Dış KöşeKadın

Kadınlara savaş açan yeni otoriteryanlar – Peter Beinart

0

 Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

 

Donald Trump’ın dünyanın dört bir yanındaki ideolojik kuzenleri son yıllarda elde edilen feminist kazanımları geri almak istiyor.

 

Amerikalılar bugünlerde yurtdışına baktıkları heryerde Donal Trump’ı görüyorlar: Yeni başkan Jair Bolsonaro’nun işkenceyi desteklediği, Paris iklim değişikliği anlaşmasından çekilmekle tehdit ettiği ve ülkesinin askeri yönetim altında daha iyi yönetildiğini ileri sürdüğü Brezilya’da. Başkan Rodrigo Duterte’nin sözümona binlerce uyuşturucu satıcısının yargısız infazına tanıklık ettiği ve ülke çapında sıkıyönetim uygulama tehditinde bulunduğu Filipinler’de. Başbakan Viktor Orbán’ın özgür basını susturduğu, yakınlarını zengin ettiği ve mülteci korkusunu ve nefretini beslediği Macaristan’da. Hukuk ve Adalet Partisi’nin yüksek mahkemenin bağımsızlığının altını oyduğu Polonya’da. Ve hatta liderlerinin mültecileri şeytanlaştırdığı, Avrupa Birliği’ni haksız yere eleştirdiği ve Steve Bannon ile takıldığı İtalya’da.

Fakat küresel Trumpizm incelendikçe, Birleşik Devletler’deki gündeme hakim olan olay örgülerine bir o kadar meydan okuyor. Yorumculardan 2016’dan bu yana Amerikan siyasetini sarsan depremi açıklamalarını isteyin, muhtemelen size şu iki şeyden birini söyleyeceklerdir. Birincisi, bunun küreselleşme ile kariyer yapma şansı kalmamış işçi sınıfının öfke çığlığı olması. Ikincisi ise, iktidarlarını mülteciler ile ırksal ve dinsel azınlıklara kaptırmaktan korkan beyaz Hrıstiyanların güçlü tepkisi.

Fakat bu teoriler aktif dolaşımda değil. Toplumsal gerileme? Anne Applebaum’un birkaç ay önce bu dergide dikkat çektiği gibi, “Polonya’nın ekonomisi, son yirmibeş yıldır Avrupa’daki istikrarlı biçimde en başarılı ekonomi haline gelmiştir. 2008’deki küresel finansal çöküşten sonra bile, ülkede durgunluk görülmedi.” Duterte’nin 2016 yılındaki şaşırtıcı zaferine yol açan yıllarda, Filipinliler akademisyen Nichola Curato’nun deyişiyle “görülmedik bir ekonomik büyüme” yaşadı. Irksal-ve-dinsel-tepki teorisi de birçok şeyi açıklamıyor. Göçmenliğin Duterte’nin ya da Bolsonaro’nun yükselişindeki rolü yok denecek kadar azdı. Geçmişinde siyahi-karşıtı ifadeleri olmasına karşın, seçim öncesi anketler Bolsonaro’nun siyahi ve melez Brezilyalılar arasında önde gittiğini gösterdi. Duterte’nin cazibesinde ise ırkçılık çok daha az merkezdeydi.

Amerikan kaynaklı her iki hikaye örgüsünün sorunu, otoriter milliyetçiliğin farklı yelpazedeki ülkelerde yükselişe geçmesidir. Bu ülkerin bir kısmı durgunluğa batmıştır; bazıları ise gelişmektedir. Bazıları göç korkusuyla çılgına dönmüş; bazıları ise dönmemiştir. Fakat dünya genelinde iktidarı ele geçiren sağ-kanattan otokratların, liberal demokrasiye düşmanlıklarının yanı sıra, ABD’de genellikle farkedilmeyen büyük bir ortak özellikleri daha var: Hepsi de kadınları boyundurukları altına almayı istiyorlar.

Texas A&M’de siyaset bilimci olan Valerie M. Hudson, küresel Trumpizm’i anlamak için insanlık tarihinin büyük kısmında liderlerin ve erkek tebaalarının uydurdukları toplumsal sözleşmeyi hatırlamanın yaşamsal olduğunu ileri sürüyor: “Erkekler, bütün erkeklerin kadınlara hükmetmesi karşılığında diğer erkekler tarafından yönetilmeye razı oldular.” Bu politik hiyerarşi, eve özgü hiyerarşiyi yansıttığı için doğal göründü – yetişkinlerin çocuklara hükmetmesi kadar doğal. Bu yüzden, binyıldır erkekler ve kadınların büyük bir kısmı eril tahakkümü politik meşrutiyetle ilişkilendirdi. Kadınların güçlenmesi ise bu düzeni bozuyor. Yahudi İncili’nde Yeşeya, “Gençler Halkıma zulmediyor, kadınlar da onlara hükmediyor,” diye yakınır. “Ey Halkım, liderleriniz sizi yanlış yola sürüklüyor.”

Eril tahakkümün politik meşruiyetle bağı son derece sıkı olduğu için çoğu devrimci ya da karşı-devrimci devirmek istedikleri rejimi gözden düşürmek için kadınların gücü heyulasını kullanmıştır. İktidara geldiklerindeyse kadınların haklarını azaltarak otoritelerini sağlamlaştırırlar. 1995 tarihli makalelerinde, University of Denver’dan Arthur Gilbert ile James Cole Fransız devrimcilerin Marie Antoinette’i eski rejimin ahlaksızlığının bir sembolü haline getirdiklerini, İranlı devrimcilerin de aynısını şahın “peçesiz ve güçlü” kızkardeşi Prenses Ashraf’e yaptıklarını gösterdi. Monarşiyi devirmelerinin ardından, Fransız devrimciler kadınların uzman öğretim konumlarına gelmelerini ve miras yoluyla mal sahibi olmalarını yasakladı. Ali Hamaney (Ayatollah Khamenei) kadınların radyoda konuşmasını ya da halka açık yerlerde peçesiz görünmesini suç haline getirdi.

Arap Baharı devrimlerinin bir kısmı da benzer bir süreçten geçti. Valerie Hudson ile Patricia Leidl The Hillary Doctrine (Hillary Öğretisi) adlı kitaplarında, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi Mısır’da kıdemli diktatör Hüsni Mübarek’in yerine geçtiğinde, Mursi’nin derhal kadınlara meclis koltuğu garantisi veren kotayı kaldıracağını, kadın sünneti yasağını bozacağını ve kadınların istismarcı kocalarından boşanmalarını zorlaştıracağını ilan etmesine dikkat çektiler. Muammer Kaddafi’nin zorla yerinden edilmesinin ardından Libya’nın yeni hükümetinin yürürlükten kaldırdığı ilk yasa, çok eşle evliliği yasaklayan bir yasaydı.

Trump, Bolsonaro, Duterte, Orbán ve diğerleri devrimci değildir. Fakat onlar da bir siyasi düzeni gözden düşürmek ve diğerini geçerli kılmak için toplumsal cinsiyeti kullanıyorlar. Her biri kendilerinden önce gelen rejimi gayrımeşru olarak tanımlıyor: Trump, Barack Obama’nın Birleşik Devletler’de doğmadığını ve bu yüzden de Anayasa’ya göre başkan olmak için gereken niteliklileri taşımadığını iddia etmişti. Bolsonaro ve Duterte önceki hükümetleri kabul edilemez düzeyde suça göz yummakla suçladı. Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partisi seleflerinin Rusya ile Avrupa Birliği’ne minnettar olduklarını ileri sürdü.

Bu örneklerin herbirinde, Trump ile onun ideolojik kuzenleri seleflerinin gayrımeşruluğunu kadınların gücüne bağladılar. Herbir örnekte, kadınları lekeleme ve tabi kılma çabaları tepeteklak gelen ulusun sağ tarafa döndürüldüğü inancını – yandaşları için – pekiştirdi.

Trump için bunun nasıl işe yaradığını görmek kolay. Hillary Clinton’ı – büyük bir parti tarafından başkan olarak aday gösterilen ilk kadın – Amerika’nın yozlaşmış politik sisteminin simgesi haline getirdi. Fakat makul biçimde, Amerika’yı yozlaşan finansal çıkarlardan temizlemeyi vaat etmek yerine, taraftarlarına – ki çoğu anketörlere Amerika’nın “haddinden fazla yumuşadığını ve feminenleştiğini” söylemişti – belli bir kötü kadının yolsuzluğundan temizlenmiş bir hükümet sözü verdi.

Trump mitinglerinin dışında, seyyar satıcılar Trump’ı müstehcen biçimde poz veren Clinton’ın üzerine doğru eğilmiş üstü çıplak bir boksör olarak gösteren tişörtler satıyorlardı. Bir rozetin üzerinde TRUMP. 2016 SONUNDA TAŞAKLI BİRİ yazıyordu. Bir başkasında ise: AMCIK OLMA. 2016’DA TRUMP’A OY VER. Miting alanlarının içinde kalabalıklar, Trump’ın başlıca erkek rakiplerine asla yöneltilmeyen bir alayla, “Onu içeri tık” diye bağırışıyorlardı. Trump defalarca kendisine siyaseten meydan okuyan kadınlara – Fox News’den Megyn Kelly, rakip başkan adayı Carly Fiorina, MSNBC’den Mika Brzezinski, Demokrat Senatör Elizabeth Warren – çirkin diyerek karşılık verdi. Clinton ile ikinci münazarasının ardından, “önümden gitti” ve “inanın ama hiç etkilenmedim” demişti. Kastedilen açıktı: Bir kadın ne denli yükselirse yükselsin, nihayetinde değeri erkekler tarafından belirlenen bir bedendir sadece.

Hovarda geçmişi düşünüldüğünde, eleştirmenler zaman zaman Trump’ın Hrıstiyan sağ ile ittifakını tutarsız olarak tanımlıyorlar. Fakat erkeklerin uygun davranışı sözkonusu olduğunda aralarındaki farklılıklar ne olursa olsun, Trump ile evanjelik destekçilerini biraraya getiren ortak arzu, kadınların davranışlarını sınırlama arzusudur. Bu ittifak, Brett Kavanaugh’un Yüksek Mahkeme onay soruşturmaları sırasında, Cumhuriyetçilerin Kavanaugh’yu cinsel saldırıyla suçlayan Christine Blasey Ford için açık duruşma düzenleyerek sözümona Senato’nun itibarını iki paralık ettikleri gerekçesiyle Demokrat Temsilciler Meclisi’ne öfke kustuğunda tahsis edildi. Bir diğer mitingte, Trump Kaliforniya Senatörü Dianne Feinstein’ı hedef alarak ona “bir başka fıstık” diyerek seslendiği sırada kalabalık “İçeri tık onu” şeklinde tezahürat yapmaya başladı.

Brezilyalılar, Filipinliler, Macarlar, İtalyanlar ve Polonyalılar için bu tablo oldukça tanıdık geliyor olmalı. Ekonomik çöküşün (2016’da Brezilya ekonomisi yüzde üçten fazla küçülmüştü), siyasi skandalların (halefinin görevi kötüye kullanmakla suçlanarak görevden alınmasını takiben bir önceki başkanın hapse girmesi) ve suçların giderek dört bir yana yayılması (2017 yılında Brezilya’da Birleşik Devletler ile Avrupa’nın toplamının iki katına yakın nerdeyse 64,000 cinayet işlendi) ile gelişen koşullarda 2018 yılında başkanlığa adaylığını koyan Bolsonaro ülkesini sözümona eski anlı şanlı günlerine geri döndürmeye söz verdi. “40, 50 yıl önce sahip olduğumuza benzer bir Brezilya istiyoruz,” diye belirtti – oysa ki 40, 50 yıl önce Brezilya askeri bir diktatörlüktü.

Trump gibi, Bolsanoro da bu karşıdevrimi haddini aşan kadınlara yönelik bir karşı devrime bağlıyordu. Meclis üyesi olarak Brezilya’nın ilk kadın başkanı Dilma Rousseff’i – 1970’li yılların başında Brezilya’nın askeri yöneticilerinin işkencelerine maruz kalmıştı – itham etmek için oy kullandığında, oyunu o rejimin en kötü şöhretli işkencecilerinden birine adadı. 2015 yılında, Brezilyalı kongre üyesi bir kadına, “Sana tecavüz etmeyeceğim, buna değmezsin” dedi. Bolsanoro mitinglerinde kitleler feministleri köpek mamalarıyla besleyeceklerine dair sloganlar attılar. Tıpkı Trump gibi, Bolsanoro da kürtaj ve gey haklarına şiddetle karşı çıkmasını takdir eden ülkenin giderek artan evanjelik nüfusundan büyük destek aldı.

Filipinler’de, Duterte’nin siyasi düzeni gayrımeşrulaştırmasına yardım edecek ekonomik ya da yolsuzluk krizi yoktu. Bununla birlikte, Filipinler’i Nicole Curato’nun ifadesiyle “felaketin eşiğine gelmiş bir ülke” olarak tanımlamak için uyuşturucu korkusunu kullandı. Bolsanoro gibi, Duterte de ülkesinin otokratik geçmişinde sözümona tadını çıkardığı kanun ve düzeni yeniden sağlama sözü verdi. Göreve gelmesinden birkaç ay sonra, uzun süreli diktatör Ferdinand Marcos’un cesedini askeri törenle Manila Kahramanlar Mezarlığı’na gömdü.

Tıpkı Bolsanoro gibi, Duterte de kadınları şiddetle tehdit etti. 2017’de, Filipinli askerlere, Mindanao adasında sıkıyönetim ilan ettiği için herbirinin üç kadına kadar tecavüz etmesinin cezasız kalacağını duyurdu. 2018’de, askerlere kadın direnişçilere “vajinaları”ndan ateş ederek onları “kullanışsız” hale getirmelerini söyledi.

Duterte’nin anti-feminist mücadelesi – Trump ile Bolsanoro’nunkiler gibi – güçlü kadınların aşağılanmasının ritüelleştirillemesini de içeriyordu. Senatör Leila de Lima, Duterte’nin uyuşturucu savaşı hakkında soruşturma talep ettiğinde Duterte onu “ağlatmaya” yemin etti. Ardından hükümet de Lima’yı uyuşturucu ticareti suçlamalarıyla gözaltına aldı ve Duterte’nin ifadesiyle “ülkeyi becerircesine” “şoförünü becerdiği”ne dair sözde kanıtlar sızdırdı. Daha sonra Duterte’nin sözcüsü olacak olan bir kongre üyesi, de Lima’nın “orada çok fazla erkek olduğu için” ordu karargahında tutulmak istediğine dair şakalar yaptı. Duterte’nin kadın başkan yardımcısı Leni Robredo – rakip siyasi partinin bir üyesi – bile onun bu sataşmalarından kaçamadı. 2016 yılındaki halka açık bir etkinlikte de neşeyle Lima’nın kabine toplantılarında giydiği eteklerin “her zamankinden daha kısa” olduğunu belirtti.

Aynı benzerlikler başbakan yardımcısı Matteo Salvini’nin – otoriter eğilimleriyle tanınan bir Steve Bannon müttefiki – 2016 yılında avam kamarasının kadın başkanını sönmüş bir şişme bebekle kıyasladığı İtalya’da da görülebilir. Italyan hükümeti, eleştirmenlerin çocuk nafakasını ortadan kaldıracağını söylediği bir yasaya önayak oldu ve bir hükümet sözcüsü yakında çıkacak olan yasayla kocalarının suçluluğunun kanıtlanmaması halinde kocalarını aile içi şiddetle suçlayan kadınlara dava açılacağını söyledi.

Yeni diktatörlerin hepsi bu kadar göze çarpmıyor. Fakat hepsi de yaratmaya çalıştıkları yeni siyasi düzeni kadınlar için daha madun ve geleneksel bir role bağlıyorlar. Seleflerini mültecilerin ve Roma’nın Macaristan’ın kimliğini baltalamalarına izin vermekle suçlayan Orbán, daha fazla çocuk doğurmaları için “Macar kadınlara kapsamlı bir anlaşma” teklif etti. Kadınlar için borçsuz eğitimi teşvik etti, fakat en az üç çocuk sahibi olmaları şartıyla.

Kendi payına, Polonya’nın otokratik hükümeti Polonyalıları “tavşan gibi üremeye” teşvik eden ilanlar yayınladı ve ertesi gün hapının reçetesiz alınmasını yasakladı. 2017 yılının sonunda, Polonyalı kadınlar kürtaj ile ilgili son derece katı yeni kısıtlamaları protesto ettikten sonra, hükümet kadın gruplarının ofislerine baskın düzenledi.

Kadın hakları savunucuları için bu cinsiyetçi otoriter yanlıları bir açmaz teşkil ediyor. Onları mağlup etmenin yolu kadınları güçlendirmekten geçiyor. Öte yandan, kadınlar güçlendikçe, sağcı otokratlar bu güçlenmenin doğal siyasi düzene yönelik bir saldırı olduğunu ifade ediyorlar. Bolsanoro ile Duterte’nin kendilerinden önceki kadın başkanları hararetle eleştirmeleri ya da Duterte ile Trump’ın başlıca rakipleri arasında kadınların olması tesadüf değil. Christine Blasey Ford’un iddiaları kadın protestocuların ABD Senatosu’nu doldurmalarına ilham verdi. Gerçi erkek senatörlere bağıran kadınların görüntüleri muhtemelen Cumhuriyetçilerin 2018 ara seçimlerinde Senato’yu ellerinde tutmalarını da sağladı. Arkasına bu sonbaharda seçilmiş rekor sayıda Demokrat kadının desteğini alan Nancy Pelosi muhtemelen bu Ocak ayında bir kez daha Temsilciler Meclisi’nin konuşmacısı olacak. Oysa Pelosi’nin bizzat kendisi de feminist güç heyulasından endişe duyan Cumhuriyetçiler için elverişli bir hedef haline gelmiştir.

Uzun vadede, yeni otoriteryanları mağlup etmek kadınları siyaseten güçlü kılmaktan çok daha fazlasını gerektirir. Otokratların kadın liderleri ve protestocuları politik sapkınlığın sembolü haline getirmemeleri için kadınların güçlenmesinin normalize edilmesi gereklidir. Bu da çoğu erkeğin – ve bazı kadınların – kadınların siyasal gücünü doğaya aykırı bulmalarının altında yatan sebeple yüzleşmelerini gerektirir: evde gördükleri hiyerarşiyi altüst ettiği için.

Valerie Hudson bana “Bireylerin farkına vardığı ilk [toplumsal cinsiyet] farkı”nın “kişinin kendi evindeki cinsiyetler arasındaki fark” olduğunu söyledi. “İlk siyasi düzeni kuran, ülkedeki şeylerin nasıl olması gerektiğini tesis eden budur.” Dolayısıyla, erkeklerin hala özel hayatta hüküm sürdükleri ülkelerde kadınlar – özellikle de feminist kadınlar – kamu yaşamının erkek tahakkümünü tehdit ettiğinde diktatörlerin başarılı olması şaşırtıcı olmaz.

Birleşik Devletler’i, Filipinler’i, Brezilya’yı, Macaristan’ı ve Polonya’yı kadınların politik gücünün daha normal sayıldığı Kuzey Avrupa ülkeleriyle karşılaştıralım. 2017 yılında, İzlanda parlamentosunun %48’i kadınlardan oluşuyordu. İsveç’te bu oran %44, Finlandiya’da %42, Norveç’te ise %40 idi. Yakın zamanlarda, toplumsal cinsiyete karşı tepkili otoriteryanlar seçen ülkelerde daha düşük olan bu oranlar İtalya’da %31’den Macaristan’da %10’a değişiklik gösteriyordu. Bu Kuzeyli bir Orbán ya da Bolsonaro’nun imkansız olduğu anlamına gelmez: Kuzey Avrupa’nın da kendine özgü aşırı sağcı partileri var. Fakat bu partilerin mevcut siyasi düzeni gayrimeşrulaştırmak için toplumsal cinsiyeti kullanmaları daha zor çünkü kadınların siyaseten güçlenmesi artık gayrımeşru sayılmıyor.

Büyük ölçüde, toplumsal cinsiyet eşitliği evde daha fazla normalleştirildiği için gayrımeşru olarak görülmez. 2018 yılında, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü kadınların ve erkeklerin temizlik, alışveriş ve çocuk bakımı gibi ücretsiz yaptıkları ev işlerinin günlük miktarını yayımladı. Her ülkedeki cinsiyet ayrımı hesaplandığında, ortaya bir şablon çıkıyor. Kadınların ve erkeklerin ev içerisinde daha eşit davrandıkları ülkeler ile kadınların hükümette daha eşit olarak temsil edildikleri ülkeler arasında şaşırtıcı bir ilişki var. Parlamenterlerinin yüzde 44’ü kadınlardan oluşan İsveç’i ele alalım. Orada erkekler tarafından yapılan ev işleri ile kadınlar tarafından yapılan ev işleri miktarı arasındaki fark, günde bir saatten daha az. Kadınların çok yakında Kongre’nin aşağı yukarı yüzde 23’ünü oluşturacağı ABD’de, ev işi cinsiyet farkı birbuçuk saattir. Parlamentonun yüzde 10’unu oluşturan Macaristan’da ise bu oran iki saatin çok üzerindedir.

Bir sonraki seçimde Trump’ı ya da Bolsonaro’yu koltuğundan etme arayışındaki kadınlar, Nordik örneğinde teselli bulamayabilir. Aile dinamikleri yıldan yıla değil, nesilden nesile değişir. Herşeye rağmen, yeni otoriter rejimler eski bir feminist mantra’nın altını çiziyor: Kişisel olan politiktir. Kadınların eşitliğini evde teşvik ederseniz demokrasiyi de kurtarabilirsiniz.

Peter Beinart – The Atlantic (çev. Özde Çakmak)

yazının orijinali

https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2019/01/authoritarian-sexism-trump-duterte/576382/?fbclid=IwAR3xwKLLwPf1bdQvUy2D_MwnGsPxzDZ6_Gb48JUWQT3PXuF-kkMb38u3QiY

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.