar denildi:

“Bizler yaşam alanlarımızı, mahallemizin ortak değerlerini korumaya çalışan Acıbadem sakinleriyiz. Hepimiz komşuyuz. Şubat 2024’den beri Medipol Acıbadem Bölge Hastanesi’nin hem bitişiğinde, hem ön kısmında ve hem de E5 karşısındaki Sakinler tarafında izinsiz, hukuksuz inşaat ve gasp girişimlerine karşı mücadele veriyoruz. Bugün nöbetimizin de 216. günü.

Medipol Hastanesi’nin 23 katlı binasına helikopter pisti yaptığın ancak otoparkı iptal edip ameliyathaneye çevirdiğini belirten Acıbademliler, “Fahrettin Koca şimdi bölgemizdeki kamusal alanları tek tek “deniyor”. Acele ve hoyratlıkla, büyük iş makinalarıyla gece-gündüz demeden, yıllanmış ağaçlarımızı kökünden devirerek, alan açmaya çalışıyor. Her seferinde karşılarına çıkıp, durduruyoruz. Sorumlu kurumlardan önce ve sadece biz koruyoruz bu alanları” dedi.

Açıklamada, hem vakıf hem de kamuya ait alanları yağmalayıp sonra “VİP hizmet” olarak sunulan hastane kompleksinin hukuku ve mevzuatı yerle bir etmiş durumda olduğuna ve hala kendilerine ek alan katmaya çalıştıklarına dikkat çekildi; “Medipol’ün de Fahrettin Koca’nın da bizlerden çok rahatsız olduğunu biliyoruz. Çünkü suçlarını apaçık ediyoruz. Bir yandan sağlık kurumu imajı diğer yanda böyle bir gözü dönmüşlük, şiddet ve yasa tanımazlık iç içe geçiyor.” denildi.

Hukuksal süreç devam ediyor

E-5 Karayolu’nun kenarındaki şev alanında yapılan izinsiz çalışmaya karşı bölge halkı üç ayrı dava açtı: Usulsüz ruhsat ile yapılan kaçak inşaatın ruhsatlarının iptali, 2023’te İBB’nin ihaleye açtığı katlı mekanik otoparkın iptali ve  E5 karşısındaki Sakinler bölgesinde Vakıf arazisinin usulsüz şekilde Medipol’e otopark olarak verilmesi işleminin iptali.

Davalar sürerken, inşaat da olanca hızıyla devam ediyor.

Dayanışma’dan yapılan açıklamada; şunlara yer verildi:

Burası kamuya aittir. Medipol’ün değildir, eski Bakan Fahrettin Koca’nın hiç değildir. Yapılan kamunun alanını gasp etmektir.

Bizlere saldıranlar Medipol çalışanları idi. Elbette kızgınız ama daha da fazlası kararlıyız. Bir sağlık kurumu hem gasp hem yaralama, ikisini birden yapabilir mi?

Medipol’ün valeleri daha önce de bizlere gözdağı vermeye çalışmışlardı. 3 Ekim 2024’de önce megafonu ile konuşan kadın arkadaşımıza itelediler, megafonunu attılar. Onu korumaya çalışırken saldırı hepimize yöneldi. Biri kadın, biri erkek iki arkadaşımız çeşitli yerlerinden yara-bere aldı. Gözleri o kadar dönmüş ki video ile kayıt çalışan kadın arkadaşımızın bileğini kırdılar. Arkadaşımız Cuma günü ameliyata alındı. Bugün ancak evine dönebilecek.

Hastaneler iyileştirmek için vardır, öyle de olmalıdır. Geldiği mahallenin hem kamusal alanlarına hem insanlarına saldıran bir “sağlık kurumu” olamaz! ”

Koca’ya, İmamoğlu’na, Karayolları’na mesaj

Ne alanın sahibi olan Karayolları Genel Müdürlüğü’nün ne de sorumluluk sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘yle Kadıköy Belediye‘sinin inisiyatif alıp hukuksuz işlemi durdurduğunu belirten Acıbademliler, şu mesajları verdi:

Fahrettin Koca ve Medipol’e: Mahallemizdeki yaşam düzenimizi bozmayın. Kamusal alanlarımızdan elinizi çekin. E5’e bitişik devasa oksijen tankınızı kaldırın. Jeneratör ve havalandırma çıkışlarınızı komşu apartmanlara vermeyin. Çok iyi bilmelisiniz ki Acıbadem sakinlerini onlara saldırarak, tehdit ederek sindiremezsiniz.

Karayolları Genel Müdürü Ahmet Gülşen ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na: Kamusal alanlarımızı korumak sizin de göreviniz. Sizler bu görevi burada yapmadıkça, Medipol’ün suçuna göz yummuş oluyorsunuz. Medipol’ün suçlarına halka saldırma ve yaralama da eklendi. Buraya gelip, bu işgali sonlandırmak zorundasınız.

Kadıköy Belediye Başkanı Mesut Kösedağı’na: Tıpkı Sakinler bölgesinde olduğu gibi mahalle sakinlerinin tarafında olun. Üst kurum yanlış yapıyor olsa da siz doğruyu yapın. Kurumlar gözlerini buradan çevirdikçe bizler saldırıya uğruyoruz. Bu binanın bu şartlar altında ne ruhsat ne de iskan alması mümkün değil. Bunu siz de biliyorsunuz.

Mahalle sakinlerini olarak kamusal pasif yeşil alanlarının ne altına ne üstüne otopark  yapılmasını istemediklerini, yeşil olarak kalmasını talep ettiklerini belirten vatandaşlar, “Kararlıyız ve dayanışmamızla dimdik ayaktayız” dedi.