Oya Baydar’ın, yakın gelecekte yaşanan büyük iklim felaketini anlattığı son romanı Köpekli Çocuklar Gecesi’ni okumaya başladığım andan itibaren, kitabın bana verdiği duygu huzursuzluk oldu. Roman ilerledikçe daha da yoğunlaşan bu duygu üzerine düşünüyorum. Geleceği karanlık resmeden eserlerin, ‘distopyaların’ ilk örneği değil Köpekli Çocuklar Gecesi. Karanlık bir gelecek öngörüsü korkutabilir sizi, ya da bunaltabilir veya kaçınmak için görmezden gelmeyi yeğleyebilirsiniz. Ama bu sürekli huzursuzluk duygusu biraz farklı. Aslında “bilimsel” öngörülerimize göre kitabın resmettiği çapta ve yaygınlıkta bir iklim felaketi pek de mümkün görünmüyor; en azından bizim de görebileceğimiz, bu kadar yakın bir gelecekte. O nedenle işin bu kısmını fantezi sınırlarında kabul edip rahatlayabilirsiniz.
Ama roman yine de huzursuz edici. Nedenini yavaş yavaş anlamaya başlıyorum: Her şeyden önce Köpekli Çocuklar Gecesi’nin kahramanları bize çok benziyor. (Biz: Yeşil Gazete’yi çıkaranlar, yazanlar, okuyanlar; en genel anlamıyla yeşiller, çevreciler, insan ve doğa haklarını savunanlar, sosyalistler, anarşistler, ekolojistler – olan bitenin farkında olanlar veya kitabın bir yerinde söylendiği gibi “İyiler”.) Ve bu “kahramanlar” başaramıyor. Yapılan onca uyarı, eylem, ikna çabası hiçbir işe yaramamış. Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması, yenilenebilir enerjideki gelişmeler, doğayı ve biyoçeşitliliği korumak için verilen onca çaba (romanın kadın kahramanı da bir doğa korumacı bu arada, bir botanist), sonuca etki edemeyecek kadar az fayda sağlamış.
Romanın yarattığı huzursuzluğun nedeni bununla da sınırlı değil: Popülist iktidarlar, diktatörlükler bütün dünyaya yayılmış. Romanın çizdiği yakın gelecek öngörüsünde demokrasilerin yenildiği, kitlelerin “seçtikleri” tiranlara kayıtsız şartsız itaat ettikleri, özgür düşüncenin en acımasız yöntemlerle bastırıldığı, haber alma hakkının ve iletişimin bütün dünyaya yayılan popülist rejimler tarafından tamamıyla engellenmeye çalışıldığı görülüyor. Bu da demektir ki, inandığımız değerlerin galip gelmesi sağlanamamış. Özgürlük, eşitlik, seçimler, parlamento, özgür medya, kuvvetler ayrılığı, hukuk ve demokrasi ortadan kalkmış. Sadece bir kaosun ortasındaki dağınık direniş odakları kalmış geriye. Oysa bizim galip gelmesini umduğumuz bu değildi, diye düşünüyorsunuz. Yine çok direkt, çok bize dair bir yenilgi öngörüsü bu.
Birbirini ‘besleyen’ krizler
Huzursuzluğun iyice yoğunlaşması işte bu iki yenilginin birbirinin içine geçmesinden kaynaklanıyor. Ekolojik felaket ve siyasi kriz birbirini besliyor. Siber savaş ve yerel çatışmalar yoğunlaşmış, ülkeler hızla silahlanmaya devam ediyor, bir avuç egemen sadece kendi iktidarlarını sürdürmek için felaketin ortasındaki dünyada bile kitleleri daha büyük savaşlara sürükleyebiliyorlar. Sanki felaketlerin insanların rasyonel yetilerini tamamen felce uğrattığı bir dünyayla karşı karşıyayız. Oysa bizim başarmak için çabaladığımız, elimizden geleceğini düşündüğümüz şey bunun tersiydi. Elimizdeki tek araç, umudumuzun belki de tek nedeni, rasyonel olanın galip geleceğine dair inancımızdı. İnsanlar felaketlerin yaşanmaya başladığını, çöküşün kaçınılmaz olduğunu görünce aklın yolunu izleyecekler, en sonunda bilim insanlarını, aktivistleri dinleyeceklerdi. Oysa Köpekli Çocuklar Gecesi bize kendimizden o kadar da emin olmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Romanın bize hissettirdiği huzursuzluğun en önemli nedeni de bu zaten. Elimizden geleni ve üzerimize düşeni yaptığımız duygusundan kaynaklanan o bize özgü konfor alanından dışarı çıkmaya davet ediyor bizi: Belki de yapacak başka bir şey, bulunacak başka yollar vardır!
Köpekli Çocuklar Gecesi’ni ben bir distopya olarak tanımlamazdım. Daha çok katı gerçekçiliğin yer yer büyülü gerçekçilikle iç içe geçtiği bir roman yazmış Oya Baydar. Olay akışının gerçeklikle bağdaşmadığı söylenebilir, ancak bu tarif edilen olayların tarif edilen zamanda (ve belki sıralamada) ol(a)mayacak olmasından dolayı. Oysa kitapta anlatılan olaylar aslında şu an zaten oluyor. Hatta biraz yaşadığımız anın dışına çıkıp geniş zamanda bakarsak, hepsi aynı anda yaşanıyor. Zaten kitapta gelecekte yaşanacak olaylar gibi anlatılan kimi olaylar geçmiş yıllarda gündeme gelen gerçek hadiseler. Bu düzeyde katı bir gerçekçiliğin hoşumuza gitmeyeceği ise kesin. Ekoanksiyete gibi bir teşhisin konuşulduğu günlerde insanların okumaktan kaçınmak isteyebileceği düzeyde katı bir gerçekçiliği benimsemiş Oya Baydar.
Umut, direniş adacıkları ve iklim çocuklarında
Ancak işin bir de umutlu yanı var: Roman aslında başlığından itibaren son derece gerçekçi bir çözüm yolu ve umut ihtimali sunuyor: Baskının iyice kesifleştiği sistemin çatlaklarında, görünmez noktalarında yeşeren direniş adacıkları bunlar. (Hakim Bey’i hatırlıyor insan.) Göçmenlerin, yoksulların, sokak çocuklarının oluşturduğu “köpekli çocuklarla”, iklim krizinin farkına varan, belki ekonomik olarak zor durumda olmayan ama geleceklerini kaybettiğinin bilincine varan “iklim çocuklarının” (kitapta ismi geçmese de anlıyoruz: Greta ve arkadaşlarının) birliği. İşte bu, çözüm umudunu oluşturuyor. Naomi Klein gibi yazarların ve yeşillerin hep söylediği sisteme karşı ekonomik, sosyal ve ekolojik mücadeleyi birleştirme gereğinin post-apokaliptik yolu belki de bu olacak. Kitabın en kuvvetli yanı umudun bu kadar gerçek, ama bir o kadar da zayıf (belki çok geç ve tamamen bize bağlı) olması.
Tabii Köpekli Çocuklar Gecesi bütün bu yok oluş hikayesini iyi bir edebiyat eseri olarak, karakterlerini sağlam çizerek, bir aşk ve kendini bulma hikayesi çerçevesinde anlatıyor. Okuyucunun yer yer Adam’ı yeterince inandırıcı bulmamasının sebebi de aslından onun temsil ettiği efsane. Adam bir kişi mi, yoksa Adem ile Havva’dan bu yana var olan vicdanın simgesi mi? Kadının bize fazlasıyla tanıdık gelmesi de anlatılanların bugünden ve buradan yola çıkması, kadının bire bir bizden biri olmasından kaynaklanıyor. Kadın, Adam ve çocuk (Umut Doğa) bize çok tanıdık gelen, sürekli üzerinde düşündüğümüz, kıyasladığımız, hatta yargıladığımız davranış biçimlerinin veya seçimlerin roman kahramanlarına dönüşmüş halleri. Hikayelerinin ve varoluş biçimlerinin çıkış noktası tam da bizim düşüncelerimiz, kaygılarımız, doğru bildiklerimiz. Ama hangisi daha doğru, hangisi daha gerçek ve hangisini seçmek durumundayız, yazar bizi böyle bir tercihte bulunmak zorunda bırakmıyor. Zaten romanın en güçlü yanlarından biri de kitabı okuyup bitirdikten sonra hâlâ kahramanlar üzerine düşünmeye devam etmeniz. Kendi içinizde veya çevrenizdeki insanlarda hangisinden hangi parçaları, ya da izleri bulduğunuzu düşünmek de buna dahil.
Ekolojik distopyalar, son yıllarda cli-fi da denen iklim romanları vb. yarattıkları atmosferle olan bitenin farkına varmanızı, kaygılanmaya başlamanızı ve harekete geçmenizi sağlayabilir. Bilimin başaramadığını sanat başarabilir. Ama Köpekli Çocuklar Gecesi bunun bir adım ötesine geçiyor. Çözüm üzerinde, daha doğrusu bu krizden çıkmanın olanakları üzerinde hem politik hem de felsefi bir tartışma yürütüyor. Oya Baydar soldan gelen, küresel sistemi, kapitalizme karşı verilen mücadeleyi ve bu mücadelenin tarihini (bütün deneyimleriyle) iyi bilen bir yazar olarak sorunların birbirinden bağımsız olmadığını, iklim kriziyle siyasi krizin bütünlüğünü ve nasıl birbirlerini daha da ağır hale getirdiğini (ve getireceğini) çok iyi kavramamızı sağlıyor. Bu da zaten asıl üzerinde durup düşünmemiz gereken şey değil mi? Böylece Köpekli Çocuklar Gecesi yeni sorular sorduruyor ve iklim krizinden çıkış için çabalayanların, aktivistlerin ve en geniş anlamıyla ekolojiyle ve yeşil politikayla ilgilenenlerin de üzerinde düşünüp tartışacağı bir alan açıyor.
Okumak ve tartışmak lazım.