Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi‘nde Türkiye‘nin Yunanistan ile yaşanan sorunlar ve Doğu Akdeniz‘deki faaliyetleri sebebiyle aşamalı yaptırım kararı almasına Dışişleri Bakanlığı’ndan tepki geldi.
Bakanlık yaptığı açıklamada yaptırımlarla ilgili “Yanlı ve hukuka aykırı tutumu reddediyoruz” ifadelerini kullandı.
AB devlet ve hükümet başkanları bugün sabaha karşı yayımladıkları sonuç bildirgesinde yaptırım listesini genişletme, Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerine katılan kişi ya da kuruluşların listeye eklenmesine karar vermişti. Ankara’nın tutumunu değiştirmemesi durumundaysa yaptırımların kapsamı genişletilebilecek.
Gözler Biden’da
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, en geç mart ayına kadar Türkiye’ye karşı izlenecek adımlar ve mevcut yaptırımların kapsamının genişletilmesinin de yer aldığı bir rapor hazırlayacak.
Avrupa Birliği liderlerinin Türkiye’ye karşı izlenecek yol konusunda 20 Ocak’ta göreve başlayacak Amerika Birleşik Devletleri‘nin (ABD) yeni başkanı Joe Biden‘la da bir araya gelmek istediklerine dikkat çekildi.
Yunanistan ve Kıbrıs‘ın talep ettiği ağır yaptırımlar ve silah ambargosuna yönelik karar ise kabul edilmedi.
Zirvede Kuzey Kıbrıs‘ta Maraş bölgesinin tek taraflı kısmen yaya trafiğine açılması da kınandı. Bildiride, Kıbrıs’ta çözüm için Birleşmiş Milletler himayesinde müzakerelere başlanması talep edildi.
Ayrıca, Suriyeli sığınmacılara yönelik AB yardımları yoluyla Türkiye’ye desteğin sürdürülmesine hazır olunduğuna dikkat çekildi.
‘Hukuka aykırı tutumları reddediyoruz’
Yaptırım kararları sonrası Dışişleri Bakanlığı‘ndan da konuyla ilgili ilk açıklama geldi. Açıklamada, AB’nin hukuka aykırı tutumların reddedildiği dile getirilirken, Kıbrıs meselesinde de adadaki gerçekler temelinde bakılmadığının altı çizildi:
Özellikle Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege ve bölgesel konularda, esasen AB’nin büyük kesiminin de benimsemediğini bildiğimiz, ancak dayanışma ve veto baskısıyla 10 Aralık AB Zirvesi Sonuçlarına konulmak zorunda kalınan yanlı ve hukuka aykırı tutumu reddediyoruz.
AB bu kararında bir kez daha Kıbrıs Adası’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türk halkını ve iradesini görmezden gelmiş, kendisini Kıbrıs meselesi ve Kapalı Maraş konularında GKRY’nin dayatmasına mahkum etmiştir. AB artık, Kıbrıs meselesine Ada’daki gerçekler temelinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm bulunmasını engellemeye matuf bu tutumundan vazgeçmelidir.”
‘KKTC’nin hakları korunmaya devam edecek’
Öte yandan açıklamada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‘nin (KKTC) meşru haklarının kararlılıkla korunacağı da vurgulandı:
Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs Türkleriyle bir şekilde bir araya gelerek Doğu Akdeniz’de gerginliğe neden olan hidrokarbon kaynakları ve bunların gelirlerinin paylaşımı konusunu ele almaya başlamaları ve çözüm yolunda somut adımlar atmaları en sağlıklı çıkış yoludur. Esasen, Doğu Akdeniz bölgesel konferansı da bu açıdan bir fırsattır. Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve KKTC’nin meşru hakları kararlılıkla korunmaya devam edilecektir.”
‘AB için yüz kızartıcı’
Ayrıca, açıklamada zirvede konuşulan gündemlerden biri olan sığınmacılar konusuna da değinilerek şunlar ifade edildi:
Yunanistan’ın Ege denizinde göçmenleri geri itmesi ve bu eylemlere Frontex’in dahil olması, AB için yüz kızartıcıdır. Ciddi bir insan hakkı ihlali olan ve uluslararası kamuoyu tarafından şiddetle kınanan bu ihlallere ve toplu sınır dışı uygulamalarına son verilmeksizin, göç akımlarının sorumlu bir şekilde yönetiminden bahsedilmesi mümkün değildir. AB, göç yönetimi konusundaki hassasiyetini ülkemize değil, sığınmacılara insanlık dışı muameleyi sistematik hale getiren özellikle Yunanistan’a göstermelidir.”
12 Aralık 2015’te kabul edilen Paris iklim Anlaşması’nın beşinci yıl dönümünde Türkiye’de iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasını ve ulusal katkı hedeflerini iyileştirmesini talep ediyor. Türkiye, Anlaşma’yı 2016 yılında imzalamasına rağmen hala onaylamayan yedi ülkeden biri.
İklim politikaları açısından dünyada hareketli ve iddialı bir döneme girildi: Avrupa Birliği 2030 için yüzde 55’lik bir iklim hedefi belirledi, Çin 2060 için karbon nötr olma hedefini açıkladı. Japonya, Güney Kore, Güney Afrika ve Kanada sıfır emisyon planlarını açıkladı.
ABD ise, başkanlık seçimi ardından Paris Anlaşması’na geri dönüyor. Bu gelişmelerle birlikte iklim diplomasisi artık uluslararası ilişkilerin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
‘Türkiye 2050’de sıfır karbon hedefi koymalı’
Türkiye’nin iklimi merkeze alan küresel hareketin bir parçası olmak için bir an önce harekete geçmesinin, hem gezegene ve topluma hem de ekonomiye fayda sağlayacağını belirten kurumlar şu ifadeleri kullandı:
Türkiye bunu başarmak için gerekli enerji dönüşümünü sağlayacak enerji verimliliği, rüzgar ve güneş enerjisi potansiyeline sahip. Bu sayede, Türkiye 2030 iklim hedefini kolaylıkla iyileştirebilir ve 2050’ye kadar sıfır karbon hedefi açıklayabilir.
12 kurumdan çağrı
Bu gelişmelerden hareketle Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Koruma Merkezi, Ekosfer, Greenpeace, İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği, Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), TEMA Vakfı (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı), WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma, Vakfı), Yeşil Düşünce Derneği, Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe), 350.org Türkiye ve Tohum – Eğitim Kültür Doğa Derneği Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasını ve ulusal katkı hedeflerini iyileştirmesini talep ediyor.
‘İstihdam olanaklarını artıracak’
Konuyla ilgili açıklama yapan WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli “Salgın sonrası ekonomik toparlanma paketlerinin düşük karbonlu sektörleri önceliklendirmesi hem istihdam olanaklarını artıracak hem de Türkiye’nin enerji dönüşümünü hızlandıracaktır” dedi.
SEFiA Kurucu Direktörü Bengisu Özenç ise “Avrupa Birliği’nde de ciddi bir dönüşüm yaşanıyor. AB, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile tüm üretim, tüketim ve ticaret sistemlerini iklimi merkeze alacak şekilde dönüştürüyor. Buna paralel olarak karbon kaçağını önlemek için AB ile ticareti olan ülkeleri kapsayacak çeşitli gümrük kontrol mekanizmaları gündemde. İhracatının yarısını AB ülkelerine yapmakta olan Türkiye için bu yeni mekanizmalara uyum sağlamak hem iklim hedefleri hem de ticari faaliyetleri açısından fayda sağlayacaktır” dedi.
‘İklim değişikliğine uyum çalışmaları başlamalı’
Greenpeace Avukatı Deniz Bayram da “Türkiye’nin iklim krizinden en çok etkilenen sağlık, tarım ve kentleşme alanlarında iklim değişikliğine uyum politika ve uygulamaları gözden geçirmesi hem ekonomik kayıpları en aza indirmek hem de yaşanması muhtemel kayıpların önüne geçmek için kritik” değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa İklim Eylem Ağı İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz “Türkiye enerji dönüşümü için büyük potansiyele sahip. Güneş ve rüzgârdan elektrik üretimini iletim-dağıtım sistemine ek yatırım yapmadan kolayca ikiye katlayabilecek, küçük bir yatırımla ise üç katına çıkarılabilecek önemli bir potansiyele sahip. Ayrıca enerji verimliliği açısından da kayda değer fırsatlar mevcut. Shura raporuna göre tasarruf miktarı 18 milyon hanenin veya ülkenin tekstil ve ana metal sanayi sektörlerinin günümüzdeki toplam elektrik tüketimine eşdeğer” dedi.
Artvin Yusufeli ilçesine bağlı köylerinde ERARİ HES firması tarafından yapılmak istenen ancak köylülerin direnişiyle karşılaşan hidroelektrik santrali çalışmaları, kış ayında bölge halkının şehre göçmesi fırsat bilinerek yeniden başladı.
Bu kez şirket, yanlarına aldığı iki tabur jandarmanın da desteğini aldı. Jandarmanın desteğiyle köye gelip HES projesi çalışmalarına başlayan ERARİ şirketi üç günde onlarca ağacı kesti.
Bölgede şantiye kurma çalışmalarına başlayan şirket dozerle kendisine şantiye alanı ve tünel açma işlemlerine başladı. Bu duruma müdahale etmek isteyen bazı yurttaşlar ve muhtarlar çalışma alanına Jandarma tarafından alınmadı.
‘Toprağımızın sahibi sanki HES şirketi’
Konuyla ilgili açıklama yapan Demirdöven muhtarıHafız Aslan Peker son durumu şu şekilde aktardı:
İçimiz yanıyor katliama devam ediyorlar. Ben 65 yaşın üzerinde olduğum için Jandarma bana ‘sen dışarıya çıkmazsın’ diyor ve benim çalışma yapılan alana girmeme müsaade etmiyor. Toprağımızın sahibi sanki ERARİ HES şirketi.
‘Zorumuza giden jandarmanın nöbet tutması’
Peker açıklamasında “Burada zorumuza giden asıl durum hukuksuz olarak çalışma yapan şirkete Devletimizin bizlerin çocukları Jandarmamızın nöbet tutuyor olması bizi üzüyor” ifadelerini kullandı.
Bugüne kadar hiç kimse ile kavga etmediklerini belirten Peker, “Biz hukuk ve yasa çerçeveleri içerisinde haklarımız ne ise onun gereğini yaptık. Suyumuzu toprağımızı koruduk kimseye saldırmadık saldırmayız biz kavga değil yasaların uygulanmasını istiyoruz. Jandarmamız burada kış boyu nöbet mi tutacak? Şehre inmeye kaymakamımızla konuyu görüşmeye çalışacağım” dedi.
‘Gidecek başka yerimiz yok’
Üç gün önce iki tabur askerle gelen şirketin bugün çalışmalarına devam ettiğini belirten Peker, “Biz ancak uzaktan fotoğraflar alabiliyoruz. Sizlerin sayesinde Tüm Türkiye ye burada yaşanan hukuksuzluğu duyurduk. Şimdi avukatlarımız hukuki olarak yeni çalışmalar başlatıyorlar. Bu katliam durdurması için yetkililere yeniden çağrı yapıyoruz diyoruz ki, ne olur durdurun şu katliamı yok olmasın yaşam alanlarımız bizim buradan başka gidecek yerimiz su içecek deremiz yok. Yargının alacağı kararları bekleyelim bu hukuksuz çalışmaya son verdirin” ifadelerine yer verdi.
Elazığ’daki Peri Suyu Vadisi’nde yapılan barajda dağ keçilerinin boğulmalarına tepki gösteren CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç bir açıklama yaptı.
Öztunç açıklamasında, “Dağ keçileri ya av turizmi adı altında katlediliyor ya da baraj sularında boğularak yaşamını yitiriyor. Doğaya, yaban hayatına bir huzur verin artık” ifadelerini kullandı.
Yargı kararına rağmen yapıldı
Peri Suyu Vadisi’nde yapılan barajda meydana gelen boğulma vakaları hakkında değerlendirmede bulunan Öztunç, “Yıllar önce bu baraj Peri Vadisini bitirir, vadideki canlı yaşamını yok eder diyen yurttaşlar şirketin silahlı güvenlik görevlilerinin şiddetine uğradı, tutuklandı. Bugün Dağ Keçileri boğularak yaşamını yitiriyor” dedi.
Mahkemeler tarafından defalarca iptal edilen projenin “silah zoruyla” yapıldığını belirten Öztunç, “Dağ keçilerinin barajda boğuluyor olması, bu barajın hiç araştırılmadan yanlış yerde yapıldığının kanıtıdır. ÇED raporları incelenmeden onaylanıyor. Taahhüdünü yerine getirmeyen şirkete hiçbir şey yapılmıyor” ifadelerine yer verdi.
‘Sorumluları yargılanmalı’
Öztunç, konuşmasının devamında “ Yargı kararlarını dinlemeyen 5’li Çete ülkemizi, doğamızı, emeğimizi sömürüyor. Yargı kararlarını hiçe sayarak bu barajı kuran şirket ile kurulmasına göz yuman kamu görevlileri, AKP iktidarı bu dağ keçilerinin ölümünün ortak sorumlularıdır. Bir an önce sorumlular hakkında soruşturma açılmalıdır” yorumunda bulundu.
Geçtiğimiz günlerde TBMM Başkanı Şentop’a Hayvan Hakları Yasası’nı yürürlüğe geçirmek için girişimde bulunması çağrısında bulunduğunu hatırlatan Öztunç şunları söyledi:
Hayvan dostlarımızın bizler gibi doğuştan sahip olduğu haklar var ve şu an biz insanlar tarafından bu haklar gasp ediliyor. Tekrar ediyorum; Hayvanlar katlediliyor, işkence ve kötü muameleye uğruyor, cinsel saldırılara maruz kalıyor, turizm adı altında yaban hayatı yok ediliyor. Bunun vebal her geçen gün daha da artıyor. Sayın Şentop lütfen çağrılarımızı duyun ve bu elinizi taşın altına koyup devreye girin ve bu kanunu uzlaşı ile yürürlüğe geçirelim.
Ege Bölgesi‘nde bulunan Aydın ilini tarihçi Heredot, “Bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu yer” diye tanımlarken, Evliya Çelebi de “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar” der. Haklılar, çünkü Aydın’daki topraklar birinci sınıf tarım alanı olarak değerlendiriliyor.
Kent, zeytin, incir, kestane, kereviz üretiminde Türkiye’de birinci; pamuk ve çilek üretiminde ikinci; taze börülce ve sofralık zeytin üretiminde de üçüncü sırada. Fakat görünen o ki hem Heredot’un hem de Evliya Çelebi’nin bilmediği, başka bir bereketlilik de söz konusu. Aydın, yer üstündeki zenginliğin yansıması olarak, toprağın altında da altın, bakır, kurşun gibi madenlerin yanı sıra, jeotermal enerji kaynakları açısından da oldukça zengin bir il.
Bu zenginliğe paralel olarak, kent ve çevresinde uzun süredir bir yandan maden ve enerji yatırımlarının sayısı ve kapsamı artarken doğal kaynaklarını, yaşam ve tarım alanlarını korumak isteyen yöre halkının ekoloji mücadelesi de sürüyor. Aydınlılar, illerine kurulan çok sayıda JES (Jeotermal Enerji Santrali), maden ocakları ve balık çiftliklerinin şehre, şehirdeki yaşama ve tarım faaliyetlerine büyük zarar verdiğini söylüyor.
Aydın halkıyla, nüfusu bir milyonu ancak geçen şehirde neden bu kadar çok JES olduğunu, ocakları ve balık çiftliklerini; şikayetlerini ve taleplerini konuştuk.
Tüm jeotermal santrallerin yüzde 85’i Aydın’da
2007 yılında çıkarılan Jeotermal Yasası ile Aydın topraklarının %80’i jeotermal santrallerin kullanımına açıldı. Şu anda Türkiye’de üretimde olan tüm jeotermal santrallerin %85’i bu kentte yer alıyor. Türkiye’de gelecekte yapılması düşünülen tüm jeotermal santrallerin %70’nin de Aydın’da yapılacağı belirtiliyor.
1984 yılında başlayan çalışmalar sonucu, 2020 yılına kadar geçen sürede 35’e yakın santral (son zamanda bunların yarısından fazlasının ruhsatsız bir şekilde faaliyette bulunduğu, Germencik Çevre ve Doğa Derneği tarafından kamuoyuyla paylaşılmıştı) ve bunların faaliyet alanının olduğu bölgelerde bin civarında sondaj kuyusu olduğu tahmin ediliyor.
2019 yılının ağustos ayında Aydın’da 64 jeotermal arama, yedi jeotermal kaynak işletme ve 39 doğal mineralli su ruhsat sahası için ihale süreci başlatıldı. Aydın’da faaliyet gösteren çevre örgütleri köylülerle birlikte düzenledikleri protesto eylemleri ve yasal girişimlerle yeni ruhsat sahalarının ihaleye girilmesini engellemeyi başarmışlardı.
Muhalefet partileri tarafından sunulan Meclis önergeleri, tabiplerin Menderes Nehri’nin ölüm saçtığına dair açıklamaları, sondaj çalışmaları esnasında meydana gelen patlamalar ya da JES’lerin doğa üzerinde bıraktığı etkilere dair mahkeme kararları sonucu çok da değiştirmiş ya da değiştireceğe benzemiyor gibi. Yeni JES’lerin sırada olduğu kentte, 2020’nin Ocak ayında, 4 bin 783 hektar alanın maden aramaya açıldığı belirtiliyor.
Jeotermal nedir ve JES’ler zararlı mı?
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘nın yaptığı açıklamaya göre jeotermal, “yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısı ve basıncın oluşturduğu sıcaklıkların, bölgesel atmosferik ortalama sıcaklığın üzerinde olan ve çevresindeki yeraltı ve yerüstü sularına göre daha fazla çözülmüş mineraller, çeşitli tuzlar ve gazlar içerebilen sıcak su, buhar ve gazlar ile yüzeye taşınan ısı enerjisi.”
Isı üretimi, elektrik üretimi, turizm ve sağlık gibi birçok alanda kullanılabiliyor. Hal böyleyken dünyanın birçok yerinde de alternatif enerji kaynağı olarak tercih edilen ve doğal bir kaynak olan jeotermale karşı Aydın’da giderek yükselen tepkinin sebebi ne?
AYÇEP (Aydın Çevre Platformu) Genel Başkanı Mehmet Vergili‘ye göre bunun birçok sebebi var: Birinci sınıf tarım alanlarının üzerine ve hatta yerleşim yerlerine kurulmaları, çok küçük bir alanda çok fazla santralin bulunması ve yeraltından çekilen kaynak suların çekildiği mesafeye değil, tarım alanlarına ya da onlara yakın su kaynaklarına bırakılması, yani reenjeksiyon bunlardan bazıları.
Doğaya ve canlılara verdiği zararın yanı sıra, bir başka endişe kaynağı da JES’lerin küçük depremleri tetiklediği iddiası. İYİ Parti Aydın milletvekili Aydın Adnan Sezgin bu iddiayı şöyle dillendiriyor:
“Bilirkişi raporlarında ve mahkeme kararlarında vurgulanan etkilere ek olarak uzmanlar, jeotermal enerji üretimi nedeniyle, depremlerin tetiklenmesinin mümkün olduğunu söylüyor.1970’lerden bu yana sayıları giderek artan JES’lerin en yoğun bulunduğu Germencik ilçesi ve etrafında sayısal olarak en fazla depremin meydana gelmesi tesadüf olamaz. JES’lerin denetimsizliği bütün bu tehditlere ek olarak, yangın felaketi gibi riskleri de ihtimal dahiline getirmektedir.” Sezgin, böyle bir durumun yaşanması konusunda ne yapılacağıyla ilgili herhangi bir eylem planının bulunmadığını belirtiyor.
TMMOB, (Türk Mühendisleri ve Mimarlar Odası Birliği), yedi adet Jeotermal Kaynak İşletme Ruhsat Sahası, 64 adet Jeotermal Kaynak Arama Ruhsat Sahası ile 39 adet Doğal Mineralli Su Ruhsat Sahasının ihalesine ilişkin Resmi Gazete duyurusuyla ilgili hukuki işlem başlatmış ve bir heyet oluşturularak bölgede incelemelerde bulunmuştu. İncelemeler sonrası hazırlanan raporda, mevcut JES sahalarının yer seçiminin sorunlu olduğu, çevresel etkileri önemsenmeden, akışkanlar ve gazlar yeterince ölçülmeden ve denetimlerle yanlışlar önlenmeden doğaya salınmasına yönelik uygulamaların, toprak, su ve bitkisel ürün kirliliği açısından sorun teşkil ettiği ve yeraltından çekilen akışkanla birlikte gelen ve yoğunlaşmayan gazların atmosfere salınmaması ile akışkanın bir damlasının dahi yerüstüne deşarj edilmemesi ilkelerine uyulmadığı belirtilmişti.
‘Dünyanın hiçbir yerinde birinci sınıf tarım toprağı üzerinde JES yok’
Mehmet Vergili’nin çevre mücadelesi çalışmaları 17-18 sene öncesine dayanıyor. Bir sabah spor yaparken derede gördüğü katrana bulanmış atmaca kuşu sonrası bunun için uğraş vermeyi amaç edinmiş. Orada yaşayan yurttaşlarla toplanıp Organize Sanayi Müdürlüğü‘nün kapısına dayanmışlar. O senelerde CHP’den belde genel başkanı olduğunu söyleyen Vergili, bölgedeki esnaf, muhtar, çiftçilerle beraber daha iyi bir arıtma sistemi için mücadele ettiklerini ve bunu kurdurmayı başardıklarını anlatıyor.
Sonrasında da Vergili’nin çevre mücadelesi serüveni başlamış. Kurdukları AYÇEP’in sadece çevre ve yaşam hakkını değil, aynı zaman da işçi haklarını da savunan bir dernek olduğunu söylüyor.
Aydın Umurlu’da JES şirketinin yaptığı çalışmalar nedeniyle Mehmet Kumcu’nun, Emirdoğan çayına düşerek hayatını kaybetmesi sonrası AYÇEP Genel Başkanı Mehmet Vergili ve Umurlu sakinleri açıklama yapıyor.
Başlarda JES’lere dair çok fikir sahibi olmadıklarını belirten Vergili, santrallerin doğal enerji kullanarak elektrik ürettiği ve elde edilen elektriğin tasarruflu şekilde kullanıldığına ilişkin anlatılanlar nedeniyle birçok kişi gibi kendisinde de jeotermalin hem kendisinde de hem de doğaya faydalı bir enerji kaynağı olduğu inancı oluştuğunu ifade ediyor.
Aydın’a ilk JES, 1976’da Buharkent‘e kuruluyor. Sonraki yıllarda bu bölgenin rezerv bölgesi olduğu fark edilince 2007 yılında, mevcut hükümet tarafından, Jeotermaller ve Mineraller Yasası çıkarılıyor. Vergili, JES sahipleri arasında Eurobank gibi uluslararası şirketlerin de bulunduğuna değiniyor. Geçmiş belediye başkanlarının ili ağ gibi saran santrallere sorgusuz sualsiz ruhsat vermesinden dolayı halk vicdanında aklanamadığını ve bu yüzden hiç birinin seçimi kazanamadığını belirten Vergili şunları söylüyor:
Jeotermaller ve maden ocakları, bunların hiçbiri Türkiye’de kurallarına göre yapılmıyor. Kurallarına göre yapılsaydı, jeotermal santralleri yerleşim yerlerinin üzerine örümcek ağı gibi kurulmazdı. Buradaki 35’e yakın santralin hiçbiri doğru dürüst kurallara uymuyor. Maden ocakları da aynı şekilde geçtiği yerde ne doğa, ne tarih ne de sağlık bırakıyor. Germencik’te bir bölgedeki 400 bin dönüm incir, 18 sene önce kurulan JES yüzünden tamamen kurudu”
Bir doğa talanı belgeseli: Jeotermal Yetti Gari
Yönetmen Murat Yüksel’in bölgedeki mağdurların anlatımlarını ve uzman görüşlerini içeren, “Jeotermal Yetti Gari” isimli 20 dakikalık belgesel filmi, Aydınlı köylülerin JESlere karşı yürüttükleri çevre mücadelesini konu alıyor. Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteğiyle hazırlanan belgesel filmin nasıl ortaya çıktığını Yeşil Gazete’ye anlatan Yüksel, tarım alanlarının tahribatına karşı ses çıkarmak ve bir hafıza oluşturmayı amaçladıklarını belirtiyor.
Murat Yüksel ve Kızılcaköy sakinleri, ‘Jeotermal Yetti Gari’nin çekimlerinde…
Tıpkı AYÇEP Genel Başkanı Vergili gibi, yönetmen Yüksel de JES’lerle ilgili en büyük sorunun reenjeksiyon olduğuna değiniyor. Çekilen yeraltı kaynak sularının, aynı bölgeye bırakılması gerekirken yerüstüne bırakılması sonrasında hem doğanın hem de üzerindeki canlıların talan olduğunu dile getiren Yüksel, “Şehrin en büyük tarım üretimi incir ve zeytin. Aydın, incirde dünyada ilk sırada. Bunu ilk üçte yer alan zeytin takip ediyor.1 cm² tarım toprağının oluşması ortalama 150 seneyi alıyor. Ama yok etmek ise sadece birkaç kişinin elinde” diye konuşuyor.
Ziraat Mühendisleri Odası Aydın Şube Başkanı Mahmut Nedim Barış‘ın anlattıkları da Yüksel’in söylemlerini doğrular nitelikte. Bölgede yaşanan kuraklık nedeniyle zeytin üretimindeki azalmayla ilgili açıklama yapan Barış, “Bugün yaşadığımız sorunların en büyük nedeni bölgedeki jeotermal enerji santralleri. İzmir, Aydın ve Manisa’nın iklimi tamamen bozuldu. JES’lerin havaya saldıkları gaz sera etkisi yapıyor. JES’ler bölgede iklimin klimasını bozdu” diyor.
Efeler Belediye Başkanı Atay: Her sabah çürük yumurta kokusuyla güne başlıyoruz
M. Fatih Atay.
Efeler, Aydın’ın merkez ilçesi. Efeler Belediye Başkanı M. Fatih Atay ile Belediye Başkanlığı binasında buluşuyoruz. Gerek halk gerek STK’lerle beraber, Jeotermal Enerji Santrallerine karşı olan çalışmalarda yer aldığına değiniyor Belediye Başkanı. Daha önceki başkanların JES’lere ruhsat verdiği ya da bu santrallerin ruhsatsız çalışmasına göz yumduğu için halkın onları affetmediğini belirten Atay, unutamadığı bir anısını da şöyle anlatıyor:
“8 Ekim günü, hiç unutmadığım bir tarih. 8 Ekim 2019 tarihinde Efeler ilçesine inanamayacağınız kadar zehirli gaz çöktü. O zamanki yetkililer tarafından ‘Büyükşehrin çöplüğündeki yangından geldi’ gibi açıklamalar yapıldı, ama değildi. Bir anda salınmış bir gaz ya da bir bölgeyi zehirleyen bir durum değildi. İlk kez korktum ve hemen kısa mesaj geçtim Efeler bölgesinde yaşayan yurttaşlarımıza evden çıkmamaları, camları kapalı tutmaları, bunu solumamalarına dair. Sonrasında bunun zehirli bir gaz olduğu ortaya çıktı ve hiçbir işlem yapılmadı”
Efeler Belediye Başkanının bahsettiği ‘çürük yumurta kokusu’, CHP Parti Meclisi Üyesi ve Aydın Milletvekili Bülent Tezcan tarafından Meclis’e de taşınmış. Tezcan’ın yaptığı açıklamada, “Derhal önlem alınmadır. Eğer önlem alınmazsa, korona geçse de bu kokudan vatandaşlarımız maskelerini çıkaramayacak duruma gelecektir” ifadeleri yer alıyor.
Bu durum sonrası Efeler Belediyesi’nin resmi internet sitesinde hava kalitesi ölçüm sonuçlarına dair günlük veri paylaşımı yapılmaya başlanmış. Her ne kadar bakanlık tarafından akredite bir ölçüm cihazı olarak değerlendirilmese de, belediye için bir ölçüm cihazı aldığını belirtiyor Atay:
“Abartıyorsunuz, halkımızı zehirleyecek ölçülerde değil diyorlar. Ben bakanlığın kullandığı aynı ölçüm cihazını aldım. Haziran ayından temmuz ayına yaptığımız ölçümler sonucunda, 37 gün boyunca oran hep 80 ve 100 miligramdı (Havadaki hidrojen sülfürün oranı). Oran 20 mg’nin üzerine çıktığı zaman öldürücü hale geçiyor. Bizim internette sitemize girdiğinizde, günlük olarak havadaki hidrojen sülfürün oranının takibini yapabilirsiniz.”
Belediye Başkanı Atay’ın ruhsat vermeme üzerine de oldukça ilginç bir anısı var: “Müfettişler geldi, neden ruhsat vermediğimi sordular. Ben de ‘Vermediğim için mi verdiğim için mi suçlanıyorum’ diye sordum, onlar da vermediğim için suçlandığımı söylediler. Yani ben, jeotermal santrallerine ruhsat vermediğim için suçlanan bir belediye başkanıyım. Bunun için de gurur duyuyorum.”
Dr. Aydın: Menderes Nehri varsa insanlar var, yoksa insanlar da yok olmaya mahkum
Eski Aydın Tabip Odası Başkanı Dr. Metin Aydın‘la, uzun bir koronavirüs nöbeti sonrası buluşuyoruz. Koronavirüs ile beraber artan ve artması beklenen hastalık oranlarına değinen Aydın, Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirilen hastalıkların yüzde 80’inin kaynağının çevresel olduğuna değiniyor:
“Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, bildirilen tüm hastalıkların yüzde 80’nin, kanserlerin de yüzde 25’nin sebebi çevresel faktörlerdir. Bu da şunu gösteriyor:Hem hastalıkların hem de ölümlerin ana sebebi aslında çevresel faktörler. Çevresel faktörler nelerdir diye baktığımızda, hava kirliliği, su kirliliği ve gıda kirliliğini görüyoruz. Aydın’da bu kirliliklere sebep olan ana unsurlara baktığımızdaysa jeotermal santraller, maden ocakları ve tarım ilaçlarını görüyoruz. Aslında Aydın’daki en büyük çevre felaketi Büyük Menderes‘in kirliliğidir. Şu anda Büyük Menderes Nehri, Türkiye’nin en kirli üçüncü nehri ve dördüncü sınıf su kalitesine sahip. Yaklaşık 10-15 yıldır bu seviyede olan kirlilikten kaynaklı kesinlikle tarımsal sulamaya uygun değil.”
Dr. Metin Aydın.
Aydın Tabip Odası’nın başındayken yaptıkları bir araştırma sonucu, Aydın’daki en çok ölüm oranının Büyük Menderes Nehri’ne yakın yerler olduğunu gördüklerini anlatıyor Dr. Aydın: “Endüstriyel ve kentsel atık sular Büyük Menderes Nehri’ni kirleten en önemli faktörler. Bor, lityum ve arsenik kirliliği nehirdeki kirliliğin en büyük sebebi.”
Doktor Metin Aydın da, Efeler Belediye Başkanı M. Fatih Atay’ın değindiği gibi, çalışmaların ‘akredite’ olup olmamasıyla ilgili ayrımı yersiz buluyor. “Jeotermallerin durumuyla ilgili Türkiye’de ve dünyada her sene jeotermal kongreleri düzenleniyor. Sadece Adnan Menderes Üniversitesi tarafından yapılan iki yüzün üzerinde jeotermalin zararlarını gösteren tez çalışması var. Siz burada yapılan tez çalışmasını kabul etmiyorsanız hangi akredite çalışmadan bahsedebilirsiniz ki? Varsayalım siz bu çalışmaları hem Meclis hem de hükümet olarak görmediniz ya da yok sayıyorsunuz, peki sizin ne yapmanız lazım? Hem çevre dernekleri hem de muhalefet partileri tarafından Meclis’e bu konunun araştırılmasına yönelik birçok önerge sunuldu; fakat hiçbiri kabul edilmedi. O halde siz yapın? Fakat bunu da kabul etmiyorlar.”
JES’lerin doğa ve tüm canlılara fiziki etkisinin yanı sıra, psikolojik etkilere de değiniyor Dr. Aydın:
“Dünyada her 5 kişiden 1’i kanser olurken, Aydın’da bu sayı 3. Kentte her 3 erkekten 1’i, her 4 kadından ise 1’i, bu süreç böyle devam ederse kanser olacak. Şu anki güncel verilere baktığımızda da, Aydın’daki kanser ortalaması Türkiye’nin iki katı. Bu sene açıklanan verilere göre kent, dolaşım sistemine bağlı hastalıklar nedeniyle ölümde birinci sırada. Jeotermal santrallere yakın yaşayanların daha fazla intihar ettiğine ya da intihar eğilimi gösterdiğine dair çalışmalar da var. Türkiye’de son 10 yıl içerisinde Aydın ili, intihar oranında ilk 10’nun içinde. 2020 yılı içerisindeyse ilk 4’ün içindeyiz.”
Efeler, Yılmazköy’de jeotermal sular, doğrudan toprağa salınıyor.
‘Eskiden her şeyimiz vardı, artık bitti, yaşamımız bitti’
Aydın ziyaretimizde Efeler ilçesine bağlı Yılmazköy‘ü de ziyaret ediyoruz. Şu an için köyde gözümüze çarpan iki tane aktif jeotermal elektrik santrali mevcut. Köylüler, santrallerden kaynaklı köyde tarımın bittiğine değiniyor. 35 senedir bu köyde yaşadığını belirten ve köye kurulan özel bir sitede bekçilik yapan Rıfat Metin şunları anlatıyor:
“Senelerdir mahkemelerle uğraşıyoruz, fakat şimdiye kadar herhangi bir yaptırım gerçekleşmedi. Buralardan çok iş makinesi geri çevirmiştim ben kendi başıma. Ne yaptıysak olmadı, santraller yine kuruldu, yine kuruldu. Koku, duman… bunlar yüzünden insanlar da dahil tüm canlılar zarar görüyor. Zeytin bitmez oldu, incir tükendi. Yonca ekiyoruz sadece, onun dışında bir şey çıkmıyor. O da susuzluktan dolayı yeterli sulanmıyor, çünkü bu santrallerden dolayı yer altında su kalmadı. Barajlarda da yeterli su yok. Buranın yerlisi olarak sıkıntımız çok büyük bizim. Eskiden her şeyimiz vardı, her şey… Ama, bitti artık. Yaşamımız bitti artık!”
Aynı köyde yaşayan Ayşe Çetin de aynı fikirlere sahip:
“Aydın’da jeotermal aldı başını gidiyor. Bunlarla altı seneden beri mücadele ediyoruz. Kapımızı, penceremizi açamıyoruz kokudan. Çoğu komşumuz solunum yolu hastalıklarına yakalandı. Bu köyün içinde JES’ler var, bu köye yakın köylerde de var. Bu süreçte hem AYÇEP hem de EGEÇEP yanımızdaydı. Onlarla beraber, tek tek herkese gidip bunun yararının değil zararlarının olduğu anlattık. Bütün köylünün elindeki inciri ve zeytini mahvettiler. Bu santralin olduğu yerden üç seneden beri zeytin alamıyoruz.”
Bakan Kurum: Vatandaşlarımızın içi rahat olsun
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, temmuz ayında Aydın’a gerçekleştirdiği ziyaretinde, jeotermal elektrik santralleri ve buna bağlı hava kirliliğine değinmişti. Bakan Kurum yaptığı açıklamada şunları söylemişti:
“Aldığımız karar doğrultusunda bakanlığımızın mobil ölçüm cihazını Aydın’a gönderiyoruz. Artık Aydın Valiliği nezdinde görev yapacak olan bu cihazımızla birlikte tüm jeotermal tesislerinin hava kalitesini anlık izleyeceğiz. Tesislerin hava kirliliğini ölçmek üzere hava kalitesi ölçüm cihazlarını takma zorunluluğunu getireceğiz ve tüm tesisler bu cihazları yıl sonuna kadar takmış olacak. Aynı zamanda bölgede istihdamı için projeler yürüteceğiz. Jeotermalden faydalanarak Aydın’ın ısınma ve tarımda kullanılması amacıyla çalışma yapacağız. Vatandaşlarımızın içi rahat olsun. Hava kirliliği olan tesisler için kapatma işlemleri de dâhil her türlü yaptırımı uygulayacağız.” Kurum, JES’lerin yetkililer tarafından kontrol altında olacağına işaret etmişti.
AKP Aydın Milletvekili Metin Yavuz ise, akredite edilmiş bir kurum tarafından JES’lerin doğaya ve insana zarar verdiğini, çevreyi kirlettiğini ortaya koyan bir bulgu olmadığını söyleyerek şöyle konuşmuştu:
“Ben de Aydın’da yaşayan bir insanım. Çoluğum, çocuğum burada. Biz hiçbir zaman çoluğumuza, çocuğumuza sıkıntılı bir ortam, yok edilmiş bir çevre bırakmak istemeyiz. Burada bir kavram kargaşası var. Jeotermal gerek tarımda gerek enerjide gerek turizmde kullanılabilecek çok güzel bir zenginlik. Burada 20 küsur tane JES var. Bu JES’lerin amacı enerji üretmek. Enerji üretirken de doğaya ve insana zarar vermeyecek şekilde; kanunun, kuralların gösterdiği çizgide bu üretimlerini yapmak mecburiyetindeler. Bunun iki kısmı var. Birincisi, JES’lerle ilgili bir kontrolsüzlük var ise gerekli şeyleri yapmamız gerekiyor. İkincisi söylemlerin dışında akredite edilmiş bir kurum tarafından, bir laboratuvar tarafından doğaya ve insana zarar verdiği, çevreyi kirlettiğiyle ilgili herhangi bir bulgu yok.”
Tartışmaya farklı bir noktadan dahil olan JESDER (Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği) ise Aydınlıların ısınma giderlerini tamamen unutması gerektiğini belirterek şunları söylüyor:
“Yerel yönetimlerimizden talep almak üzere teknik hazırlıklarımızı tamamladık. Hanelerin yıl içerisindeki gider kalemlerinin başında ısıtma bedeli yer alıyor. JESDER olarak Aydın’da 29 santral ile hizmet veriyoruz. Uzun yıllardır Aydın’da hemşirelerimiz ile birçok başarı elde ettik. Kazancımızı yine burada yatırıma dönüştürdük. İstihdamımızı artırdık. Çeşitli sosyal sorumluluk projeleri hayata geçirdik. Aydın’ın ısınmasında yeni bir dönem başlatmak niyetindeyiz. Bugüne kadar 35 bin konutun ve yüzlerce dönüm seranın ısı ihtiyacını jeotermal kaynaklardan karşılayan JESDER üyeleri, Aydın’ın tamamında Yerel Yönetimlerimiz ile birlikte bunu sağlamaya hazır.”
Maden Ocakları: Çine’de kanser ve guatr hastalığı gittikçe artıyor
Aydın’da tek sorun bütün ili kaplayan JES’ler, kuraklık, kirlilik değil. Bölge halkı yaşam alanlarında açılan madenler ve yeni yeni kurulmaya başlanan balık çiftlikleriyle de mücadele ediyor.
Maden Mühendisleri Odası tarafından düzenlenen Aydın Maden Potansiyeli’nin Değerlendirmesi Çalıştayı sonrası hazırlanan rapora göre Aydın, zımpara, cam/seramik/boya sanayi gibi pek çok alanda kullanılan feldspat ve kuvars açısından oldukça zengin bir bölge. Aynı rapora göre, Çine ilçesi ile Muğla‘nın Yatağan ilçesi arasında bulunan Çine dağlarının, Muğla yetkilileri tarafından jeopark olarak değerlendirilmesi planlanıyor. Bu alan tarihi MÖ 4000’li yıllara dayanan antik kentleri, Hıristiyanlık dönemine ait kutsal freskleri, Selçuklu-Osmanlı dönemine ait yapılar ile, Kazan göleti, Pınarbaşı ve Çine Kül barajı gibi mesire alanlarını içeriyor.
Ancak söz konusu maden ocaklarından elde edilecek gelir olduğunda, bölgenin tarihselliği, doğa ve onun üzerindeki tüm yaşam da göz ardı edilmişe benziyor. Özellik Çine’de kuvars ve feldspat madenlerinin çıkarıldığı yaklaşık 25 maden ocağının çevreye ve insan sağlığına zarar vermeye devam ettiği söyleniyor. İddialara göre maden ocaklarında çalışan işçiler soludukları zehirli toz yüzünden silikozis ve KOAH gibi hastalıklara yakalanırken, bölgede yaşayan insanlarda ise kanser hastalıkları artmaya başladı. Bununla birlikte toprakta biriken zehirli kimyasallardan dolayı hayvanlarda da çeşitli hastalıklar tespit edildi.
Çine Çevre ve Yaşam Platformu (ÇİYAP) sözcüsü Ahmet Uslu açılan maden ocaklarıyla ilgili, “Bu işletmeler flotasyon yani madenleri ayrıştırma işlemi için kullandıkları çok zehirli maddeleri Çine Çayı ve Menderes Nehri’ne akıtıyorlar. Bu kimyasallar içme suyunun kirlenmesine, balık ölümlerine neden olurken tarım arazilerine ve doğaya çok büyük zarar veriyor. Burada beslenen hayvanlarda çeşitli hastalıklar tespit edildi. Çine’de kanser ve guatr hastalığı gittikçe artıyor” diye konuşuyor. Uslu, maden ocaklarının da en az JES’ler kadar tahribat yarattığını açıklıyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ise yetkililerin maden ocakları konusunda çevreye en yüksek hassasiyetle yaklaştıklarını belirterek, geçen aylarda şu açıklamada bulunmuştu:
“Madencilik faaliyetlerimizle ilgili neredeyse kara propagandaya varan, manipülasyon ve dezenformasyon odaklı kirli bir bilgi ağına şahit oluyoruz. Türkiye’de madencilik sektörünün gelişimine darbe vurmayı amaçlayan bu algı operasyonlarının tek bir panzehiri var o da bu konuda proaktif bir iletişim stratejisi izlemek. Özellikle kamuoyunda madencilikle ilgili çevresel hassasiyetlerimizin en üst düzeyde olduğunun bilinmesi gerekiyor. Yapılan bunca yatırımın, ekonomiye sağlanan katkının, doğayı korumak için verilen bunca mücadelenin kamuoyu nezdinde de bir karşılığının olması gerekiyor.”
Balık çiftlikleri
İl sınırları içinde yeni yeni kurulmaya başlanan balık çiftlikleri ise çoğunlukla Didim bölgesinde. Didim, Aydın’ın en turistik bölgelerinden biri. Yönetmen Murat Yüksel, geçen yıl toplanan yaklaşık kırk bin imza ile engellenen balık çiftliklerinin yeniden yapılmak istenmesi yüzünden bölge halkının tekrar endişeye kapıldığını anlatıyor. Fabrikaların, bin tonluk üretimin altında istatistik vererek ÇED raporuna ihtiyaç duymadığını belirten Yüksel, “Bir fabrika yıllık 25 bin ton balık üreteceğim demiş olsa ortalık karışır ama bin ton altında rakam verip, ‘bu fabrika çok az üretim yapıyor, bu yüzden ÇED gerekli değildir’ diyorlar. Tabii bu balıklar için üretilecek yemi de düşünemiyorum” diyor.
Dünya ülkelerinin küresel ısıtmayı endüstri öncesi döneme kıyasla 1,5 ile 2 derece arasında sınırlama sözü verdiği Paris Anlaşması‘nın üzerinden tam beş yıl geçti.
12 Aralık 2015’te imzaya açılan Anlaşma, kısa süre içerisinde yeterli sayıda imzaya ulaşarak yürürlüğe girdi. O tarihten bu yana Paris, iklim mücadelesinin en önemli odaklarından biri haline geldi.
İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli İklim Uzmanı Dr.Ümit Şahin Anlaşma’nın beşinci yıl dönümünde Yeşil Gazete‘ye anlaşmanın iklim mücadelesi için ne anlama geldiğini, neler içerdiğini ve hangi konularda eksik kaldığını anlattı.
‘Ülkeler hedeflerini sıkılaştırmalı’
Şahin, Amerika Birleşik Devletleri‘nin (ABD) anlaşmaya geri dönecek olmasının, Çin‘in emisyonlarını düşürmeye başlayacağını ve 2060 yılında nötrleyeceğni açıklamasının umutları artırdığını söyledi. Ancak ülkelerin hedeflerini sıkılaştırmaları gerektiğine vurgu yaptı:
Mevcut taahhütler bir buçuk dereceyi mümkün kılmıyor. Bu şekilde gidildiği takdirde dünyanın üç dereceden fazla ısınacağı garanti. Son taahhütlerle sıcaklık sınırlanacak ancak yine de iki derecenin altına düşmeyecek. Bütün ülkelerin hedeflerini sıkılaştırmaları gerekiyor.”
Anlaşmanın yeterince bağlayıcılığı olmadığı gibi eleştirilerin doğru olsa da yine de insan haklarına ve doğa haklarına dayalı bir anlaşma olduğunun unutulmaması gerektiğini söyleyen Şahin anlaşma için “Sadece basit bir emisyon azaltma anlaşması değil iklim adaleti mücadelesinin önemli araçlarından bir tanesi” dedi.
Türkiye’ye temsilci atamayan sosyal medya şirketlerine Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından 30’ar milyon TL daha ceza kesildi.
BTK, 1 Ekim’de yürürlüğe giren ve “Sosyal Medya Yasası” olarak da ifade edilen 7253 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kapsamında yasal sürenin sona ermesinin ardından temsilci bildiriminde bulunmayan Facebook, Instagram, Twitter, Periscope, YouTube, TikTok, Pinterest, LinkedIn ve Dailymotion şirketlerine 10’ar milyon lira ceza vermişti. Yasa gereği, kararın tebliğinden itibaren başlamak üzere 30 gün daha süre tanındı.
Yükümlülük yerine getirilmezse reklam kısıtlaması uygulanacak
Bu süre, tebliğ tarihine göre bu hafta doldu. Yasanın gereğini yerine getirmeyen ilgili sosyal medya şirketlerine bu defa 30’ar milyon lira idari para cezası kesildi.
İkinci kez verilen idari para cezasının tebliğinden itibaren 30 gün içinde de bu yükümlülük uygulanmazsa Türkiye’de mukim vergi mükellefi gerçek ve tüzel kişilerin ilgili sosyal medya şirketine reklam vermesi yasaklanacak ve bu kapsamda para transferi de yapılamayacak. Verilen reklam yasağı kararı, Resmî Gazete‘de yayımlanacak.
ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) uzmanlar kurulu, Pfizer ve BioNTech‘in geliştirdiği yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısının kullanımını onayladı.
Bağımsız uzmanlardan oluşan FDA danışma kurulu, dün gün boyu süren toplantı sonrasındaki yaptığı oylamada 4’e karşı 17 oyla ilaç şirketi Pfizer ve BioNTech tarafından geliştirilen Covid-19 aşısının acil kullanımı için FDA’ya yetki verdi.
AA’nın haberine göre düzenleyici kurulun onayından sonra FDA’nın aşı konusundaki resmi teyit prosedürünü tamamlayıp en erken bugünden itibaren eyaletlere dağıtımına başlaması bekleniyor.
İlk etapta 3 milyon kişi
Bu ay sonuna kadar ilk parti olarak 6,4 milyon doz aşının dağıtılması ve iki doz aşılama uygulaması nedeniyle ilk etapta 3 milyon kişiyi kapsaması planlanıyor.
ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) aşılamada önceliğin sağlık çalışanlarına ile bakım evlerinde kalan yaşlı nüfusa uygulanması tavsiyesinde bulunmakla birlikte bu konuda nihai kararın eyalet yönetimlerine ait olduğunu belirtiyor.
FDA, 8 Aralık’ta yaptığı ön açıklamada, Pfizer ve BioNTech’in geliştirdiği Covid-19 aşısının “güvenilirliğini ve etkinliğini” doğrulamış, yüzde 95 etkili olduğu belirtilen aşının ilk dozdan yaklaşık 10 gün sonra Vovid-19’a karşı güçlü koruma sağladığı kaydedilerek aşının 21 gün arayla 30 mikrogramlık iki doz şeklinde uygulanması önerilmişti.
Birleşik Krallık ve Kanada’da da onaylandı
BNT162b2 olarak bilinen Pfizer/BioNTech aşısı geçen hafta çarşamba Birleşik Krallık‘ta, bu çarşamba da Kanada‘da onaylanmıştı.
ABD merkezli biyoteknoloji firması Moderna‘nın “mRNA-1273” adlı aşı adayı da 17 Aralık’ta aynı şekilde FDA bağımsız uzmanlar kurulu tarafından değerlendirmeye alınacak.
Üniversite öğrencisi Şule Çet‘in öldürülmesiyle ilgili davada ‘İntihar etmedi’ denilen bilirkişi raporuna imza atan Gazi Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ender Taner evinde ölü bulundu.
Ankara Çankaya‘daki evinde bulunan 49 yaşındaki profesörün cesedi incelenmek üzere Ankara Adli Tıp Kurumu‘na kaldırıldı. Taner’in kesin ölüm neden otopsiyle belirlenecek.
Avukatları duyurdu
Ölüm haberini duyuran Çet’in ailesinin avukatı Umur Yıldırım, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda “Şule Çet davasında Şule’nin psikolojisinin bozuk olmadığına ilişkin raporda resmi bilirkişi olarak yer alan Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ender Taner evinde ölü bulundu” dedi.
Ne olmuştu?
Ankara Gazi Üniversitesi Tekstil Tasarımı öğrencisi Şule Çet, 29 Mayıs 2018’de sabaha karşı saat 04.00 sıralarında bir plazanın 20’nci katından şüpheli şekilde düşerek hayatını kaybetmişti. Olayın ardından şüpheliler Çet’in patronu Çağatay Aksu ve arkadaşı Berk Akand gözaltına alınmıştı. Çağatay Aksu ifadesinde Çet’in intihar ettiğini öne sürmüş, iki şüpheli ifadelerinin ardından serbest bırakılmıştı.
Daha sonra, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın talimatıyla cinayet soruşturmasına dönüştürülen soruşturma kapsamında şüpheliler tutuklanmıştı. İddianamede, iki sanık için ‘cinayet’, ‘ırza geçme’ ve ‘hürriyeti tehdit’ suçlarından ceza istenmişti. Davanın ilk duruşması 6 Şubat 2019’da görülmüştü.
4 Aralık 2019’da kararını açıklayan mahkeme, Çet’e cinsel saldırıda bulunan, öldüren ve camdan atan Çağatay Aksu’ya ‘kasten öldürmek’, ‘nitelikli cinsel saldırı’ ve ‘kişiyi hürriyetinden yoksun kılma’ suçlarından müebbet ve 12 yıl altı ay, Berk Akand’a ise tüm suçlarda Aksu’ya yardım ettiği için 18 yıl dokuz ay hapis cezası verdi. Cezalar, 17 Haziran 2020’de istinaf mahkemesi tarafından onandı.
Ben Atlas Sarrafoğlu, 13 yaşındayım ve iklim aktivistiyim.
Yollar hep uzundur ve içinde hep macera vardır. Ama yol denince benim aklıma ilk gelen şey; arabaların üzerinden geçerek fosil yakıtları atmosfere salarak geleceğimizi yakıp yıkması geliyor. Dışarı çıkamasam da yolları böyle düşünüyorum çünkü artık hayatı böyle görüyorum.
Çünkü ben bir iklim aktivistiyim.
İklim krizini duyduğum ve bir süre sonra anladığımdan bu yana yollardayım. Son 2 senede çok trene bindim. Gittiğim yerlerde iklim krizini anlattım. Bu yoldaki İlk yolculuğumda Ankara’ya gitmiştim. 11 yaşındaydım.
Yetişkinlerle oturup toplantı yapmıştım. Masada en güzelinden Atlas Sarrafoğlu yazıyordu. Beni aldılar sahneye sonra. Ben de trende yazdıklarımı okudum, anlattım. ‘İklim krizi’ dedim, ‘11 yılımız kaldı’ dedim. ‘Greta’ dedim, ‘iklim aktivistiyim’ dedim.
İzmir’e, Dalyan’a gittim. Hayatımda hiç ama hiç unutmayacağım bir maceralar yaşadım. İklim aktivistleri ile tanışmak için İsviçre’ye gittim. 1 hafta boyunca Lozan’da hep beraber çalışma fırsatı bulduk.
Bu 1 haftalık maceramda uluslararası 450 genç aktivistle Lozan Üniversitesi’nde eğitimler aldık. Orada en etkilendiğim kişiliğin kim olduğunu söylememe gerek yok, ama bir sonraki isim Roger Hallam’dı. İklim krizini hayatımda ilk defa ondan duymuş gibi dinlemiştim.
Bu kampta tanıdığım insanlarla yollarım çoğaldı. Sonra İstanbul’da 4500 kişi, Madrid yollarında 500 bin kişi İklim için okul grevi yaptık. Hep yeni insanlar tanıdım. Hepsi iklim aktivisti.Hepsi gezegeni kurtarmak için çabalayan insanlar.
Sonra yollarımın çoğaldığı bu insanlarla konuşmaya devam ettim. Farklı hikayelerimiz ama aynı yollarımız olduğunu fark edince, onlarla röportajlar yapmaya başladım. Yeşil Gazete‘de yayınlanacak 16’ncı röportajımı hazırlıyorum şimdi.
Pandemi başladığından bu yana canlı sohbetler, seminerler, zoom görüşmeleri yaptım. WWF için Dünya Limit Aşımı Günü podcast serisi yaptım. Şimdi de GQ dergisinde iklim krizini yazıyorum.
Neden bunları yapıyorum?
Çünkü benim yolum bu. Ben bir iklim aktivistiyim. Yolum da bu krizin çözümünden geçiyor.
Amazon Yağmur Ormanları’ndaki, Filipinler’deki, kutuplardaki yıkımı, iklim adaletsizliğini görüp de başka bir yolda yürümek mümkün mü sizce? Hepimizin yolu aynı yürüyüşümüz farklı olabilir. Ama neden birbirimiz yaralayacak kadar büyük hırslar yapıyoruz?
Yolun sonu uçuruma doğru giderken frene basarsınız. Yanınızdaki koltukta oturan arkadaşınıza vurarak bu gidişatı havaya uçmaktan kurtulamazsınız. Ne Amazon yağmur Ormanlarını ne de yok olan mercan resiflerini böyle kurtarmazsınız.
Yol iklim yıkımına gidiyor! Frene basılması gerektiğini göstermek de biz iklim aktivistlerine düşüyor.