Hafta SonuKitapKöşe YazılarıManşetYazarlar

‘Neden çöpe bakmalıyız?’: Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp üzerine

0

John Berger’in “Neden Hayvanlara Bakarız?” adlı denemesinde çok sevdiğim bir cümle var: “Hayvanların kültürel marjinalleştirilmesi, elbette, fiziksel marjinalleşmelerinden daha karmaşık bir süreçtir. Aklın hayvanları o kadar kolay dağılmaz” (Berger, 15). [1]

Bu cümle, sanayi devrimi sonrasında günlük hayattan silinen hayvanların dilde ve düşüncede nasıl kalıcı olduğunu göstermek için kurulmuş. Hayvanlarla tarıma dayalı toplumlarda olduğu gibi birlikte yaşamasak da kendimizi “hayvan” karşısında ve aracılığıyla tanımlamaya devam ettiğimizi bize hatırlatıyor. Örneğin hâlâ birilerini “hayvan gibi” diyerek aşağılayabiliyoruz. [2]

Aklın çöpleri

Ömer Faruk’un Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan kitabı, “Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp“ü, belki de Berger’in cümlesiyle birlikte düşünebiliriz: Çöpü fiziksel olarak uzaklaştırmak kolay olabilir ama aklın çöpleri zor dağılır. Kuralsız bir piyasa ve tüketim toplumunun hükmettiği bir dünyada çöp, her evin odasında, her sokağın köşesinde bulunsa bile görmezden gelinir. Değersiz, pis bir artıktır, üzerinde durup düşünmeye gerek yoktur. Her gün toplanır ve çürüdükçe, paslandıkça, kırıldıkça diğerler değersizlerle bir araya gelir ve “çöp” ayrıştırılamaz bir öbeğe dönüşür. Ve tıpkı “hayvan” gibi “çöp” de sıkça dilde ve düşüncede sınırlar inşa eder. Asker kaçakları, vicdani retçiler, çöpçüler, çingeneler, ibneler, orospular, mülteciler, evsizler, şairler, anarşistler; “tamam yaşasın ama, aman benim yakınımda olmasın” diye sınırın dışına atılan, düşünmeye değer görülmeyen, görüldüğünde de aşağılananlardır aklın çöpleri.

Metafor

Aslında iki durumu benzer kılan, kullanım sıklığını ve üzerimizdeki etkisini çoğu zaman yadsıdığımız dilin güzel bir oyunu: Metafor. Metafor, Antik Yunanca meta “beraberinde” “üstünden” anlamındaki kelime ile phora yani “taşımak” kelimesinden türetilen; bir bilinmeyene bilinenle varmaya yarayan bir anlam taşıma aracı. Zaman, olaylar, ahlak ve hatta zihin gibi en derin kavramlarımız bile çoğu zaman metaforlar aracılığıyla somutlaşır. Belki “vakit” nedir tek başına tanımlayamazsınız ama “vakit nakittir” dendiğinde sahip olduğunuz, harcanabilir veya yatırım yapılabilir bir şey olduğu bize doğal gözükür. Böylece iki kavramı bağlayan, tarihsel, toplumsal koşullarla kurulan köprüden fark etmeden geçmiş olursunuz. Veya “sınır namustur” gibi bir cümle kurduğunuzda iç-dış ile iyi-kötü arasında; coğrafyayla ahlak arasında kurulan keyfi köprüyü pekiştirirsiniz. Metafor tehlikelidir; özgürleştirici de olabilir, sınırlandırıcı da.

Önerdiğim cümle yanlış anlaşılsın istemem. “Çöp”ü akıldan savuşturmak Ömer Faruk’un isteyeceği son şey.  Tam aksine, yazarın amacı çöp, kan, bok, kusmuk — kısacası iğrendiren — ne varsa onunla başlayan bir düşünme yaratabilmek. Bunun ne demek olduğunu artık kelimesini kitapta da sık sık bahsedilen Bataille’ın “lanetli pay” kavramına bağlayarak anlamak mümkün. Bataille için yabancılaşma, iş gücünün metalaşmasından da önce, iğrencin doğumuyla insanın bedenine yabancılaşmasıyla başlar. Kapitalist toplumların steril evlerinde bu yabancılaşma doruğa ulaşır. Kendini işe ve faydaya yatırılamayanın reddinde bulur. Oysa, her entitenin (organizma, toplum) bir büyüme sınırı vardır. Lanetli pay işte bu sınırda; toplulukların “lüks, yaslar, savaşlar, tapınmalar, gösterişli anıtların yapımı, oyunlar”, ‘sapkın’ (üretim ereği olmayan) cinsellik ve adak ritüelleri gibi aktivitelerde yaptığı ölçüsüz ve üretici olmayan harcamaya, yitime, verilen isimdir (Bataille, 27).

Benzer şekilde iğrençleştirilen artıklar da bedenin harcamasıdır. Lanetlidir; dışlanır, çünkü bu yitimler üretime yaramayan bir değerin kanıtı olarak var olan düzeni tehdit eder.[3] Ömer Faruk’un da söylediği gibi “[a]rtık her yer ve her kişi, aynı zamanda duvarın arkasına atılandır, aşağılanandır, çöptür — lanetli paydır” (Faruk, 203). Kısacası neden çöpe bakmadığımızı anlatırken odağına uygarlık ve hatta rasyonalitenin eleştirisini alan sınırda bir felsefeden/edebiyattan bahsediyoruz.

Sınırda felsefe

Hapishaneler, akıl hastaneleri, fuhuş evleri, evsizler evleri; toplumun sınırlarında konuşlanmış bireylerin, düşüncelerin o sınırlara dair söylediklerine odaklanan bir kitap tabii ki de genel ahlak kurallarına karşı çıkacaktır. Yukarıda saydığımız bireyleri ve burada yer verdiğimiz mekanları ayıran da bu; bir şekilde — istekli veya isteksiz, uzun süre veya bir kereliğine, adım adım veya aniden — toplumun normlarını ihlal etmiş olmaları. İhlali (transgression) bir paradoks kılan ise sınırla olan sarmal ilişkisi. Foucault, Bataille’a atfettiği makalesinde şöyle yazar:

“Sınırlar ve ihlal oyunu, basit bir inat tarafından düzenleniyor gibi görünür: ihlal, son derece kısa sürede arkasında kapanacak bir çizgiyi durmadan aşar ve yeniden aşar; ve böylece bir kez daha doğrudan aşılmazın ufkuna geri döner. Ancak bu ilişki düşündükçe karmaşıklaşır: bu unsurlar belirsiz bir bağlamda, hemen bozulan kesinlikler içinde yer alırlar, öyle ki düşünce onları ele geçirmeye kalkıştığı anda etkisiz kalır” (Foucault, 33-4).[4]

İhlal, sınırın ötesinde olanı işaret ettiği için bir sınıra muhtaçtır; fakat bu sınırı aştığı an aslında sınırın tanımı gereği kendisinde bulundurduğu var sayılan ‘aşılamayan olma’ özelliğini de kaybettiğini — veya aslında hiç sahip olmadığını — ortaya koyan bir harekettir. Bu sınırsızlığı tattırdığı için bazen yaramaz ve yaratıcı bir zevki vardır ihlalin. Yine de bu sarmal beraberinde ne kendimde ne kitapta cevabını bulamadığım şu soruyu getiriyor: Peki ya ihlal sınırın ötesine geçen bir hareketten fazlası olabilir mi? Bir çizginin ötesine, çemberin dışına geçtikten sonra hangi boşluk ona anlam verir?

Ömer Faruk’un okuyucuya hatırlatmalarla, tekrarlarla, dipnotlarla düşüncelerini işlediği denemeleri de benzeri bir sarmaldaymışsınız hissi uyandırıyor. Farklı disiplinleri bir araya getiren, dipnotlarda sizi ikinci bir yolculuğa çıkaran, okuru kucaklayan, kaşıyan, sinirlendiren, güldüren bir kitap okumayı düşünüyorsanız, aradığınızı Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp’te bulabilirsiniz.

Ömer Faruk hakkında

Ömer Faruk (1954, Adana), “sermayeye emeği, iktidara muhalefeti, iktisada kültürü, askeri marşa oyun havasını” tercih eden Ayrıntı Yayınları’nın kurucusu ve Yayınevi’nin 1987-2008 yılları arası Genel Yayın Yönetmeni. Yirmi yılda 500’den fazla kitabın yayımlanmasına katkı sağladıktan sonra, yazarlık hayatında öncelik kazandı. 2012’den beri yazdığı beş kitap (Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Defne Ağacı ve Orman Kardeşliği, Bir Yaratıcılık İmkânı Olarak Kaos, Yarabıçak: Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları, Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği), AltıKırkbeş Yayınları tarafından yayımlandı. Bu yıl yayımlanan Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp ise Yeni İnsan’dan çıkan ilk kitabı. Aslında yazarı tanımanın en iyi yolu da yer yer biyografik elementler içeren kitaplarını okumak.

*

[1] Cümlenin orjinali şu şekilde: “The cultural marginalisation of animals is, of course, a more complex process than their physical marginalisation. The animals of the mind cannot be so easily dispersed” (Berger, 15).
[2] Yukarıdakine benzer örnekler (“öküz” gibi, “ayı” gibi, “köpek” gibi davranmak) insanı hayvanlaştırarak aşağılıyor. Öte yandan, insanı hayvan aracılığıyla tanımlanır. Aristoteles’in“politik hayvan”ından Heidegger’in “konuşan hayvan”nına, Batı felsefesi insanı hayvandan ayırt eden özelliği bulma çabasındadır. Oysa “hayvan”, sayısız canlının bir sepete koyulduğu, oldujça belirsiz bir küme değil mi? Bir insan bir şempanzeye, bir şempanzenin bir ahtapota benzediğinden daha çok benzemez mi?
[3] Fransızca orijinalinde “lanetli”ye denk gelen kelime “maudite”, kökenlerini “hakkında kötü konuşulan” anlamına gelen Latince mal-dire eyleminden alır. Yukarıda sayılan eylemlerin tamamı iş toplumunda tabulaştırılır.
[4] Cümlenin orijinali şu şekilde: “The play of limits and transgression seems to be regulated by a simple obstinacy: transgression incessantly crosses and recrosses a line which closes up behind it in a wave of extremely short duration, and thus it is made to return once more right to the horizon of the uncrossable. But this relationship is considerably more complex: these elements are situated in an uncertain context, in certainties which are immediately upset so that thought is ineffectual as soon as it attempts to seize them” (Foucault, 33-4).

Kaynakça

  • Bataille, Georges, Lanetli Pay (çev. Işık Ergüden), Dost Kitabevi Yayınları, 2010.
  • Berger, John, “Why Look At Animals?”, About Looking, Vintage Publishing, 1992, pp. 3-28.
  • Foucault, Michel, “A Preface to Transgression”, Language, Counter-Memory, Practice: Selected Essays and Interviews, ed. Donald F. Bouchard, Cornell University Press, 1977, pp. 29-52.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.