Ana Sayfa Blog Sayfa 2227

Assange, iade davasında hakim karşısında

Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’in tutuklu bulunduğu İngiltere’den Amerika’ya iadesinin istendiği davanın duruşması Londra’da başladı. Amerika’nın, hakkında casusluktan 17 suçlama yönelttiği Assange suçlu bulunması halinde 175 yıla kadar hapis cezası alabilecek.

VOA’nın aktardığına göre, bir hafta devam etmesi beklenen duruşmaların ilkinde Amerika’nın avukatı James Lewis, Assange’ın diplomatik ve askeri belgeleri sızdırarak Irak, İran ve Afganistan’daki gazetecilerin, muhbirlerin ve muhaliflerin hayatını riske attığını savundu.

Guantanamo işkence belgelerini de sızdırmıştı

Amerika, 2010-2011 yıllarında Wikileaks internet sayfası üzerinden Irak ve Afganistan’daki savaşlarla ilgili diplomatik ve askeri belgelerin sızdırılmasına ilişkin olarak, geçen yıl nisan ayından bu yana Londra’da tutuklu bulunan Assange’ın iadesini talep ediyor. ABD yetkisindeki Guantanamo Hapishanesi’nde mahkumlara yönelik işkence ve kötü muamelenin de ortaya çıkarıldığı 700’ün üzerinde belge de aynı dönemde Wikileaks üzerinden sızdırılan belgeler arasındaydı.

2012 yılında Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’ne sığınan Assange, 2019 yılı Nisan ayında İngiliz emniyet yetkililerince tutuklanmış, bir ay sonrasındaysa Amerika’nın iade talebiyle karşılaşmıştı.

Pazartesi günü Londra’da hakim karşısına çıkan 48 yaşındaki Avustralya vatandaşı Assange’ın destekçileri de mahkeme önünde toplanarak ‘Assange’a özgürlük’, ‘Assange’ı iade etmeyin’ şeklinde sloganlar attı.Editörlük ve yayıncılık geçmişi olan Assange’a birçok yayın kuruluşu destek veriyor, Bu kurumlar Assange’a karşı yöneltilen suçlamaları basın özgürlüğünün ihlali olarak yorumluyor.

Ailesi ve arkadaşlarıysa, Assange’in sağlık durumunun kötü olduğu ve cezaevi koşullarında yaşamasının mümkün olmadığını söylüyor.

Avukatı: Osman Kavala kanuna göre bugün tahliye edilmek zorunda

Gezi davasında beraat eden ve tahliye kararı verildikten bir gün sonra 15 Temmuz soruşturması kapsamında tutuklanan Osman Kavala’nın avukatı İlkan Koyucu, tahliye edildiği dosyadan bir kez daha tutuklanan müvekkili için, iki yıllık yasal tutukluluk süresinin ve derhal tahliye edilmesi gerektiğini söyledi.

10 videoluk bir seriyle süreci anlatan Koyuncu, Osman Kavala’nın ne emniyette ne de savcılıkta sorgusunun yapıldığını, hiçbir yerde ifadesinin alınmadığını ve doğrudan Sulh Ceza Hakimliği’ne, tutuklanmasına yönelik bir sevk kağıdıyla sevk edildiğini söyledi.

Osman Kavala’nın şu an tutuklu bulunduğu dosyadan 11 Ekim 2019’da zaten tahliye edildiğini söyleyen avukat Koyuncu, “18 Ekim 2017’de tutuklanmıştı. Yeni Yargı Paketi‘ndeki kanuna dayanarak, iki yıllık tutukluluk süresini dolduran Osman Kavala’nın 25 Şubat 2020’de tahliye edilmesi gerekiyor”dedi.

 

Konuyla ilgili videoda Koyuncu şunları söyledi:

“Soruşturma aşamasında tutukluluk süresi en fazla iki yıl olabilir. Bu Osman Kavala’nın ikinci tutukluluğu. Daha önceden var olan bir soruşturmaya ilişkin olarak ikinci kez tutuklandı.

17 Ekim 2019’da Resmi Gazete’de yayınlanan Birinci Yargı Paketi olarak geçen bir kanun var. Bu kanuna göre Osman Kavala’yı da atfedilen suçu da kapsayan bir şekilde soruşturma aşamasında tutukluluk süresi en fazla iki sene olabilir. Normalde bir buçuk sene olabilir ama gerekçe gösterilerek en fazla iki seneye kadar uzatılabilir. Gözaltında geçen süreler de tutukluluğa dahildir.

Osman Kavala 18 Ekim 2017’de tutuklandı. 11 Ekim 2019 tarihinde aynı soruşturmadan tahliye edildi. Yani Osman Kavala ikinci kez gözaltına alındığında iki senenin dolmasına tam yedi gün vardı. Şimdi tekrar gözaltına alındı, 18 Şubat’ta tekrar tutuklandı. Dolayısıyla 25 şubat 2020’de (bugün) Osman Kavala’nın tutukluluğunun ikinci senesi doluyor. Yasa hakime, savcıya bir takdir yetkisi veren bir durumda değil, kanun ve emredici. Kanuna göre Osman Kavala 25 Şubat 2020’de Osman Kavala tahliye edilmek zorunda.”

Videoların tamamı için tıklayın. 

 

İstanbul ikinci bölge Kanal İstanbul’a karşı bir araya geliyor

Kanal İstanbul projesine karşı çıkan birey ve kurumların oluşturduğu Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu İstanbul ikinci bölgedeki birey ve kurumlara çağrıda bulundu. 3 Mart Salı günü saat 19.00’da düzenlenecek toplantı Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleşecek.

Koordinasyon adına yapılan çağrıda “İstanbulluların kanala değil depreme hazırlanmaya, yeşil alanlara, suya ve daha iyi bir kentte yaşamaya ihtiyacı var diyenler bir araya gelmeye devam ediyor. Gelin Kanal İstanbul projesine neden karşı olduğumuzu konuşalım, İstanbul’u birlikte kurtaralım” denildi.

Toplantı çağrısı İstanbul ikinci bölgesinde yani Bayrampaşa, Beşiktaş, Beyoğlu, Esenler, Eyüp, Fatih, Gaziosmanpaşa, Kağıthane, Sarıyer, Sultangazi, Şişli ve Zeytinburnu’nda yaşayanları kapsıyor.

AKP’li belediye ‘yanlışlıkla’ LGBTİ haklarını kabul etti

Urfa’da bulunan  merkez ilçe Eyyübiye’de AKP’li belediye yönetimi, LGBTİ haklarını içeren yönetmeliği mecliste oylayarak kabul etti. Belediyenin İnsan Kaynakları Müdürü Ahmet Alkan tarafından hazırlanan yönetmelik, önce Yazı İşleri Müdürü İsmail Kaya’ya ardından da Başkan Mehmet Kuş’un onayıyla Meclis’e sunuldu. Meclis’e gönderilen yönetmelik oylamaya sunuldu ve kabul edildi.

Meclis’te oylamaya sunulan yönetmelikte, “Toplumda dezavantajlı konumda bulunan LGBTİ (lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks bireyler), etnik ve dini azınlıklar, sığınmacı ve mülteciler gibi çeşitli sosyal gruplara yönelik veri toplama, hizmet üretme ve belediye politikalarını yurtdışı ve yurtiçindeki STK’larla işbirliği içinde hazırlamak” ifadeleri yer alıyordu.

CHP veya HDP’li belediyeden ‘kopyala yapıştır’

Ajans Urfa‘nın haberine göre kabul edilen yönetmelik yürürlüğe girerken, Eyyübiye Belediyesi yetkilileri durumu bir gün sonra fark etti ve söz konusu ibarelerde değişikliğe gidilerek, LGBTİ’lerle ilgili ifadeler metinden çıkarıldı. Belediyenin İnsan Kaynakları Müdürü Alkan’ın yönetmeliği internet üzerinden indirdiği ve CHP’li ya da HDP’li bir belediyeden “kopyala-yapıştır” usulüyle aldığı belirtildi.

Antarktika’daki sıcak dalgası adadaki karların yüzde 20’sini dokuz günde eritti

Antarktika’da etkili olan sıcak hava dalgası dokuz gün içerisinde kıtadaki karların yüzde 20’sini eritti. NASA Dünya Gözlemevi tarafından çekilen ve Eagle Adası’na ait uydu görüntüleri sıcak hava dalgasının başlangıcı ve bitişindeki adanın durumunu fotoğrafladı.

Görüntüler, dokuz gün sonunda Antarktika’nın kuzeydoğu yarımadasında bulunan adanın buz örtüsü altındaki arazilerin çoğunun ortaya çıktığını ve yüzeyinde eriyik havuzları açıldığını gösteriyor.

Massachusetts’teki Nichols Koleji’nde jeolog olan Mauri Pelto CNN’e verdiği demeçte “Eriyik havuzlarının Antarktika’da bu kadar hızla geliştiğini daha önce görmemiştim. Alaska ve Grönland’da bu tür olaylarını görüyorsunuz, ancak genellikle Antarktika’da değil” dedi.

Sıcaklık rekorları

Şubat ayında Antarktika’da art arda iki rekor sıcaklık kaydedilmişti.  Antarktika bölgesindeki Seymour Adası’nda sıcaklık 20.75 dereceye ulaşmış ve böylece bölgede gözlemlenen en yüksek sıcaklık olmuştu. Rekor sıcaklık duyurusu, 7 Şubat tarihinde Antarktika yarımadasında kaydedilen 18.3 derece rekorunun ardından gelmişti.

En hızlı ısınan bölge

Dünya Meteoroloji Örgütü’ne (WMO) göre bölge iklim krizi sebebiyle son 50 yılda 3 dereceyle, dünyadaki en hızlı ısınan yerlerden biri oldu. 1950 yılından bu yana her on yılda bir neredeyse yarım derecelik artış kaydediliyor.  Bölgede bulunan buzullar ise daha önce eşi benzeri görülmemiş bir hızda eriyor.

Esenboğa Havalimanı’nda koronavirüs alarmı

Türk Hava Yolları’nın Tahran‘dan havalanarak İstanbul‘a gelmek üzere hareket eden TK879 sefer sayılı yolcu uçağının Koronavirüs (Covid-19) şüphesiyle Ankara’ya acil iniş yaptı. Esenboğa Havalimanı‘nda olağanüstü hal ilan edildiği bildirildi. Uçakta 132 yolcu bulunduğu ve yapılan taramada 12 yolcunun vücut ısısının kritik seviyenin üzerinde olduğu belirtiliyor.

AirportHaber’in aktardığına göre; uçaktaki bir yolcuda Koronavirüs (Kovid-19) belirtileri olduğu ve uçuş ekibinin acil iniş kararı aldığı öğrenildi. Uçağı karşılamak üzere çok sayıda sağlık ekibi hazır bulunduruldu. TC-LOE kuyruk tescilli A330-300 tipi uçağın 10:45 sularında Esenboğa Havalimanı’na indiği ve tüm yolcuların taramadan geçirildiği belirtildi.

https://www.youtube.com/watch?v=a6Be2GPM5Js&feature=youtu.be

 

Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM) tarafından yayımlanan talimatla Türk şirketlerinin yalnızca İran’dan sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının taşınmasına izin verilmişti. Bu talimat doğrultusunda Koronavirüs (Kovid-19) şüphesiyle karantinaya alınan yolcunun Türk kimlikli olma olasılığının yüksek olduğu kaydedildi.

Sağlık Bakanlığı’ndan jet yalanlama

Sağlık Bakanlığı haberler üzerine açıklama yaparak İran’daki Türkiye vatandaşlarını getirmek için özel bir sefer düzenlendiğini ve tüm yolcuların 14 gün gözlem altında tutulacağını belirtti.

Bakan Fahrettin Koca imzasıyla yapılan açıklama şöyle:

“Bilindiği üzere, 23 Şubattan itibaren, komşumuz İran’la kara, demir ve havayolu geçişleri durdurulmuştur. Kara sınırlarımız karşılıklı olarak kapalıdır ancak havayoluyla ülkemizden İran’a dönmek isteyen İran vatandaşları için dönüşler devam etmektedir.  İran’dan ülkemize dönmek isteyen Türk vatandaşları için ise özel bir sefer düzenlenmiştir. İran’dan bu seferle ülkemize gelen Türk vatandaşları 14 gün süreyle gözlem altında tutulacaktır.
Bu çerçevede THY’ye ait TK879 sefer sayılı Tahran uçağının Ankara’ya inişi planlanmıştır. Uçakta bulunan 132 Türk yolcu ve mürettebat ilk kontrolleri ve karantina süreçleri için daha önce boşaltılmış ve karantina hastanesi olarak hazırlanmış olan Dr. Zekai Tahir Burak Hastanesi’ne nakledilecektir. Yolcuların detaylı sağlık kontrolleri yapıldıktan sonra numuneleri alınarak Ulusal Viroloji Laboratuvarı’mızda tahlilleri tamamlanacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

 

Hollywood’lu yapımcı Weinstein taciz ve tecavüzle yargılandığı davada suçlu bulundu

Hollywood’un ünlü yapımcısı 67 yaşındaki Harvey Weinstein taciz ve tecavüz iddialarıyla yargılandığı davada suçlu bulundu. “Basit cinsel saldırı ve tecavüz” ile “ağır taciz”den suçlu bulunan Weinstein, daha ağır ceza gerektiren “nitelikli cinsel saldırı ve tecavüz” suçundan ise beraat etti.

Eski asistanı Mimi Haley‘e cinsel saldırıda bulunduğu ve eski oyuncu, kuaför Jessica Mann‘a 2013’te tecavüz ettiği iddia edilen Weinstein’ın cezası Mart ayında görülecek duruşmada açıklanacak. Amerikalı film yapımcısına bu iki olaydan dolayı 25 yıl hapis cezası talep ediliyor. Avukatları ise kararı temyize götüreceklerini söyledi.

#MeToo hareketinin başlamasına sebep olmuştu

Davada yer alan kişiler dışında 2017 yılından bu yana 80’den fazla kadın yönetmenin kendilerine taciz ve tecavüz ettiğini açıklamıştı. Kadınların Weinstein’e ilişkin cinsel saldırı iddiaları sonrasında bütün dünyada giderek yayılan ve kadınların başına gelenleri anlattığı, sorumluları deşifre ettiği #MeToo hareketini başlamıştı. Hollyywood’dan başlayarak farklı alanlarda kadınlar uğradığı taciz ve tecavüz olaylarını duyurmaya ve bu konuda diğer kadınları da cesaretlendirmeye çalışmıştı.

Davanın devam ettiği süreçte savcılık, altı tanığın ifadelerine dayanarak Weinstein’ın sahip olduğu konum nedeniyle kadınlara istediğini yaptırmak amacıyla gücünü sistematik olarak kötüye kullandığını iddia etmişti.  Savunma avukatları ise tanıkların yaşadıklarından onların sorumlu olduğunu söyleyerek asıl mağdurun Weinstein olduğunu öne sürmüştü.

CHP tarım zehirleri için Meclis araştırması istedi

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli‘nin yanıtlaması istemiyle, Türkiye’de kullanılan tarım zehirleriyle ilgili  bir soru önergesi verdi. Bakanlık, zararlı pestisitlerin yasaklandığını açıkladı. Ancak bu açıklamanın ardından yapılan araştırmalarda, özellikle domateslerin üzerinde bu pestisitlere rastlandığı ortaya çıkınca, Gürer bu kez konuyu Meclis araştırması istemiyle yeniden gündeme getirdi.

Ürünler yasaklı maddelerle dolu

Gürer bu kez  TBMM Başkanlığına sunduğu Meclis araştırma önergesinde, yasaklanmasına rağmen ürünler üzerinde halen zararlı pestisitlerin kullanıldığının tespit edildiğine dikkat çekti. Belediyenin denetim yetkilerinin artırılmasını isteyen Gürer, tarım zehirlerinin sadece insan sağlığını değil, aynı zamanda toprak, yüzey ve yeraltı suları, mikro ve makro flora gibi birden çok çevresel unsuru olumsuz etkilediğinin araştırmalarla saptandığına vurgu yaptı.

Greenpeace Akdeniz Gıda ve Tarım Sorumlusu Berkan Özyer ile gıda mühendisi Bülent Şık’ın Türkiye’de faaliyet gösteren beş büyük market ve bir semt pazarından alınan 90 örnek incelenme yaptığını ve sonuçlarını “Soframızdaki Tehlike: Pestisit” raporunu hazırladığını anımsatan Gürer, “Sonuçlar kaygı vericidir” diye konuştu.

Bakan yasaklandı demişti, tezgaha çıktı

90 ürünün 14’ünde daha önce yasaklanan pestisitler bulunduğunun açıklandığını hatırlatan CHP’li vekil şunları söyledi:

 “Aralarında,  daha önce verdiğim soru önergesine cevaben Tarım ve Orman Bakan ‘yasakladık’ dediği de carbendazim maddesi de bulunmuştur. Onun dışında pirimiphos methyl (2 üründe), ıprodione (2 üründe),  chlorpyrifos methyl (1 üründe), ımidacloprid (1 üründe), chlormequat chloride (2 üründe), buprofezin (1 üründe), omethoate (1 üründe),  dimethoate (1 üründe) ve tau-Fluvalinate (1 üründe) gibi maddelere rastlanmıştır”

“İncelenen 90 ürünün yüzde 77’sindeki pestisit kalıntılarının “Kara Liste” deki memelilere toksisite ve çevresel toksisite içinde yer alan kriterlerin birine ya da birkaçına aykırı olduğu tespit edilmiştir” diyen Gürer, sonuçların düşündürücü ve araştırılmayı şart kılan veriler olduğuna dikkat çekti; yapılan çalışmalara rağmen nasıl önlenemediğinin araştırılmasını istedi.

Yine Kazdağları, yine Cengiz Holding, yeni altın madeni: Çanakkale halkı öfkeli

Çanakkale’nin Çan ilçesine bağlı Halilağa Köyü’nde Cengiz Holding tarafından açılması istenen altın madenine tepki gösteren ekoloji aktivistleri pazartesi günü Kapalı Pazaryeri önünde protesto düzenledi. Çan Çevre Derneği’nin çağrısıyla bir araya gelen eylemciler “Ne Cengiz, ne Alamos! Kazdağları’nda altın madeni istemiyoruz” dedi.

‘Kazdağları maden bölgesi haline geldi’

Grup adına basın açıklamasını Çan Çevre Derneği Başkanı Hamza Yıldız ve dernek avukatı Ümran Aydın okudu. Açıklamada ‘’Kazdağları yöresinde ormanlarımız, sularımız, toprağımız, ruhsatlarla, sözleşmelerle yeni sömürgeciler uluslararası altın tekellerine ve yerli işbirlikçilerine kolayca satılıyor. Yenice, Lapseki, Çan, Bayramiç ve genel olarak Kazdağları yöresi adeta maden bölgesi haline getirilmiş, tarım ve hayvancılıkla uğraşan, orman işçiliği ile geçinen yöre halkının izni, onayı olmadan yöre halkının yaşam alanları maden ruhsatlarıyla doldurulmuştur” denildi.

‘Tarım ve madencilik yan yana olmaz’

Madenin açılması için düzenlenen ÇED raporlarının toplumsal maliyetlere, halk sağlığına ve halkın ödediği, ödeyeceği sağlık bedellerine, gelir kayıplarına değinilmediği söylenen açıklamada “tarım ve madencilik yan yana yapılamaz, siyanürle, ağır metallerle zehirlenen sularla, zehirli toprakta tarım yapılamaz, yanlıştan dönülmeli verilen maden ruhsatları derhal iptal edilmelidir” ifadeleri kullanıldı.

‘Kaymakamın görevi madeni savunmak değil’

Anayasa’nın 56. Maddesi’ne atıfta bulunulan açıklamada sağlıklı bir çevrede yaşamanın ve bunun için hareket etmenin anayasal bir hak olduğu belirtildi. Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı:

ÇED süreçlerinin tamamlandığı Halilağa altın ve bakır madeni işletmesi, 2008’in sonlarına kadar ‘Teck Cominco’ olarak bilinen ‘Teck Resources’ ve yakın zamana kadar ‘Pilot Gold’ olarak bilinen ‘Liberty Gold’ Temmuz 2019′ da Cengiz Holding’e 55 milyon dolara satıldı. Cengiz Holding’in altın madenciliği için çalışmalara başladığı, kaymakamın halkı ikna turlarına çıktığı basına yansıdı. Kaymakamın görevi madenci holding yanlısı çalışma yapmak değildir.

‘Yetkililer halk sağlığını korumalı’

Yetkililer madenci şirketi savunmakla değil halkın sağlığını, yaşam alanlarını korumakla görevlidir, halkın yanında yer almalıdır. Kirazlı Balaban’daki altın işletmesinin çalışmaları yöre halkının mücadelesi sonucu durdurulmuştur. Yöre halkının altın işletmelerine izni, onayı yoktur. Yetkililer yöre halkının sesini duymalı, gayri sıhhi müessese izni ve işletme izni  verilmemelidir.

‘Yerleşim yerlerine çok yakın’

Halilağa altın ve bakır işletmesinin Muratlar Köyü’ne 1,5 km, Hacıbekirler Köyü’ne 2 km, Halilağa Köyü’ne ise 3,5 km uzaklıkta.  Bunun halk sağlığını büyük ölçüde etkileyeceği belirtilen açıklama şu ifadelerle son buldu:

Maden işletmesi bölgesinde su, hava ve çevre kirliliği yaratan siyanür ile arsenik ve cıva gibi toplam binlerce ton zehirli ağır metal ile,  Kazdağları’nın dereleri, yer altı suları, tarım alanları kirlilik; ormanları, gen kaynakları, yaban hayatı ve endemik türleri, nadir bitkileri ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Kazdağları yöresindeki altın işletmeleri doğal ve sosyal yaşamı bitirecek, halkın göç etmesine neden olacaktır.

Düzenlenen basın açıklamasına Çanakkale Belediye Başkan Yardımcısı İrfan Mutluay, CHP Çan İlçe Başkanı Harun Arslan, Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Hicri Nalbant, Çan Çevre Derneği Başkanı Hamza Yıldız, CHP Çan İl Genel Meclis Üyesi Erdal Güler, Kepez Belediyesi CHP’li belediye meclis üyeleri, DİSK Emekli Sendikası Çan temsilcileri, Kazdağları Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, İDA Dayanışma Derneği, Çanakkale ve civar ilçelerden gelen çevreci vatandaşlar, Kirazlı Balaban bölgesinde Su ve Vicdan Nöbeti’ne devam eden direnişçiler ile çevreci vatandaşlar katıldı.

Basın açıklamasının ardından ise Menderes Parkı’na geçilirken burada da çevre konulu bir panel düzenlendi.

‘İklim değişimi ile sosyal ve ekonomik riskler katlanarak artıyor’

Değişen iklim koşullarına adaptasyon için harekete geçmek hayati önem taşıyor. 150 ülkeden, bir yıl boyunca elde edilen verilere göre, küresel ısınmanın etkileri katlanarak artıyor ve doğru politikalar üretilmemesi halinde yüz milyonlarca hayat ve doğal kaynaklar büyük tehdit altında kalacak. Olası felaketlerin ekonomik boyutu ise trilyon dolarlar seviyesinde ölçülüyor.

Woods Hole Research Center iş birliği ve Oxford Üniversitesi’nden bilim insanlarının bağımsız denetimleri ile hazırlanan yeni bir rapor, risk ve tehditlerin bertaraf edilmesi üzerine politika önerileri ve vaka analizlerine yer verdi.

McKinsey Global Institute tarafından hazırlanan ‘İklim Riskleri ve Yanıtlar: Fiziksel Tehlikeler ve Sosyoekonomik Etkileri’ raporu değişen iklim koşulları ile gelecek 30 yılda risklerin ve belirsizliklerin artacağına dikkat çekerken bu zorlukları aşmanın yollarını da içeriyor.

McKinsey & Company Sürdürülebilirlik ve Risk birimlerinin de katkılarıyla bir yıl süren araştırmanın sonunda, iklim değişikliğinin insanlar, topluluklar, doğa, fiziksel sermaye ve ekonomik faaliyetlere etkisi ortaya kondu. Ayrıca bu etkilerin şirketler, hükümetler, finansal kurumlar ve bireyler için nasıl sonuçlar doğuracağı de rapora dahil edildi.

Dokuz vaka çalışması

Rapor, iklim değişikliği etkilerinde temel örnekler olan dokuz vaka çalışması çerçevesinde iklim risklerini ele alıyor. Bu kapsamda araştırmacılar, Hindistan ve Akdeniz bölgelerinde yaşam ve çalışma koşullarına iklim değişikliğinin olası etkilerini inceledi.

Araştırmada, hem küresel hem de Afrika tarımını baz alarak gıda sistemlerindeki yıkıcı etkileri ve aynı zamanda yarı iletkenler ve nadir bulunan metallerin tedarik zincirindeki değişimlerine dair elde edilen veriler paylaşıldı. Florida örneğinden yola çıkılarak konut sektöründe fiziksel varlıkları tehdit eden unsurlar ve uluslararası çapta altyapı hizmetlerindeki beş farklı yıkıcı etkenin ortaya konulduğu çalışmada, yoğun kentleşmenin oluşturduğu riskler ve buzullar, denizler ve ormanlara olan etkileri ile oluşan doğal kaynakların kaybına yönelik analizler sunuldu. Detaylı bir jeo-uzamsal değerlendirme ile de 105 ülkede 6 göstergenin yarattığı potansiyel sosyoekonomik etkiler rapora dahil edildi.

Yapılan analizlerde öne çıkan sonuçlar ise şöyle:

Tüm dünyada yerel bazda iklim değişikliğinin fiziksel etkileri hissediliyor

  • 10 yıl ve sonrasında iklimin değişmeye devam etmesiyle birlikte bu koşullardan etkilenen bölgeler, sayı ve büyüklük olarak artacak. Bu artış sosyoekonomik sistemleri beş temel alanda etkileyecek. Bunlar; yaşama-çalışma şartları, gıda sistemleri, mülk, altyapı hizmetleri ve doğal kaynaklar.
  • Bugün insanların yaşadıkları bölgede ölümcül sıcaklık dalgalarına maruz kalma riskleri sıfırken, bu, yüzde 9’luk olası bir artışla 2030 yılına dek 250-360 milyon kişiyi etkileyebilir. Bu oran, 2050’de ise yıllık yüzde 14’lük bir artışla 700 milyon-1.2 milyar kişiye yükselebilir. Böylece hızla  etkisi güçlenen iklim tehditleri, istihdam, gelirler ve ilgili sektörleri sarsabilir. Örneğin, denizlerdeki ısınma yakalanan balık sayısını azaltırken bundan geçimini sağlayan 650 ilâ 800 milyon kişinin de yaşamını etkileyecektir.

  • İklim değişiminin küresel sosyoekonomik etkileri çok büyük boyutlara ulaşabilir ve insanları ve fiziksel ve doğal kaynakları doğrudan etkileyebilir. 105 ülkede yapılan analizlere göre; tüm ülkeler 2030 yılına dek bu risk faktörlerinde artış yaşayacak. Örneğin, aşırı sıcaklar ve nem nedeniyle dışarıda çalışma performansında bugün yüzde 10 oranında bir kayıp yaşanırken, bu oranın 2050’de yüzde 15-20 aralığına yükselmesi bekleniyor.
  • Finans piyasalarının iklim değişiminden etkilenen bölgelerde kaynak dağıtımı ve sigortaya olan etkilerini göz önünde bulundurarak risk tanımlarını güncellemesi gerekebilir. İklime bağlı risklerin daha iyi anlaşılmasıyla uzun vadeli borçlanmanın ortadan kalkması, sigorta maliyetlerinin düşürülerek yaygınlaştırılması ve vade değerinin azaltılması şeklinde risk tanımları değiştirilebilir. Örneğin, Florida’da yaşanan sel felaketleri, evlerde hasara yol açtığı gibi konut değerlerini de düşürdü. Bu bölgede selden zarar gören evler, zarar görmeyenlere göre yüzde 15-30 oranında değer kaybetti; bu, 2050 yılına dek 30 ilâ 80 milyar Dolar değerinde bir kayıp anlamına geliyor.
  • GSYİH oranları düşük olan ülkeler ve bölgeler, daha fazla risk altında çünkü bu bölgelerde insanlar daha büyük bir oranda doğal kaynaklara dayalı olarak yaşıyor, daha fazla dışarıda çalışıyor ve iklim şartları fiziksel dayanıklılık eşiğine daha yakın. Bununla birlikte bazı ülkeler iklim değişiminden fayda da görebilir. Örneğin, Kanada’da artan sıcaklıklar, tarımsal üretimi artırabilir. 
  • İklim değişiminin yarattığı fiziksel tehditler, adaptasyon ve karbondan arındırmayı hızlandıran, çok daha sistematik bir risk yönetimini gerektiriyor. Bu doğrultuda iklim değişimi bakış açısıyla tüm temel iş ve politika kararları gözden geçirilmeli. İklim değişiminden etkilenen bölgelerde bu, yüksek maliyet ve zorlu kararları gerektirse de adaptasyon çalışmaları, bu riskleri yönetmede yardımcı olabilir. Dalgakıranlar, aşırı sıcaklara dayanıklı sığınaklar ya da kuraklığa dirençli tarım ürünleri gibi adaptasyon çalışmaları için gerekli hazırlıkların yapılması için ise başta yatırım kararları olmak üzere tüm süreç için güçlü bir iş birliği gerçekleştirilmesine ihtiyaç var. Bununla birlikte iklim bilimi, bu adaptasyon fırsatlarını değerlendirirken, bir yandan da küresel ısınmanın önlenmesinin ancak sera gazı emisyonlarının sıfırlanması ile mümkün olduğunu söylüyor.

Akdeniz iklimi olmayan Akdeniz bölgesi

Türkiye’yi de kapsayan Akdeniz bölgesi, iklim değişiminden en çok etkilenen bölgelerden biri. Rapora göre küresel iklim sıcaklığındaki artış, ılıman iklime sahip Akdeniz bölgesinin daha sıcak olmasına neden olacak. Kaybolan iklim özellikleri ise turizm ve tarım gibi kilit sektörlerin zarar görmesi potansiyelini beraberinde getiriyor. Yapılan hesaplamalara göre, 2030 yılı itibariyle etkileri güçlenecek olan bu değişim, 2050’de yoğun bir kuraklık olarak kendini gösterebilir ve bölgede yılın yarısına yakını kurak geçebilir.

Örneğin, emisyonların azaltılmasının sağlandığı daha iyimser bir senaryoda dahi, 2050 yılında Madrid’in ikliminin Marakeş’e benzeyeceği tahmin ediliyor. Bu koşullarda, bugün turizm açısından yoğunlukla tercih edilen Akdeniz sahillerinin çok sıcak olacağı ve tatil için Kuzey Avrupa sahillerinin tercih edileceği öngörülüyor. Turizm gibi tarım sektörü de sıcaklıklarla birlikte yeni zorluklarla karşılaşacak. Şimdiden çiftçiler öngörülemeyen hava koşullarının mahsullerine olan olumsuz etkilerine şahitlik ediyorlar. Bu bölgedeki üzüm bağları, şarap yapımı açısından önemini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Bununla birlikte bugün gündemde olmayan yeni bölgeler üzüm üretimi için önem kazanabilir. Bu risklerin önüne geçebilmek ise turizmde değişen mevsimlere göre alternatif turizm ekonomileri yaratmak ya da üzüm bağlarında sulama, erken hasat gibi adaptasyon yöntemleri ile mümkün olabilir.

‘Türkiye, yüksek risk altında’

Raporunun sonuçlarını değerlendiren McKinsey & Company Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi şunları söyledi:

Yaptığımız analizler ve araştırmalarda ortaya koyduğumuz sonuçlar da hızla artmakta olan iklim değişimi etkilerinin yatırımcılar, hükümetler, kural koyucular, karar vericiler ve bireylerin karar alma süreçlerine hizmet ederek bu tehditleri yönetmemize olanak tanıyacak niteliktedir. Böylece fiziksel ve finansal riskler taşıyan bu dönemde insan yaşamını ve doğal kaynakları koruyabiliriz.

Raporumuzda Türkiye de yüksek risk taşıyan ülkeler arasında yer alıyor. Akdeniz bölgesindeki güçlü iklim değişimlerinden etkilenebilecek olan ülkemiz aynı zamanda Mısır, İran ve Meksika ile birlikte su stresini en çok yaşayacak ülkeler arasında gösteriliyor. Düşen yağmur oranındaki azalma ile 2050 yılına dek su stresinde %47 oranında artış olacağı öngörülüyor.

Bu kapsamda ülkemizde susuzluk ve kuraklığın yanı sıra sel, yangın ve heyelan gibi aşırı doğa olaylarıyla kendini gösteren iklim değişimine karşı ortak bir akıl ve vizyon yaratmalıyız. Bugünden itibaren bireysel ve kurumsal olarak aldığımız her kararda küresel iklim değişimini göz önüne almalıyız. Ülke olarak bu değişime karşı adaptasyon yeteneklerimizi artırırken aynı zamanda sıfır emisyon hedefini gündemimize yerleştirmeliyiz. ”