Köşe Yazıları

Kırdan kente mi? Kentten kıra mı? – Yunus Muluk

0

10 Mart Pazartesi günü Cezayir Toplantı Salonunda “Kuraklık ve Su Sorunu Derinleşiyor- Çözüm arıyoruz” adlı toplantının bir kısmında kırsalla olan bağın kopması ekolojik sorunların nedenlerinden biri olduğuna değinilmesi ve Durukan DUDU’nun Yeşil Gazete’de “Kırsala Dönüş” yazı dizisinin yayımlanarak “kırsal” algısının yeniden tartışılmaya başlanmasından son derece mutlu olarak bu konudaki düşüncelerimi bu yazı ile toparlamak istedim.

Türkiye’nin modernleşme sürecinin her aşamasını sancılı yaşadığı gibi kent-köy(kırsal) ilişkisinde de aynı sancıyı yaşamıştır. Tarımsal üretimi temsil eden köylerden Sanayi üretimini temsil eden kentlere doğru kopuşumuzdaki hız,  kent-köy karşıtlığı olarak hayatımıza girdi. Köyü aşılması gereken feodaliteyle özleştirirken kentleri de ondan daha üst üretim biçimi ve toplumu kapitalizmle özleştirdik. Ortaya çıkan algıda, kentli olmak daha üst bir değer olarak hayatımıza girdi. 1927 yılında nüfusun yaklaşık %75’i köylerde, %25′ i kentlerde yaşarken 1950 yılına gelindiğinde köy nüfusunun %1 bile bulmayan bir kısmı kent nüfusuna katılmıştı. Kalkınma politikalarının ivme kazandığı 1950-2010 arasında kent nüfusu 51 puanlık artış yakaladı ve Ülkenin toplam nüfusunun %23’ü köylerde, %77’si kentlerde yaşar hale geldi. 2013 yılında çıkartılan Yerel Yönetimler Yasası ile kent nüfusunun %90’a ulaştığı söylenmektedir. 1950 sonrası köyden kente göçün hızlanmaya başlamasının üzerinden 20 yıl bile geçmemişken sol cenahta Türkiye’nin niteliğini anlamaya çalışan analizler, sol içindeki en büyük fikir ayrılıklarının da temelini oluşturmaya başlamıştır ki bu tartışma bugünkü sol siyasi atmosferin de nüvesini oluşturur. Bu tartışmalar hala yapılıyor mu bilmiyorum ama 2000’li yılların başına kadar yapıldığını hatırlıyorum. Türkiye “feodal bir ülke mi?” “kapitalist bir ülke mi?” Yoksa “yarı feodal bir ülke mi?”. Bu tartışmaları, Türkiye, “köylü bir ülke mi?”  “Şehirli bir ülke mi?” şeklinde okumak da mümkündür. Aynı şekilde olmasa da aynı dönemde merkez siyasette, daha kentli söylemleri olan Cumhuriyet Halk Partisi ile daha çok köylü partisi imajı çizen Demokrat Parti-Adalet Partisi yarışı da dönemin kent ve köy algısının şekillenmesini sağlayan nedenlerden biri oldu. Sonuç itibari ile kent yaşamı kutsanırken köyler ve köylülük kaçılması gereken varlık halini aldı. Öyle bir algı ve zorunluluk yaratıldı ki kentler bulunulması gerek yer, kentlilik ise tatmin edilmesi gereken duyguya dönüştü. Köydekilerin özlemi kasabalar, kasabadakilerin özlemi kentler, kentlerdekilerin özlemi kent merkezleri, kent merkezindekilerin özlemi ise Avrupa ya da Amerikan kentleri oldu.

Kırda olmak düşüncesi, aşılması gereken bir durum iken bugün yeniden kırsala dönüşü tartışır olduk. Bulunduğumuz yerden kaynaklı tartışmada gözden kaçırdığımız büyük bir gerçek olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmalar, genellikle, başından beri kente olan, daha önce kente gelip kırsalla bağlarını en aza indiren ya da tamamen koparan, eğitim düzeyi ve ekonomisi itibari ile orta ve üst orta sınıfa dahil olan insanlar arasında yapılmaktadır. Tartışmanın en çok bu grup içerisinde yapılması şaşırılacak bir durum değildir aslında, kalkınma politikalarının yarattığı toplumsal ilişkilerin merkezinde olup kapitalizmi iliklerine kadar hisseden bu kesim, ekolojik yıkımı en önce keşif edip kıra dönmek istemesi şaşırılacak bir durum değildir.

Kaçırdığımız yer ise, devam eden bu göç sürecinde, daha yeni kentlilerin kırsalla olan ilişkisini tamamen koparmamış olmasıdır ki rakamsal olarak bakıldığı zaman bu kesimin kent nüfusunun daha büyük kısmını oluşturduğunu söylemek için istatistiklere ihtiyacımız olmadığı açıktır. 1950-2014 yılları arasındaki 64 yıllık zaman 3 kuşağa bile denk gelmez ki göç kesintisiz devam etmiştir ve devam etmektedir. Kentlerde yaşamalarına rağmen bir ayakları hala kırsalda olan, köyünde küçük de olsa toprağı olan, gitmese de yiyecek ihtiyacının bir kısmını hala köyünden sağlayan bu kesimin kırsalla olan ilişkilerinin yeniden üretilmesi hem köy hem de kent algısının değişmesine yardımcı olabilir. Bu yaklaşım, ekolojik felaketimizi önleyecek bir anahtar olabilir. Doğa-insan ilişkisini yeniden kurmanın sağlıklı bir yöntemi de olabilir aynı zamanda. Daha genç insanlarla yaptığımız son dönem sohbetlerde köyüne hiç gitmediğini ya da sadece birkaç defa gittiğini söylediklerine şahit olmaktayız. Kente doğan ikinci ve üçüncü kuşak bu insanların ilişkileri kopmak üzeredir.

“Kırsala Dönüş” üzerinde çok fazla tartışmaya, konuşmaya ve düşünmeye ihtiyacı olan meseledir. Tarım, enerji, ekonomi politikaları ile birlikte değerlendirilmelidir. Köy nüfusunu kent nüfusuna oranını daha Avrupa ve Amerika ortalamasına(%2-3) çekmek isteyen Türkiye’nin henüz bu süreci tamamlayamamış olmasını bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

2 yunus muluk

 

Yunus Muluk

You may also like

Comments

Comments are closed.