Kıbrıs Sorunu Tarihi – II

1 Ocak 2014 itibarı ile AB dönem başkanı Yunanistan oldu. Yaşanan bu süreçte Kıbrıs Sorununu anımsa(t)yalım istedik. Yeşil Gazete ekibinin Kıbrıs’ta yaşayan ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Modern Diller Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışan üyesi Yelda Çubukçu‘nun kaleme aldığı “Kıbrıs Sorunu Tarihi” yazısını üç bölüm halinde sizlerle paylaşıyoruz.

I. Bölüm: 1571 – 1960 

* * *

II. Bölüm 1960-1974 : Bağımsız Kıbrıs’tan İşgale

1960’ta Kıbrıs Anayasası imzalandı. Anayasaya göre; İngiliz askeri üsleri varlığını sürdürüyor, Türkiye ve Yunanistan adada askeri kuvvet barındırıyor, Kıbrıs bu iki devletin üye olmadığı hiçbir ittifaka katılamıyor, anayasanın temel maddeleri Kıbrıs halkı tarafından değiştirilemiyordu. Aksi takdirde İngiltere, Türkiye ya da Yunanistan’ın, imzalanan antlaşmalara dayanarak “nizamı tekrar kurmak üzere” müdahale etme hakları bulunuyordu.

Yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başkanı Rumlardan (Makarios), başkan yardımcısı Türklerden (Fazıl Küçük) seçilecekti. Siyasi, askeri ve güvenlik sorunlarına ilişkin alınan tüm kararlarda, başkan ve başkan yardımcısının eşit veto hakkı bulunuyordu. İki resmi dil olacaktı. Mecliste Rumlar %70 Türkler ise %30 oranıyla temsil edileceklerdi. 10 kişilik Bakanlar Kurulunun 7’si Rumlar’dan, 3’ü Türkler’den oluşacaktı. Şunu hatırlatalım ki, bu sırada Türklerin adadaki nüfus oranı %18 idi. Bu oranla %30’luk bir temsil hakkı almaları ve “eşit” taraf sayılmaları ise daha baştan gelecekteki anlaşmazlıklara çok uygun bir zemin hazırlıyordu.

1960’tan sonra SSCB yanlısı AKEL’in adadaki oy oranı giderek artmaya başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti, Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’nde kurucu üye unvanını aldı. Bağlantısızlar hareketi SSCB’ye yakınlığıyla tanınıyordu. Bütün bunların yarattığı korku Kıbrıs üzerinde oynanan oyunların daha da sertleşmesine neden olacaktı.

Kasım 1963’te cumhurbaşkanı Makarios anayasada 13 maddelik bir değişiklik yapmak istedi. Bunda EOKA’nın baskılarının da önemli bir payı vardı. Değişikliklerin çoğu mevcut anayasaya göre Türk tarafına verilen hakları kısıtlayıcı nitelikteydi. Anayasa iki toplumun varlığına göre düzenlenmişti. Örneğin mevcut sistemde adalet ve belediye hizmetleri her iki toplumun kendi halklarından olanlarca sürdürülüyordu, memur sayıları, parlamenter sayıları, asker ve polis sayıları belli bir orana göre belirleniyordu. Getirilmek istenen değişiklikler ise tek toplumlu bir devlete geçişi gerektiriyordu. Sonuçta, Makarios’un katı bir tutum takındığı, Türk tarafınınsa müzakereye bile yanaşmadığı bir ortamda işler iyice kızıştı ve Türk tarafı “bizi cumhuriyetten attılar” söylemini ayyuka çıkararak meclisten ve tüm kurumlardan ayrıldı. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti Meclisi’nde Türklere ayrılmış sandalyeler hâlâ boş tutulmaktadır.

Bundan sonra Türkiye’nin taksim tezleri yeniden ortaya sürüldü. Türklere karşı yoğunlaşan saldırılar sonucu 24 Türk’ün öldürülmesini ve anayasanın ihlâl edilmesini, yapılan anlaşmalar gereği müdahale gerekçesi olarak kabul eden Türkiye, adaya müdahale edebileceğinin sinyallerini verdi. ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964 tarihli meşhur bir mektupla Türkiye’yi “şiddetli bir dille” uyararak, böyle bir harekâtın karşısında olduklarını belirtti. Bir ay sonra, Amerikan Dışişleri Bakanı Dean Acheson’un hazırladığı bir plan çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan’la görüşmeler başladı. Acheson planına göre, adanın kuzeydoğu ucunda Türkiye’ye ait bir bölge oluşturulacak ve Türkiye burada istediği kadar asker barındırabilecekti. Fakat bu planın dolaylı olarak “taksim” anlamına geldiğini iddia eden Makarios, plana karşı çıktı ve uzlaşma sağlanamadı. 8-9 Ağustosta ise Türkiye Rumlar’a ait bölgeyi iki gün boyunca bombaladı. Bombardıman sonucunda 33 Kıbrıslı Rum öldü, 230 kişi yaralandı. Ancak Türkiye’nin bu hareketine İngiltere ya da Amerika’dan herhangi bir kınama gelmediği gibi, üstü örtük bir destek de verildi.

Johnson mektubundan kısa bir süre sonra, Archeson’un Turgut Sunalp ve Nihat Erim’le yaptığı görüşmelerde “özel olarak dostça söylüyorum, fazla kan dökmeden size ayrılan bölgeyi askeri kuvvetle işgal edebilecekseniz gidip alın. Amerikan 6. Filosu karşınıza çıkmaz, tersine sizi korur” demesi, ABD’nin el altından bu müdahaleyi desteklediğini gösteriyordu. Çünkü uygulanmaya çalışılan plan, adanın dolaylı olarak NATO’nun denetimine sokulması anlamına geliyordu.

Johnson’un mektubu; işgale karşıyız, ama buyurun işgal edin sizi koruyacağız, anlamına geliyordu.

İşgalden Sonra:

21 Nisan 1967’de gerçekleştirilen bir askeri darbeyle Yunanistan, Albaylar Cuntasının hüküm sürdüğü karanlık bir döneme girmişti.1973’te patlak veren Arap-İsrail Savaşında ABD’nin Yunan havaalanlarını kullanma isteği mevcut cunta tarafından reddedilince ABD desteğini yitiren bu cuntaya karşı 25 Kasım 1973’te askeri bir darbe yapıldı. 15 Temmuz 1974’te de Makarios rejimine karşı Sampson darbesi gerçekleştirilerek adada faşist bir yönetim oluşturuldu. Bu darbeden beş gün sonra 20 Temmuz 1974’te, Türkiye Kıbrıs’a çıkartma düzenledi ve 23 Temmuzda Yunanistan’daki ve Kıbrıs’taki cunta rejimi çöküp sona erdi.

Türkiye harekâtın gerekçesini garantörlük anlaşmalarından kaynaklanan haklarına dayandırdı ve ilk başlarda Batı’dan da destek gördü. Bu sayede NATO adaya yerleşme planlarına zemin sunması bakımından istenen fırsatı yakalamış oluyordu. Bağlantısızlar Hareketi içinde yer alan Makarios’u destekleyen SSCB de Yunanistan’ın egemenliği altına girmiş bir Kıbrıs’ı tercih etmediği için Türkiye’yi destekliyordu.

Ne var ki, 14 Aağustosta gerçekleştirilen ikinci bir harekâtla, Türk ordusu adanın içlerine doğru ilerleyerek Kıbrıs topraklarının %37’sini işgal etti. Türkiye’nin Makarios yönetimini yeniden başa geçirmeye niyeti olmadığı anlaşılınca SSCB desteğini çekti. Aynı şekilde ABD de işgalin sona ermemesi üzerine 1975 şubatından itibaren, üç yıl sürecek bir silah ambargosu uygulamaya başladı.

İşgalden günümüze dek yaklaşık kırk bin kişi (o günkü Türk nüfusun üçte biri) başta İngiltere olmak üzere Batı ülkelerine göç etti. Adaya Türkiye’den götürülmüş yoğun bir nüfus yerleştirilerek, Türk nüfusun oranı arttırılmaya çalışıldı. Anayasal cumhuriyetin korunması bahanesiyle adayı işgal eden Türkiye aynı anayasal cumhuriyetin yok sayılmasını meşrulaştırarak 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni (KTFD) kurdurttu ve başına Denktaş’ı oturttu. Aynı yıl yapılan anlaşmalarla güneydeki Türkler kuzeye, kuzeydeki Rumlar da güneye geçtiler ve ada halkı fiilen etnik kökenlerine göre iki ayrı bölgede toplanmak zorunda bırakıldı. 15 Kasım 1983’te ise bir adım daha ileri gidilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) adında bağımsız bir devlet kurulduğu ilân edildi. Oyunun kahramanı, 27 yıldır muhaliflerini her türlü yöntemle susturmaya çalışan eski İngiliz sömürge savcısı yeni Türkiye “sömürge valisi” Denktaş’tı.

Bu sırada Türkiye’de 12 Eylül askeri diktatörlüğü yeni sona ermiş seçimler henüz yapılmış ama hükümet kurulmamıştı. Seçimlerin galibi olan Özal başta olmak üzere, generaller ve Dışişleri de KKTC’nin ilânına pek sıcak yaklaşmamışlardı. Denktaş’ın dayatmasıyla yüz yüze gelinmiş ve KKTC tanınmak zorunda kalınmıştı.

Bu sözde devletin ilânı, aslında Denktaş’ın kişisel hesaplarının bir sonucuydu. Yeni “devlet”in ilânıyla hem anayasa hem de seçim sistemi değişecek, böylece Denktaş’ın ve onun partisi olan Ulusal Birlik Partisi’nin iktidarı daha uzun sürebilecekti. Sonuç Denktaş’ın istediği gibi oldu.

Gerek Türk gerekse Yunan politikacıları hala Kıbrıs sorununu kendi iç politikalarında milliyetçilerin duygularını kabartmak için kullanmaktadırlar. Ekonomik ve uluslararası başarısızlıklarını örtmek için, gündemi değiştirmek için hemen Kıbrıs jokerini ortaya çıkarmaktadırlar.

 Kaynaklar

Zeynep Güneş, Kıbrıs Sorununa Marksist Yaklaşım

Ecevit Kılıç, Özel Harb Dairesi.

Nejla Günay, Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine Bırakılması ve Bunun

Anadolu’da Çıkan Ermeni Olaylarına Etkisi

Kaynak: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)

I. Bölüm 1571 – 1960 

Yarın III. Bölüm Yeni Dönem: Avrupa Birliği, Kıbrıs ve Türkiye

(Bu yazı dizisi  2011 yılında Düşünce Yolu adlı sitede yayınlanmıştır.)

Yelda Çubukçu

 

 

Yelda Çubukçu

Yelda Çubukçu
Yelda Çubukçu
Yelda Çubukçu İstanbul doğumludur. İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümü mezunudur. Kültürel görecelik ilgi alanıdır. Halen Kıbrıs’ta özel bir üniversitede çalıştığı halde parasız eğitimi savunmakta ve AB karşıtı olduğu halde Türkiye’nin AB kriterlerini tamamlaması gerektiğini düşünmektedir. Yani çemberin içinde olduğu halde dışında olduğunu hayal etmektedir. [email protected]

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

Güzelliğe, iyiliğe açık kalmak için Açık Radyo

Kötülüğün eşiği aşıldı. Elimizdekileri kaybetmememiz ve kötülüğe karşı durabilmemiz için Açık Radyo açık kalmalı. Sesimize ve sözümüze sahip çıkmak için elimizden geleni yapmalı, dayanışmayı büyütmeliyiz.

Açık Radyo’suz olmaz!

'Hüznün fiziği'nin diyalekti açısından bakarsak en derin hüzünler en coşkulu ve en mutlu adımları getirecektir. Tabii yaşama ve mücadeleye olan inancımızı yitirmemişsek...

EN ÇOK OKUNANLAR