İşçi canı üzerinden yükselen kalkınma – Pelin Cengiz

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 23. maddesinde, “Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır. Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır. Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır. Herkesin menfaatlerinin korunması için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır” ifadeleri yer alıyor.

Türkiye’de ise iş ve işçi güvenliği epeydir içler acısı bir durumda. Türkiye’nin kalkınırken katlettiği işçi sayısı her yıl yeni rekorlar kırıyor. Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir işçi kıyımı var. 2015 yılında Türkiye’de 1730 işçi cinayeti yaşandı. Geçen yıl 18 yaşından küçük 63 çocuk iş kazalarında hayatını kaybetti, ölen çocukların 18’i 14 yaşından küçük. 2016 yılında da değişen bir şey yok, işçiler kanıksanmış bir halde ölmeye devam ediyor. İş cinayetlerinin inşaat, tarım, taşımacılık iş kollarında yoğunlaşması da tesadüf değil elbette.

Ekonomik büyüme ve kalkınma uğruna son yıllarda geçmişte örneği görülmemiş şekilde doğal, kültürel, tarihi varlıkların tahribatına, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve iş cinayetlerine tanıklık ediyoruz. Güvencesiz üretim modelinin yarattığı taşeronlaşma ve emek sömürüsü salgın hastalık gibi her alana, her sektöre yayılmış durumda.

Üstelik bu büyüme ve kalkınma modeli, ne emekçi kesimi refaha ulaştırıyor, ne de elde edilen gelirin toplumun tüm kesimlerinde eşit oranda paylaşılmasını sağlıyor. Soma faciasından da gayet iyi bildiğimiz gibi emekçi kesim, açlıkla ölüm arasında tercihe zorlanıyor.

İşçilerin sosyal haklarının büyük bölümü, sendikalaşma iktidar ve işverenlerce el birliğiyle yok edildi. Şirketlerin kârlılığına ve ranta odaklı üretim beraberinde ekolojik krizleri, kayıt dışı istihdamı, taşeronlaşmayı körükledi, iş cinayetlerinde patlama yaşandı.

Türkiye’de iş cinayetleriyle ilgili raporların ortaya koyduğu rakamlar, durumun ne kadar yakıcı olduğunu gösteriyor. Alınmayan önlemler, taşeron sistemi, denetimsizlik, patronların kar hırsı ve hükümetin sermaye yanlısı politikaları, kanunların uygulanmaması ya da yetersizliği sonucu, bu cinayet tablosuyla karşı karşıyayız.

Çalışma ortamı güvensiz, saatler uzun

Bu kadar ölümden ders almadığımız gibi şartları iyileştirme yönünde bir çabamız da yok. OECD’nin “İyi Yaşam Endeksi”nde Türkiye geçen yıl 36 ülke içinde en kötü sonuçları elde etti. Sağlık, sosyal bağlantılar, eğitim ve beceriler, çalışma ve gelir, öznel refah, çevre kalitesi, iş-yaşam dengesi ve barınma başlıklarının tamamında OECD ortalamasının gerisinde kaldı. Türkiye araştırmaya katılan ülkeler arasında çalışma sürelerinin en uzun olduğu ülkelerden başında geliyor. Çalışanların yüzde 13’ünün haftada ortalama 50 saatin üzerinde çalıştığı Türkiye’de bir işçinin yıllık ortalama çalışma süresi 1855 saat olarak hesaplandı. Hem çok çalıştırıyor, hem çok öldürüyoruz…

Tüm bu ölümlerin vebali, iktidar kadar maliyeti en aza indirmek için sağlıksız, güvensiz, güvencesiz ve insan onuruna aykırı şartlarda işçi çalıştıran işveren kesiminin de üzerinde. Bu noktada, OECD’nin çalışma hayatıyla ilgili bir başka raporuna göre, Türkiye’deki en büyük sendikasızlaştırma operasyonunun AKP iktidarları döneminde yaşandığından da bahsetmek gerek. OECD raporlarına göre, Türkiye’deki işçilerin sadece yüzde 5’i sendikalı.

Esenyurt’ta Fi Yapı’ta ait inşaatta gerekli bakımlar ihmal edildiği için asansörün düşmesi sonucu üç işçi yaşamını yitirdi. Bu iş cinayetinin bir benzeri Torun Center inşaatında yaşanmış ancak patronlar hakkında dava açılmamış, sorumluluk daha alt derecedeki çalışanlara yüklenmiş ve denetimleri yapmayan müfettişler soruşturulmamıştı. Torun Center’ın inşaatında ölen 10 kişinin hesabı sorulsa, takipsizlik verilmeseydi; bugün üç kişi daha ölecek miydi? Cezasızlık kültünün normalleştirilmesinin ve yaygınlaştırılmasının sonucu ölüm oluyor.

Kalkınma ölüm üzerinden yükseliyor.

Bunlar sadece birer rakamdan, sadece istatistikten ibaret değil, her biri içimizden, bizden biri. İşçi sınıfının çalışma şartları her geçen gün ağırlaşıyor, güvencesiz çalışma, taşeronlaşma hız tanımıyor, esnek çalışma ve sendikasızlaşmayla çalışan kesimin emeği giderek değersizleştiriliyor. İş güvenliği kurallarının hiçe sayıldığı, emek sömürüsünün, taşeronlaşmanın, kayıtdışılığın ve cezasızlığın cazip hale getirildiği sistemin bedelini, işçiler canıyla, kanıyla ödüyor.

Bu vahşi çalışma hayatı düzeni yüzünden her ay işçi ölümlerini sayıyoruz, böyle giderse de saymaya devam edeceğiz.

301 dendiğinde aklına Soma gelmeyen var mı?

Destek olmak isteyenler için…

İşçi cinayetlerinin hesabının sorulması için çalışan işçilerle, iş cinayetlerine kurban verilmiş işçi ailelerinin birleşerek örgütlenmesi, adalet mücadelesini örgütlü güç olarak vermesi çok önemli.

Yıllardır davalarını takip ederek, her ayın ilk pazarı Galatasaray Meydanı’nda nöbet tutarak, adalet mücadelelerini sürdüren Adalet Arayan İşçi Aileleri, 28 Nisan’ın dünyada olduğu gibi Türkiye’de de İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmesini istiyor.

28 Nisan, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) tarafından 2001’de “Dünya Çalışma Güvenliği ve Sağlığı Günü” ilan edildi. Dünyada 30’dan fazla ülkede resmi olarak “Anma ve Yas Günü” olarak anılıyor.

Destek olmak isteyenler www.iscinayetleriniunutma .org sitesini ziyaret ederek imza kampanyasına katılabilir.

Pelin Cengiz – haberdar.com58-pelin-cengiz

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR