Köşe Yazıları

Kral, kralcı ve marjinal

0

Şu “marjinal” lafı baymadı mı hafiften?

90’ların sonunda moda olmuştu sanırım. Ya da 2000’lerin başı. Lisedeki yakın arkadaş grubumuz içinde o aralar İstiklal Caddesi’nde yeni bir akım olarak renkli giyinen, genelde hafiften cool falan insanları “marjinal” diye tanımlardık. Aramızdan bir arkadaş da, mor renkli giysilerinin göreceli bolluğuna istinaden, “marjinal bırçi” muhabbetlerinin favori nesnesi olurdu.

(“Bırçi” arkadaşın lakabıdır, Kürtçe “aç” demek. Birisi bırçi dedi adama, adı öyle kaldı. Benim de öğrendiğim ilk kürtçe kelime bu sanırım.)

Bizim için “marjinal”, “farklı olan” demekti tabi, ama ondan da ötesi “farklı olmaya kasarak dikkat çekmeye çalışan” gibisinden bir sosyal tespit tadımız vardı sanki. Ama herkes istediği gibi dolansın, istediğini yapsındı ortalıkta (bize doğrudan ve somut bir zararı olmadığı sürece). Arkadaş çevresinde dalgamızı geçerdik, o ayrı.

Aradan 3-5 sene geçti, belki daha da az hatta, önceden marjinal dediğimiz hallere bürünmüş bulduk kendimizi. Bazılarımız en azından. Biz mi hayat yolunda kişiliklerimi oturtuyorduk, yoksa önceden marjinal denen şey şimdi (en azından belli bir sosyal kesimde) anaakım haline mi geliyordu, bilmiyorum. Muhtemelen bu iki süreç aynı anda, birbirini besleye besleye gelişiyordu. Bildiğim, giderek kendimi çevremdekilerce “marjinal” olarak tanımlanır bulduğum. Bazen iyi, bazen kötü anlamda. Ve ne yalan söyleyeyim, çoğu zaman da hoşuma gitti “marjinal” olarak nitelendirilmek.

Bugünlerde yeniden moda oldu bu marjinal yakıştırması. AKP’li siyasetçiler ve bakanlar özellikle, pek kullanıyor. Örneğin bir öğrenci grubu anayasal hakları olan gösteri ve protesto hakkını gerçekleştirirken polisten amansızca dayak yiyor, bi’ bakanzade çıkıp “Onlar marjinal gruplar zaten” diyor. İşin kilit noktası bu. AKP’li siyasetçilerin en büyük (onca vizyonsuzluk, kafa karışıklığı ve beceriksizliklerini örtecek kadar büyük hem de) yeteneği, herhangi bir olay karşısında, ortalama vatandaşı kendi saflarına çekecek anahtar kelime ve söylemlere olan hakimiyetleri. Eskiden “komünist” daha bi’ modaydı, ve anarşist, ama şimdi ne kadar yenilikçi, ve modern, ve çağdaş ve na-eskikafalı olduklarını kanıtlamak için yeni, post-modern bir kelimeyle çıktılar karşımıza : Marjinal. “Anayasal hakları gasp edilip bir de üzerine amansızca dayak yiyenler marjinaldi” demek, “o dayağı hakettiler” demektir doğrudan. Ki bu da çok ciddi bir suçtur (suçu ve suçluyu övme, derler).

Siyasetçilerin, özellikle iktidar partisinin siyasetçilerinin bu belaltı ve arsız hamlelerini “siyasetin kirli çamaşırları” diyerek geçiştirebiliriz belki, biraz zorlarsak. Ve fakat sürekli “makamım gereği susmalıyım” falan diyerek nesnel bir tavır takınmaya çalışan (ve oldukça sık çuvallayan) cumhurbaşkanı da çıkıp “marjinal” lafını kullanınca durum iyice zıvanadan çıkıyor. Cumhurbaşkanı, adı üstünde, tüm vatandaşların sembolik lideri olarak, herkese eşit mesafede durmak zorunda. Cumhurbaşkanı olarak çıkıp birilerine veya bir fikre “marjinal” dersen, hem o “marjinallere” nesnel olmayan bir gözle baktığını ilan etmiş olursun, hem de senin gözünde marjinal olmayanları kayırdığını/kayıracağını/kayırabileceğini belli edersin. Cumhurun başkanı olma iddianın da bir anlamı kalmaz.

Ha bu arada, 40 yıllık komünist, sosyalist, devrimci, maocu, leninist, ulusalcı, adını ne koyarsanız koyun, ideolojilere “marjinal” diyen bir zihniyetin bir gün kazara ekolojik anarşizm, küçülmecilik, derin ekoloji, gönüllü sadelik, ne bileyim, nihilist varoluşçulukla falan karşılaştıklarında sağlam bi’ mavi ekran vereceklerini tahmin etmek de zor olmasa gerek. İnsanın klişe “memleketi böyle insanlar yönetiyor işte, gör” muhabbetine sarılası geliyor, denize düşen misali.

***

Kralın durumu bu işte, az çok. Adı üstünde, iktidar onda, bi’ de sıradan bir iktidar değil. Meclis desen, nitelikli çoğunluk eşiğinde. Ekonomi desen, son 10 yılda ülkedeki ekonomik tahakkümün oyuncuları hızla değişiyor (ki eskisi iyiydi demiyorum, al birini vur ötekine, diyorum daha çok). Sosyal ve kültürel alanda da eskiden rahatlıkla ezilebilen, hor görülebilen bir kesim, ki AKP’nin tabanıdır bu aynı zamanda, ayağa kalkıp “hop birader” çekebiliyor artık (mesela bu, bu kesimin genel özellikleri, yaşam biçimi, ideolojileri falandan bağımsız olarak güzel bir gelişme bence).

Ve bu kendi-kendini besleyen (oto-katalitik) süreç iktidara giderek daha fazla “Alem buysa kral benim” dedirtiyor. Eleştiri ve protestoya tahammülsüzlük, hemen herşeyi Ergenekon ve askeri darbe planlarıyla ilişkilendirilmek için gösterilen etkileyici yaratıcılık, bırakın ileriyi normal bir demokraside hükümet düşürecek denli ağır siyasi gafları günlük konuşma dili haline getirmek… Bunların hepsi AKP’nin giderek ağırlaşan krallık sendromunun bariz semptomları olarak göz kırpıyor.

Lord Acton’un “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” klasiğinden de bildiğimiz üzere, bunlar normal şeyler. Kral falan. Alışığız bu duruma. Pek alışık olduğumuz, ama her gün ulaştığı yeni ufuklarla bizi hala hayrete sürüklemeyi başarabilen başka bir şey de “kralcılar”. En son Celal Bayar Üniversitesi’nde yaşanan olay da böyle birşeydi. Alışıktık kraldan çok kralcılara, ama bu zatların kendilerini rezil etme/şahsiyetlerini bir çırpıda yerlere çalma pahasına gösterdikleri kralcılık yaratıcılıkları konusunda çıta her geçen gün biraz daha yükseliyor. Bir gazete çıkıp “AKP’yi protesto eden göstericileri öldürmek lazım” diyen okuyucu mektubunu yayımlayabiliyor mesela. Ya da maaşı AKP’nin yarattığı yandaş/rant ekonomisince ödenen köşeyazarları artık hakkında eleştiri yapmaya bile tenezzül edilmeyecek derecede onursuzlaşabiliyor, hamile göstericiye “senin orada ne işin var” diyerek mesela.

Kralcılık aslında modern dünyanın egemen ideolojilerinden biri olan “her birey akılcıdır ve kendi çıkarını azamileştirmek amacıyla hareket eder” zırvalığının bir tezahürü. Kralcı, yapacağı kralcılık eyleminin kendisine onursuzluk/haysiyetsizlik/itibarsızlık/vicdansızlık gibi götürülerinden çok para/güç/mevki/koruma gibi getiriler sağlayacağını hesaplayıp harekete geçiyor. Tam bu noktada, insanın o her derde deva “psikolojik savunma” güdüleri devreye girerek kişiye kendini rahatlatacak argümanlar/bahaneler sunuyor. “Onlar marjinal, şunlar dinsiz, bunlar zaten komünist, berikiler öğrenci değil provokatör, geçen de şöyle olduydu, bi’ de bu var, bikbik, bikbik” gibi. Yani bu insanlar ağızlarından çıkan saçmalıkların en azından önemli bir kısmına gerçekten inanıyorlar. İnanmak zorundalar. Başka türlü hayatta kalamaz, üzüntü ve pişmanlıkla kendilerini yiye yiye bitirir, öldürürler. Ki bu psikolojik savunma mekanizmaları bir şekilde çöken bazı eski kralcıların yıllar sonra gazetelerde/televizyonlarda çıkıp “pişmanım” diye vicdan rahatlatma çabaları da genelde bundandır.

Yalnız bu pek rasyonel geçinen kralcıların genelde atladığı bir nokta var. Hem de çok önemli bir nokta : Kralcı olduklarını doğrudan belli etmeyen kralcılardır, kralın işine yarayanlar. Çok net bir örnek verelim; Emre Aköz. Bu adam 28 Şubat sürecinde asker toplantılarına koşa koşa gidip pek leziz haberler yapmış, şimdi de takdir edilesi bir yaratıcılık ve hayalgücüyle AKP krallığına hizmet ediyor (Kral değişikliklerine hızlı adapte olabilen, becerikli ve uyanık bi’ arkadaş kendisi). Ama yanlış yapıyor kendi çıkarı açısından. “AKP giderse kalırsın ortada Emre efendi!” falan da değil, o zaman da bir yolunu bulur kesin. Esas sorun Emre Aköz gibilerin AKP’nin artık hiçbir işine yaramaması ihtimali. Düşünün, eğer bir toplumdaki neredeyse herkes Emre Aköz’ün maaşlı bir kralcı olduğunu biliyorsa, neden kimse itibar etsin ki söylediklerine? E sana kimse itibar etmiyorsa kralın ne işine yararsın ki?

Tek bir neden kalıyor geriye tabi : Kralın psikolojik savunma güdüleri. “Doğru söylediniz ağam”, “evet bütün suç onlarda paşam”, “düşman onlar, ağzımdan aldınız lafı sultanım” cümlelerini duymaya kralın feci derecede ihtiyacı var. Aksi halde yatağının altına süpürüp orada tutmak için büyük çaba harcadığı 3 gram vicdan – 5 gram suçluluk duygusu bakiyesiyle yüzleşecek birdenbire. Çok fena üzülecek, çok fena kahrolacak.

***

Kılıçdaroğlu ve yeni CHP hakkında merakımı acayip celbeden bir soruyla bitireyim : AKP’nin bu ötekileştirici, antidemokratik ve hatta faşistlik eşiklerinde dolaşan tutumlarını bu kadar eleştirdikten sonra yarın iktidar olsa CHP, ve “komünist-anarşist-marjinaller” o veya bu sebeple protestolar falan düzenleseler, CHP’nin yöneticileri de hemen kral kesilecek mi? AKP karşıtı CHP tabanı demokrasi ve ifade özgürlüğüne bugün gösterdiği güçlü sadakati o gün de göstercek mi? Yoksa onlar da mı benzer psikolojik savunma mekanizmalarına sığınacaklar, vicdanlarından kaçmak için?

Tarih ve tecrübe “muhtemelen öyle olacak be bebeğim, ne yapalım” diyor. Fakirin ekmeği olan umutsa yandan yandan “toplum değişiyor, güzel yarınlar bizi bekliyor” diye fısıldıyor.

You may also like

Comments

Comments are closed.