Ana Sayfa Blog Sayfa 1032

Türkiye’deki siyasi kutuplaşma iklim krizine yaklaşımı da etkiliyor

İklim Haber ve KONDA Araştırma, Türkiye kamuoyunun iklim değişikliği algısını ölçmek ve giderek derinleşen iklim krizi hakkındaki görüşlerini öğrenmek için dördüncü anket çalışmasını gerçekleştirdi. Türkiye çapında 3634 kişi ile yüz yüze yapılan, “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı- 2021″ başlıklı anket, Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı meclis onayından geçirdiği ve aşırı hava olaylarının sebep olduğu yangın ve sel baskını gibi afetlerin şiddetlendiği bir dönemde iklim değişikliği algısını irdelemeyi amaçlıyor. 

İklim değişikliğinin temel nedenine dair insanların düşüncesini anlamaya çalışan “İklim değişikliğine dair düşüncenizi şimdi okuyacaklarımdan hangisi daha iyi açıklıyor?” sorusunu, katılımcıların %75,’i “İnsan faaliyetlerinin sonucudur” şeklinde yanıtlarken, %25’i ise “Doğal bir süreçtir” şeklinde cevapladı.

Geçen yıl katılımcıların %71,4’ü iklim krizinin insan faaliyeti sonucu olduğunu düşünüyordu. Bu yılki sonuçlar, insan faaliyetleri ile iklim krizi arasındaki bağ konusunda yurttaşların farkındalığının biraz daha arttığını gösteriyor. 

Araştırma aynı zamanda, iklim değişikliğinin Türkiye’de toplumun neredeyse dörtte üçünün endişelendiği bir konu olduğunu gözler önüne seriyor. Ankete katılanların %42’si “Endişeliyim” cevabını verirken, “Çok Endişeliyim” diyenlerin oranı ise %24. Sonuçlar ayrıca, katılımcıların %58’inin iklim krizinin pandemiden daha büyük bir kriz olduğunu ve daha büyük bir tahribata yol açacağını düşündüğünü gösterdi.  

Paris Anlaşması ve ‘Net Sıfır’ hakkında yeterince bilgi yok

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de geçtiğimiz yıl aşırı hava olayları şiddetini ve sıklığını arttırdı. Bunun vatandaşlar da farkında. 

Türkiye’de son yıllarda görünen sel fırtına, aşırı sıcaklık ve kuraklık gibi düzensiz hava olaylarında iklim değişikliğinin rolü olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların %77’si “evet” şeklinde yanıt verdi. Bu oran 2019 yapılan çalışmada %71’di.

Geçtiğimiz yaz yaşanan orman yangınları nedeniyle ankete katılanlara yangınların sebepleri sorulduğunda ise toplumun sadece %14’ü “iklim değişikliği” yanıtını seçti. Yangınlara terör faaliyetlerinin sebep olduğunu söyleyenler %36 ile bu soru içerisinde en yüksek orana sahipken, %27’si yangınların yanan orman alanlarını imara açma isteği nedeniyle çıktığını ifade etti. 

Türkiye, 2021’in sonlarına doğru önce Paris Anlaşması’nı Meclis’te onaylamış, ardından net sıfır karbon emisyonu hedefini 2053 yılı olarak açıklamıştı. Bu gelişmeler üzerine, ankete katılanlara yöneltilen “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi hakkında bilginiz var mı?” sorusuna %83’lük bir kesim herhangi bir bilgisi olmadığı cevabını verdi. 

“Sıfır karbon emisyonu” hedefi konusunda bilgi sahibi olmak üzerinden parti seçmenlerinin onay durumuna bakınca bütün partilerde bilgisi olan grupların bu hedefi daha fazla onayladıkları görülebiliyor.

Benzer bir cevap başka bir soruda daha ortaya çıkıyor. “Paris İklim Anlaşması hakkında bilginiz var mı?” sorusuna toplumun sadece dörtte biri “evet” cevabını verdi. Anlaşmayı bilenlerin oranıyla meclisin bu anlaşmayı onayladığını bilenlerin oranı ise neredeyse aynı. Halkın %76’sı, Paris Anlaşması ve anlaşmanın meclis tarafından onaylandığını bilmiyor. Ancak anlaşma hakkında bilgi sahibi olanların içerisinde mecliste kabul edildiğini bilenlerin oranı %71. 

Doğru: Partizanlık iklim krizi mücadelesinde büyük engel yaratabilir  

Araştırma sonuçlarını yorumlayan İklim Haber Yayın Yönetmeni Barış Doğru, ülkede sürekli kışkırtılan toplumsal kutuplaşmanın en sonunda, iklim ve çevre konularına yönelik bakışta da kendisini göstermeye başladığını söylüyor. İklim krizi konusundaki farkındalığın ve endişenin geçtiğimiz seneye göre yine arttığı ve dünya ortalamalarının çok üstüne çıktığını söyleyen Doğru, “Ancak orman yangınlarının nedenleri konusundaki bölünmüşlük kötü bir işaret. İnsanlar konuya objektif bakmakta ve bilimi dinlemekte zorlanıyor. Partizanlık, önümüzdeki günlerde iklim krizi mücadelesi konusunda daha büyük bir engel yaratabilir” diyor. 

Tolunay: Yangınların nedeni konusunda suskun kalınması yanlış düşüncelere neden oluyor

Anketin sonuçlarını yorumlayan, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Doğanay Tolunay ise şu değerlendirmeyi yapıyor: 

İktidar cephesinde ağırlıklı olarak orman yangınlarının terör örgütlerince çıkarıldığı düşünülürken, muhalefet cephesinde ormanların imar için yakıldığı görüşü hakim. Bu cevapların ilginç olmasının nedenlerinden biri bugüne kadar yanan orman alanlarının imara açıldığı tek bir örnek olması. Yine Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2013-2020 yılları arasında çıkan toplam 22 bin yangından sadece 47’sinin (% 0,2’si) çıkış nedeninin terör faaliyeti ya da yıllık olarak çıkan ortalama 2730 orman yangından sadece altısının terör örgütlerince çıkarıldığı resmi verilerde yer alıyor.

Bu net bilgilere rağmen toplumda hâlâ yangınların terör faaliyetleri sonucu çıktığına inanılması gerçekten düşündürücü. Özellikle İçişleri ya da Adalet Bakanlığı gibi orman yangınlarını soruşturmakla yükümlü bakanlıklardan bu konuda hiçbir açıklama yapılmaması, ormanların terör örgütlerince yakıldığı düşüncesinin yayılmasında etkin oldu denilebilir. Bilerek ya da bilmeyerek suskun kalınması aslında gelecekte iklim değişikliğine bağlı olarak sayısının, şiddetinin ve etki alanının artacağı orman yangınlarının önlenmesinin önünde bir engel oluşturuyor” 

Ağırdır: Farkındalık ve endişeye bilgisizlik ve kutuplaşma eşlik ediyor

Sonuçları değerlendiren KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır ise 2021 yılı iklim değişikliği araştırması bulgularının bir yandan toplumsal değişime diğer yandan da değişmeyenlere işaret ettiğini ifade ediyor: 

“İklim değişikliği konusunda değişen elbette bekleneceği gibi toplumsal farkındalıktaki artış. Öte yandan ülkenin uzun süredir ruhi ve zihni ambargosunun etkisinde olduğu iktidar yandaşlığı ve karşıtlığına dayanan kutuplaşmanın iklim değişikliğinin sonuçları konusunda da etkisini görüyoruz. Bu araştırma bir kez daha yaşanan gündelik hayat ve meseleler üzerinden farkındalığın ve endişenin yükseldiğini ama öte yandan da ne yapılacağı konusunda hem bilgi eksikliğinin hem de siyasi pozisyonların ürettiği farklılaşmaların olduğunu teyit ediyor.” 

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz. 

 

 

Kanal İstanbul 146 kültür varlığını tehdit ediyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ülkemizin en önemli değerlerinden biri olarak tarihteki yerini alacaktır” dediği henüz ihalesi yapılmayan Kanal İstanbul’un proje rezerv alanı içerisinde 146 adet kültür varlığı tespit edildi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı, proje rezerv alanı içerisinde 146 adet kültür varlığı tespit etti.

Cumhuriyet’ten Dilan Ayırkan’ın haberine göre; İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Oktay Özel, proje rezerv alanı sınırları içerisinde Bathonea Antik kenti, Azadlı Baruthanesi, Terkos Su Pompaları, Küçükçekmece Mimar Sinan Köprüsü, Yarımburgaz Mağarası, Hasandere Köprüsü, Dursunbey Köprüsü, tarihi Kibrit Fabrikaları gibi kültür varlıklarının tespit edildiğini belirtti.

‘Yarımburgaz Mağarası 400 bin yıl önce barınak olarak kullanılıyordu’

Özel, “Lagün Gölü’nün kuzeyindeki Yarımburgaz Mağarası, tarih öncesi insanların barınak alanlarından biri olarak 400 bin yıl öncesine tarihlenmektedir. Bunun gibi İstanbul’un tarihsel arkeolojik alanları telafisi mümkün olmayacak şekilde yok olacak” dedi.

‘Bölgenin biyolojik ve kültürel özelliklerinin korunmasını olumsuz etkiliyor’

Arkeolog Yiğit Ozar, “Projeden, zarar görecek geniş coğrafya paleolitik çağdan itibaren önemli arkeolojik izler barındırıyor” dedi. Ozar “Mağaranın yamaçlarında ‘sultan pelemiri’ olarak bilinen endemik bir bitki türü var. Bu mağara yamacını biyolojik çeşitlilik açısından da önemini gösteriyor. Proje bölgenin biyolojik ve kültürel özelliklerinin bütünlüklü bir şekilde korunması şansını olumsuz etkilemekte” ifadelerini kullandı.

Yarımburgaz Mağarası’nda Ali Baba ve 40 Haramiler ile Tarkan filmleri ve Muhteşem Yüzyıl dizisi çekildi. Projeden etkilenecek bir diğer bölge ise Tosun Paşa filmindeki Yeşil Vadi sahnelerinin çekildiği Ağaçlı Köyü olacak.

Kanal İstanbul’dan 44 dönümlük arazi

Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed El Sani’nin annesi Şeyha Moza’nın, talan ve ranta sebep olacağı gerekçesiyle tepki çeken Kanal İstanbul güzergâhından 44 dönüm arazi satın aldığı ortaya çıkmıştı.  Erdoğan da Katar emirinin annesinin arsa almasıyla ilgili, “Katar Emiri’nin annesinin ülkemizden gayrimenkul satın almasına mani yasal olarak herhangi bir şey söz konusu mu” demişti.

Arazi satışları, imar planı değişikliği gibi birçok tartışmaya neden olan Kanal İstanbul projesinde askıya çıkan imar planlarına göre bazı bölgelerden arsa alan “şanslı” kişilere 15 kat imar izni çıkmıştı. Söz konusu azınlık dışında kalanlara ise 3 kat imar izni verilmişti. Bu değişiklik sonrası “15 kat izin çıkan yerleri Katarlılar mı aldı” sorusu gündeme gelmişti.

Kanal İstanbul güzergâhında arsa alan isimler arasında Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imam hatip lisesinden arkadaşı Aziz Torun, 17/25 Aralık operasyonlarında tartışılan eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Erdoğan Bayraktar gibi isimler bulunuyor.

Pınar Gültekin davası 11 Nisan’a ertelendi

Muğla‘da Cemal Metin Avcı tarafından katledilen Pınar Gültekin davasının onuncu duruşması bugün Muğla 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görüldü. Mahkeme Avcı’nın avukatlarının savunma için süre talep etmesi nedeniyle bugüne ertelenmişti. Pınar Gültekin davasının duruşmasında karar çıkmadı. Cemal Metin Avcı için müebbet karar bekleniyordu ancak dava 11 Nisan’a ertelendi. Fail Cemal Metin Avcı’nın kardeşi Mertcan Avcı’nın “cinayete yardım” yerine “kasten öldürme” suçundan yargılanmasına yönelik suç duyurusunun sonucunun beklenmesine karar verildi.

Adli Tıp raporu hayattayken yakıldığını göstermişti

Dokuzuncu duruşmada Adli Tıp’tan gelen rapor okunmuş, Pınar Gültekin’in hayattayken yakıldığı kesinleşmişti. 24 Ocak’ta görülen 9’uncu duruşmasına Savcı ağırlaştırılmış müebbet talep etmişti.

Fotoğraf: AA

Bugün görülen dava duruşmasına Pınar Gültekin’in babası Sıddık, annesi Şefika Gültekin de katıldı. Duruşma öncesi açıklama yapan Pınar Gültekin’in aile avukatı Rezzan Epözdemir “Beklediğimiz cezaların aksi karar çıkarsa hukuki mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. 10. celsede karar bekliyoruz. Sanık Cemal Metin Avcı için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve diğer tutuksuz yargılanan 5 sanık hakkında 6 ayla, 5 yıl arasında hapis cezası bekliyoruz. Eğer aksi karar çıkarsa istinaf, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nde hukuki mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz demişti” demişti.

Pınar Gültekin davasını takip eden @gultekindavasi adlı Twitter hesabından Avcı’nın takım elbiseli olduğu belirtilerek “Sanık Cemal Metin Avcı: Beni beraberliğimizi karıma söylemekle tehdit etti” paylaşımı yapıldı.

‘Erkek adalet değil, gerçek adalet’

Duruşma salonunda kadınların “Erkek adalet değil, gerçek adalet” seslerinin duyulduğunun paylaşıldığı hesapta, Avcı’nın “Pişmanım. Pişmanlık yasasından faydalanmak istiyorum. Ölmemişti. Kontrol ettim. İlk yardım eğitimi bilgim var. Ambulansı aradım” dediği bildirildi.

Ne olmuştu?

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü öğrencisi Pınar Gültekin, 16 Temmuz’da kaybolmuş, yapılan soruşturmanın ardından Cemal Metin Avcı isimli erkeğin Pınar Gültekin’i öldürdüğü ortaya çıkmıştı.

Cemal Metin Avcı, ilk ifadesinde hakkındaki suçlamaları kabul etmese de deliller ortaya konunca bir süre arkadaşlık yapıp ayrıldığı Gültekin’i bağ evinde öldürdüğünü, Gültekin’e ait bedeni yaktıktan sonra varille Gülağzı mevkisindeki ormanlık alana attığını itiraf etmiş ve tutuklanmıştı.

Cemal Metin Avcı’nın kardeşi Mertcan Avcı da soruşturma çerçevesinde telefon sinyallerinin ağabeyiyle aynı zaman diliminde olay yeri ve yakınlarında tespit edilmesi üzerine jandarma ekiplerince gözaltına alınmış, “delil karartmak” suçlamasıyla tutuklanmıştı.

Olay yerindeki sigara izmariti de failin annesine ait çıkmıştı.

Tiyatro biletleri mamaya dönüşüyor

Sanat dünyasında, sokakta yaşayan evsiz hayvanların ihtiyaçlarına sürdürülebilir bir destek sağlamak adına farkındalık yaratacak bir iş bilirliği adımı atıldı.

Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment yapımcılığını üstlendiği ‘Amadeus’ ve ‘Timsah Ateşi’ oyunlarıyla Patilerle Yaşam Derneği, sokakta yaşayan evsiz hayvanlar için örnek olacak bir projeye imza attı.

Tiyatro biletlerinden mamalar

Ajanimo’dan Büşra Çakır’ın haberine göre; proje kapsamında, dünya müzik tarihine yön veren deha Wolfgang Amadeus Mozart ile Antonio Salieri’nin çatışmasını ele alan; başrollerini usta oyuncu Selçuk Yöntem, Okan Bayülgen ve Özlem Öçalmaz’ın paylaştığı Amadeus; ve zıt kutuplarda yaşayan iki kız kardeşin babalarıyla olan çalkantılı hikayesini konu alan; başrollerini Funda Eryiğit, Hazar Ergüçlü ve Kubilay Tunçer’in paylaştığı Timsah Ateşi oyunlarına alınan her bilet, Patilerle Yaşam Derneği aracılığıyla sokakta yaşayan evsiz hayvanlar için mamaya dönüştürülecek.

Amadeus oyunundan Okan Bayülgen ve Selçuk Yöntem.

‘Sanatla toplumsal bilinç oluşturuluyor’

Sokakta yaşayan evsiz hayvanların sağlık, beslenme ve barınma ihtiyaçlarını gidermeye yönelik faaliyetler düzenleyen ve korunmalarına yönelik kamuoyu bilinci oluşturmayı hedefleyen Patilerle Yaşam Derneği’nin sanatın ve tiyatro severlerin sokakta yaşayan evsiz hayvanlara yönelik hassasiyetinin, kamuoyu bilinci oluşturmaya aracı olacağı düşüncesine destek veren, Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment ile atılan ortak adımla, oyunlara alınan her biletin gelirinden ayrılan payla, ‘Payader’ aracılığıyla sokakta yaşayan evsiz hayvanlara mama desteği sağlanacak.

‘Hayvanların görülmesi için önemli bir adım’

Patilerle Yaşam Derneği Kurucu Başkanı Ersin Çetinel, projenin sokakta yaşayan evsiz hayvanların görülmesi ve ortak bir yaşamı paylaştığımızın fark edilmesi açısından önemli bir adım olduğunu ifade etti:

“İşbirliğimizi; sokak canlarının görülmesi ve yaşamı paylaştığımızın fark edilmesi açısından önemsiyor ve bu canların ihtiyaçlarına sürdürülebilir bir destek sağlamak adına çok değerli buluyoruz. SAKM ve Piu Entertainment yöneticileri, profesyonel iş hayatlarımızda yıllardır çeşitli projelerde birlikte çalıştığımız, gönül birlikteliği yaptığımız değerli dostlarımız…”

Timsah Ateşi oyunundan Hazar Ergüçlü ve Funda Eryiğit.

Sanatın iyileştirici gücünü bir aracı olarak gören Çetinel “Derneğimiz kurulduğu günden bu yana sohbetlerimizde hep; iyileştirici gücü olduğuna inandığımız sanatın ve tiyatro severlerin sokak hayvanlarına yönelik hassasiyetinin, kamuoyu bilinci oluşturmaya aracı olacağını konuşuyorduk. İşbirliğimiz bu sohbetlerin doğal akışında gerçekleşti” dedi.

Ocak’ta iki gazeteci, dört siyasetçi ve üç aktiviste 515 ay hapis

2018’den beri birçok uluslararası sivil toplum kuruluşu ile işbirliği içerisinde dava takip programı yürüten Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Ocak’ta içlerinde gazeteci, aktivist ve siyasetçilerin olduğu dokuz kişiye 515 ay hapis cezası verildiğini açıkladı.

Takip edilen ve basın, toplanma ve ifade özgürlüklerini ilgilendiren davalarda 1948 İnsan Hakları Bildirgesi ve 1950 Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi (AİHS) başta olmak üzere, Türkiye’nin de taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme ve anlaşma tarafından vazgeçilmez bir insan hakkı olduğu kabul edilen adil yargılama hakkı bağlamında ulusal ve uluslararası standartlara uyumun kayıt altına almayı amaçlayan MLSA, Ocak 2022’deki ifade özgürlüğü davaları takibi ve adalet gözlem programı kapsamındaki çalışmalarına Norveç Kraliyeti Dışişleri Bakanlığı desteği ile devam etti.

 Ocak’ta dokuz kişiye 515 ay hapis cezası verildi

14 MLSA gözlemcisi Ocak’ta 36 davanın 11 farklı şehirde görülen 37 duruşmasını takip etti. Buna göre; Ocak’ta takip edilen 36 davada 332 kişi yargılandı. Yargılanan 332 kiş içerisinde 44 gazeteci, 11 öğrenci, 91 aktivist, 25 siyasetçi, yedi yazar, dört sanatçı, üç avukat ve iki akademisyen yer aldı.

332 kişiye 62 suçlama yöneltildi

Ocak’ta takip edilen 36 davada yargılanan 332 kişiye 36 farklı kategoride toplamda 62 suçlama yöneltildi. Ocak’ta sanıklara yöneltilen suçlamaların yüzde 44’ü terörizm suçlamaları oldu.

Gazetecilere ‘terör örgütü üyeliği’ suçlaması

Terörizm suçlamalarının yüzde 93’ü gazeteci, aktivist ve siyasetçilere yöneltilen “terör örgütü üyeliği” ve “örgüt propagandası” suçlamalarından oluşuyordu. Terörizm suçlamalarına gösterilen delillerin yüzde 24’ünü gazeteci ve yazarların haberleri, yazıları ve çektikleri fotoğraflar oluştururken sosyal medya paylaşımları terörizm suçlamalarına gösterilen delillerin yüzde 21’ini oluşturdu.

Suçlamaların yüzde 9’u Cumhurbaşkanına hakaret

Ocak’ta yargılanan kişilere yöneltilen suçlamaların yüzde 9’unu “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması oluşturdu. Bu suçlamaya gösterilen delillerin yüzde 60’ı ise sosyal medya paylaşımları idi.

Ocak’ta karar duruşması görülen davalarda iki gazeteci, dört siyasetçi, üç aktivist toplamda 515 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ayrıca Ocak’ta gazeteci Rojhat Doğru, “devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Anestezisiz kısırlaştırmayla köpeğin hayatını kaybetmesine neden olan veteriner hakkında soruşturma

Çankırı’nın Çerkeş ilçesinde özel veteriner hekim S.K.’nin Ağustos 2021’de bir köpeğe kısırlaştırma yaptığı videonun sosyal medyada paylaşılması tepki çekti. Görüntülerde S.K.’nin, ayakları iple bağlı köpeğin can çekiştiği görülüyordu. Anestezisiz yapılan operasyondan üç saat sonra köpek ölürken, ölüme sebep olan S.K. hakkında adli ve idari soruşturma başlatıldı.

Çankırı Valisi Abdullah Ayaz,  sosyal medyadan şu paylaşımı yaptı:

Duvar’dan Ardıl Batmaz’in haberine göre; Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu (HAYKONFED) Başkan Yardımcısı Haydar Özkan ve hayvanseverler, anestezi uygulanmadan yapılan kısırlaştırma operasyonlarının ‘canilik’ olduğunu belirtti. Veteriner hekim S.K.’nin bir daha hiçbir canlıya zarar vermemesi ve etik kurallara uygun çalışan veteriner hekimlere haksızlık olmaması için meslekten men edilmesi gerektiğini belirten hayvanseverler, #MeslektenMen etiketi altında Twitter’da olaya tepki gösterdi.

‘Kurallara uygun çalışan veteriner hekimlerin onurunu korumak için meslekten men edilmesi gerekiyor’

Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Ali Eroğlu ile görüşmesinde Eroğlu’nun, “kanunlar çerçevesinde ne yapılması gerekirse yapacağız” dediğini aktaran Haydar Özkan, böyle bir veteriner hekimin hayvanlara dokunmaması için gerekli işlemlerin yapılması gerektiğini söyledi. Veteriner hekimliğin ulvi bir meslek olduğunu belirten Özkan, “Hakkıyla çalışan, tıbbi ve etik kurallara uygun çalışan veteriner hekimlerin onurunu korumak için bu veteriner hekimin meslekten men edilmesi gerekiyor” dedi.

‘Bu şahıs ceza alacak, başka yolu yok’

Veteriner hekim S.K. hakkında Ankara Bölge Veteriner Hekimler Odası’nın oluşturduğu bir dosya daha olduğunu belirten Özkan, merkez konseyindeki bu dosyanın, ‘bir eksiklikten dolayı’ geri döndüğünü söyledi. S.K.’ye en üst cezanın verilmesini beklediklerini söyleyen Özkan, 5199 sayılı kanunun 14. maddesinin m bendine dikkat çekti. S.K., köpeğin sahibi ve videoda yer alan şahıslar hakkında adli soruşturma başlatılması gerektiğini söyleyen Özkan, Çankırı il ve ilçe tarım müdürlüklerinin görev ihmali yapmamaları için konunun takipçisi olacaklarını belirtti. Herhangi bir ihmal olduğu takdirde suç duyurusunda bulunacaklarını söyleyen Özkan, “Bu şahıs ceza alacak, başka yolu yok” ifadelerini kullandı.

‘Hayvanları toplayıp şehir dışına, çöplüğe atan bir belediye’

S.K.’nin meslekten men edilmesi için çalışmalara ve görüşmelerine devam edeceklerini belirten Özkan, Çerkes’in, hayvan hakları konusunda en çok sorun yaşanan ilçe olduğunu belirtti. Belediyenin hayvanlara yönelik hiçbir çalışması olmadığını söyleyen Özkan, “Hayvanları toplayıp şehir dışına, çöplüğe atan bir belediye” değerlendirmesine bulundu. S.K.’nin özel veteriner olduğunu belirten Özkan, “Şahıs veteriner hekim olduğu için alacağı ceza da katlanacak. Bu şahıs bu cezayı almazsa biz yerimizde durmaz, kanunların bize verdiği eylem hakkını kullanırız. Hakkıyla çalışan, bir hayvan için gecesini gündüzüne katan veteriner hekim kardeşlerimizin haysiyetini koruyacak kurumlar boşuna mı kuruldu? Bu şahıs ceza almadığı an kıyamet kopar” diye konuştu.

İklim krizinin gölgesindeki zeytin, Meclis gündeminde

Meclis Araştırma Önergesi veren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Mahir Polat, “İklim değişikliği verilerinin üretici ile paylaşılması ve bu veriler doğrultusunda ağaç dikimi gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Küresel iklim değişikliğinin zeytin rekoltesini düşürdüğü bir gerçektir” dedi.

Cumhuriyet’in haberine göre; zeytinin kurak koşullara dayanıklı bir tür olarak bilindiğini ancak yıllık belirli miktarlarda suya ihtiyaç duyduğunun göz önüne alınması gerektiğini vurgulayan Polat, “İklimde yaşanan ani değişimler, doğal olarak ülkemizdeki zeytin yetiştiriciliğini de etkiliyor. Zeytin kurak koşullara dayanıklı bir tür olmasına karşın küresel iklim değişimi sürecinde iklimde yaşanan dalgalanmaların etkisiyle yağış ve sıcaklık miktarındaki değişkenlikten en fazla etkilenecek tarım ürünleri arasında yer almakta. Özellikle büyüme dönemlerinde aşırı kuraklık stresi, zeytin ağaçlarının ürünü ve gelişmesi üzerinde olumsuz etkilere neden olmakta” dedi.

‘Hem sulamada hem bakımda önlemler alınmalı’

Yeteri kadar su almayan alanlarda her yıl 100 ila 200 kg civarında ürün kaybı ortaya çıktığını vurgulayan Polat, “Zeytin üretiminde verimliliği artırmak için yağışlardan daha fazla yararlanmak ve damla sulamayı yaygınlaştıracak önlemler almamız gerekiyor. Dünya’da 192 milyon 283 bin ağaç varlığıyla ikinci sıra yer alan ülkemiz, zeytinyağı üretimi ve sofralık zeytin üretiminde maalesef arka sıralarda. Daha da geriye düşmemek için önlemlerin alınmasının, yöntemlerin güncellenmesinin, zeytincilikte su kaybına neden olmadan yapılacak sulamaların ve ürün bakımının önemi çok büyük” dedi.

‘Zeytinciliği Koruma Kanunu’na rağmen zeytinlikler sökülerek, kıyı turizmi uğruna feda edildi’

Polat şu değerlendirmeleri yaptı:

“Zeytincilik Cumhuriyet’in ilanından sonra önemli tarım faaliyetlerinden biri olmuştur. Zeytincilik seferberliği başlatılmış ve zeytincilik konusunda araştırmalar yapmak üzere, 1937’de Bornova Zeytincilik Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Altmışlı yıllarda Türkiye ilk zeytinyağı ihracatını yapmıştır. Yetmişli yıllara gelindiğinde verimin düşük ve maliyetin yüksek oluşu kârlılığı olumsuz etkilemiş, tamamen doğal olan zeytinyağının insan sağlığı yönünden ne kadar değerli olduğu anlatılarak teşvik edileceği yerde, şarkılar bestelenip rafinasyon ile elde edilen diğer bitkisel yağların üretim ve tüketimi teşvik edilmiştir. Daha sonraki yıllarda Zeytinciliği Koruma Kanunu’na rağmen zeytinlikler sökülerek, kıyı turizmi uğruna feda edilmiş başka tarımsal faaliyet alanları zeytinciliğin yerini almıştır. Aynı yıllarda geleneksel zeytin yetiştiriciliğinin ekonomik olmadığının farkına varan İtalya ve İspanya modern zeytinciliğe yönelmiştir. Ülkemiz 192 milyon 283 bin adet zeytin ağacı varlığıyla dünyada ikinci sırada yer almasına rağmen sofralık zeytin üretiminde yıllara göre ikinci ve üçüncü sıralarda, zeytinyağı üretiminde yıllara göre üçüncü ve beşinci sıralarda yer almaktadır. Bu verilerden anlaşılacağı üzere, Türkiye ağaç başına verimlilikte rakip üretici ülkelerin gerisinde kalmaktadır.”

AYM Başkanı Arslan: 47 ülkenin AİHM’e yaptığı kadar bireysel başvuru aldık

Avrupa Konseyi tarafından uygulanan “Anayasa Mahkemesi’nin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi” kapsamında düzenlenen toplantıya katılan Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan, Türkiye’de mahkemeye yapılan başvuru sayısının neredeyse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile aynı olduğunu belirtti. Arslan, Anayasa Mahkemesi önünde 66 bine yakın bireysel başvuru bulunduğunu kaydetti.

Avrupa Konseyi Ankara Ofisi Başkanı Cristian Urse, Hakimler ve Savcılar Kurulu Başkanvekili Mehmet Akif Ekinci, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Şaban Yılmaz ile İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Başkanı Murat Boylu‘nun yanı sıra çok sayıda hakim ve savcının katıldığı toplantıda konuşan Arslan, sadece Ocak ayında 12 bin bireysel başvuru yapıldığını ve bu sayının Almanya ve İspanya Anayasa Mahkemeleri’ne yılda gelen başvuru sayısından daha fazla olduğunu vurguladı.

‘İş yükü dramatik boyutlara ulaştı’

Bu durumun işlerini zorlaştırdığını kaydeden Zühtü Arslan, başvurunun amaçlarına ilişkin şunları söyledi:

“Bireysel başvurunun Türkiye’de 2010 Anayasa değişikliğiyle sistemimize girdiğini düşündüğümüzde anayasa değişikliğinin gerekçesine bakmak gerekiyor. Bu gerekçeye baktığınızda iki şey olduğu söyleniyor. Birincisi hak ihlali iddialarının ulusal sınırlar içerisinde halledilerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmasını engellemek. Başka bir ifadeyle AİHM önünde Türkiye aleyhine yapılan başvuru sayısını azaltmak ve bununla bağlantılı olarak ihlal sayısını azaltmak. Bu ulusal başvurunun pratik amacı. Tabii bir de ilkesel amacı var. Bu da temel hak ve özgürlüklerin korunmasının standardını yükseltmek”

Bütün zorluklara ve her geçen gün artan iş yüküne rağmen Türkiye’de bireysel başvurunun etkili bir hak arama yolu olarak tesis edildiğini aktaran AYM Başkanı, diğer yandan başvuruların iş yükünü dramatik boyutlara taşıdığını ifade etti.

‘Tek rakip AİHM’

Bireysel başvuru sayısında AYM’nin “tek rakibinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olduğunu” kaydeden Arslan, “AİHM önünde şu anda 70 bine yakın derdest başvuru bulunmaktadır ve bu başvurular 47 ülkeden alınan başvurular. Anayasa Mahkemesi neredeyse tek başına AİHM’in 47 ülkeden aldığı kadar başvuru alıyor ” dedi.  Arslan, “Bireysel başvurunun amacı tek tek sivrisinekleri yok etmek değildir, sivrisinekleri üreten bataklığı kurutmaktır” ifadelerini kullandı.

Küba’nın ilk ‘eşcinsel oteli’ yeniden açıldı

Küba‘nın ilk LGBTQ oteli olarak bilinen Rainbow Hotel, aralık ayında yeniden açıldı.

Açılış için hükümetin organize ettiği bir turla Cayo Guillermo’daki lüks otele götürülen basın mensuplarını file çoraplı ve yüksek topuklu bir dansçı grubunun karşıladığı belirtildi.  kendilerini karşıladı.

BBC ‘nin aktardığına göre, girişin hemen üzerine de bir gökkuşağı bayrağı yerleştirildi.

Ancak otelin misafirleri ve turistler sahilde yürüyüş yaparken veya havuz kenarında beş yıldızlı bir hizmet alırken ülkede eşcinsel topluluklara farklı yaklaşılabiliyor. 

Fidel Castro’nun ilk dönemlerinde eşcinsel erkekler ve kadınlar “yeniden eğitim” adı altında çalışma kamplarına gönderiliyordu. Yine de o günlerden bu yana değişimler de yaşandı.

Ülkede, LGBT+’lara yönelik tutum ve kabul , son yıllarda daha ılımlı hale geldi. 2018’de  yılında Ulusal Meclis , Şubat 2019’da yapılacak anayasa referandumuyla eşcinsel evlilikleri yasallaştırmak için oy kullanmıştı, ancak daha sonra bu, Anayasa taslağından çıkarıldı.

2019 Mayıs’ında ise Hükümet, eşcinsel evlilikleri onaylayacak yeni Aile Yasası üzerinde çalışıldığını duyurdu. Bu ay Meclis’e getirilmesi beklenen yeni taslak kabul edilirse eşcinsel evlilikler de yasal olacak.

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılık da Küba’da yasa dışı.

Esnaf da memnun

Küba hükümeti ve Rainbow Hotel’in sahibi olan MGM Muthu Hotelleri, otelin açılmasını ülkedeki değişimin bir kanıtı olarak gösteriyor. İlk olarak 2019’da açılan otel, ABD‘nin yaptırım uyguladığı işletmeler arasındaydı. Hemen ardından koronavirüs pandemisi patlak verince, otel iki yıl boyunca kapalı kalmıştı. Şimdi turistler yeniden Ada’ya gitmeye başlayınca otel de açıldı.

Kanada’dan otele giden Kevin McGarth, “Buraya geldiğimizde bize toleransın buradaki tek çıkış yolu olduğunu ve tolerans göstermediğimiz anda buradan çıkarılacağımızı belirten bir kağıt imzalattılar” diyor. 

Sahillerin dışında, normalde turistlerle dolu olan Eski Havana‘da da geçen  Covid-19 salgını sebebiyle turistlerin oranı yüzde 70 oranında düştüğü belirtiyor. Hükümetin turizmi teşvik etmek amacıyla oteli açtığını düşünen Küba esnafı da durumdan memnun. 

Brezilya Amazonları’nda ormansızlaştırma beş kat arttı

Brezilya Amazonları’nda ağaç kesimi giderek ciddi boyutlara ulaşıyor. Brezilya uzay ajansı verileri, ülkenin Amazonları’nda geçen ay ormansızlaştırılan alanın önceki yılın aynı ayına kıyasla 5 kat arttığını ortaya koydu. Veriler, bu oranın kayıtların tutulmaya başlandığı 2015’ten bu yana en yüksek ağaç kesim oranı olduğunu gösterdi.

BBC’den Georgina Rannard’ın haberine göre; çevreciler Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro‘yu ormansızlaşmanın hızlanmasına izin vermekle suçluyor. Ağaçlar, odun kullanımı için ve küresel gıda şirketlerine tedarik sağlamak için ekin dikmek üzere yeni alanlar açmak için kesiliyor. Çevreciler, Brezilya’nın uzay ajansı INPE‘den gelen son uydu verilerinin Brezilya hükümetinin devasa yağmur ormanlarını koruma taahhüdünü yeniden sorgulattığını söylüyor.

Fotoğraf: Reuters

Ormansızlaştırmayı durdurma sözü verilmişti

Geçen yıl Glasgow‘daki İklim Değişikliği Zirvesi COP26‘da 100’den fazla hükümet 2030’a kadar ormansızlaşmayı durdurma ve tersine döndürme sözü verdi.

Greenpeace Brezilya‘dan Cristiane Mazzetti, “Yeni veriler, hükümetin eylemlerinin yeşil yıkama kampanyalarıyla nasıl çeliştiğini bir kez daha ortaya koyuyor” ifadelerini kullanıyor. Greenpeace, Birleşik Krallık‘taki ve başka bölgelerdeki süpermarketleri, ormansızlaşmada katkısı olan et ve süt ürünleri sunan tedarikçileriyle işbirliklerini durdurmaya çağırıyor.

Yerli topluluklar Amazon için mücadele ediyor

Verilere göre; ormansızlaşma Ocak 2022’de toplam 430 kilometre kare oldu. Öte yandan yılın başında çok sayıda ağaç kesmek yağışlı mevsim olduğu ve insanlar tarafından ağaç kesimi için sık ormanlara girilmesinin iklim şartlarıyla engellendiği bir dönem olmasından dolayı sık karşılaşılan bir olay değil.

Brezilya’nın uçsuz bucaksız yağmur ormanları, karbon yutağı olarak hareket ederek atmosferden büyük miktarlarda sera gazı emiyor. Ancak ne kadar çok ağaç kesilirse, orman o kadar az emisyonu emebiliyor. Ancak bölge, geçimlerini sağlamak için ormanı madencilik ve ticari tarım için kullanmaları gerektiğini söyleyen topluluklara da ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda Amazon’da yaşayan yerli topluluklar, yağmur ormanlarını ve onların yaşam biçimlerini korumak için mücadele ediyor. Bolsonaro ise bölge için çevre korumasını zayıflatırken hükümetin yoksulluğu azaltmak için bölgeyi kullanması gerektiğini savunuyor.