Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

İnsan çölüne hoş geldiniz: Antroposen

0

“Sesimi duyan var mı?”

Arama kurtarma eğitimi alanlar çok iyi bilir bu cümleyi. Bir deprem sonrasında arama kurtarma ekipleri sessizlik ister ve yüksek sesle bu cümleyi sık sık tekrarlayarak enkaz altından bir ses bir işaret bekler. Büyük depremlerde maalesef bu beklenen ses ya hiç duyulmaz ya da çok az duyulur.

Ruhsuz bir mimarın elinden çıkmış betonarme binaya benzeyen kapitalizmin kendi yarattığı sarsıntılarla kolonları birer birer çöküyor. Doğanın bağrından söküp çıkarılan her taş her mermer her altın insana ve canlı yaşamın bütününe bırakın mutluluk sağlamayı altından kalkılamayacak enkazlar yaratıyor. Günümüz insanı enkaz altında kalmış ve enkazın karanlığına alışmış bir görüntü sergiliyor. Platon’un meşhur mağara mitosunda olduğu gibi. Mağaranın karanlığında uzun süre kalmış ve buna alışmış insanlar, mağaradan onları çıkaracak bir yol oluştuğunda ve buna rehberlik edecek birileri olduğu halde çıkmak istemezler. Işığın gözlerini kamaştırıp kör edeceğinden korkarlar.

İşte bu rehberler gibi bilim insanları her geçen gün daha yüksek tonda haykırıyor “sesimi duyan var mı?” evimiz çöküyor. “Canlı cansız hepimizin evi olan gezegen yükümüzü taşımakta zorlanıyor. Açın binalarınızın pencerelerini sesimizi duyun, ışığa bakın.” Bilim insanlarının sesi bilim aracılığıyla bize ulaşacaksa ışık siyasetle gelecek. Başka yolu yok. Siyaset hep karanlık ve düzenbazlık değildir. Binlerce yıldır aydınlık siyaset teorileri de üretilip hayata geçirilmeye çalışılıyor. Eğer hayatlarımızın özgürlükçü ve ekolojik siyasetlerini yapmayacaksak kaba geçeğin çölüne razıyız demektir.

Antroposen ve kapitalosen

Kimyager Paul Crutzen ve biyolog Eugene Filmore Stoermer 2000 yılında yayınladıkları bir makaleyle Antroposen yani insan çağına girdiğimizi iddia ettiler. Bu konuda çok yazıldığı için uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Ancak kavram büyük bir yankı yarattı ve başta jeoloji olmak üzere ekoloji, sosyoloji ve biyoloji disiplinlerinde çok tartışıldı. Hatta siyaset alanında bile tartışılıp tek başına insanın değil de kapitalizmin gezegeni mahvettiğine vurgu olması anlamında kavrama Kapitalosen denmesi gerektiği dillendirildi.

İster antroposen isterse kapitalosen diyelim önümüze çıkan en önemli şey, insanın sürmesine izin verdiği tüketime dayalı yaşam tarzı yüzünden gezegenin geldiği olumsuz nokta ve bize düşen sorumluluktur. Ve bu sorumluluk ekolojik tahribatta neredeyse hiçbir payı olmayan diğer canlıları da kapsamak zorundadır. Antroposen kavramının en temel tezi insanın etkinliğinin yerkabuğunda yaptığı olumsuz değişimlerin doğal döngünün ötesine geçtiği şeklindedir. Ve acil önlemler alınmazsa telafisi mümkün olmayan felaketlerin kucağına oturmamız kaçınılmazdır. Bunun emarelerini saymaya gerek bile yok, isterse herkes etrafına baktığında rahatlıkla görebilir.

Zihinsel kuraklık ve kapıdaki susuzluk

Uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye’nin birçok ilinde iklim krizinin etkileriyle yağmayan yağmurlar, su kaynaklarının HES’lere, maden-taş-mermer ocaklarına kurban edilmesi, endüstriyel hayvancılığa ve fabrikalara harcanan aşırı su miktarları kuraklığa yol açtı. Ürün rekolteleri inanılmaz oranda düştü. Bir tarım krizi var. En son ortaya çıkan haberlere göre bazı kentlerde evlerin önündeki bostanları sulayacak su bile yok. Ancak dehşete düşülmesi gereken bu durum karşısında inanılmaz bir vurdumduymazlık hakim. Sanki bize ulaşan gıdalar ve yaşam kaynağı sular fantastik bir gezegenden ve sonsuz bir kaynaktan geliyor. Endişeye mahal yok yani. Halen ekoloji meselesi siyasetin en son meselesi durumunda. Oysa başka dünya yok. Eğer susuzluktan ve gıdasızlıktan can çekişeceğiniz bir zamana geldiğinizde bir kurtarıcı bekliyorsanız o mehdi gelmeyecek.

İklim krizi kapılarımızı da aşıp evlerimize girdi. Başta zikrettiğimiz kapitalizmin betonarme yapı olması metaforuna dönecek olursak, beton binalar inşaat halinde çok su çeker, sürekli suya ihtiyaç duyar ve tüketir. Kuruyan harç sürekli sulanır. Kapitalist sistem biz dur demedikçe, su kaynaklarını kirletip, büyük bir sorumsuzlukla hunharca kullanarak yok etmeye devam ediyor ve edecek. Tıpkı adına “ev” dediği beton kafesleri gibi. Bu tabloya razı olan insanın durumunu Dino Buzzati’nin Tatar Çölü’ndeki kahramanı teğmen Giovanni Drogo’nun haline benzetsek abartı olur mu? Teğmen Drogo çölün ortasında hiçbir anlamı ve işlevi olmayan bir kaleye tayin edilir. Kaleye geldiği ilk anda oradan biran önce gitmek ister. Ancak zamanla gardını düşürür. Hatta bir ara şehre gitmeye imkân bulduğunda artık alıştığı hiçliğe yani Tatar Çölü’ne gönüllü olarak geri döner ve otuz yılını orada anlamsızca geçirir.

Fiil herşeydir!

Eğer kapitalizmin bize dayattığı neredeyse doğal olan her şeyi yok eden kültürü ruhumuzu örseliyorsa ki örselemesi gerekir. Yapılacak tek şey, büyük bir diğerkamlıkla gezegenin bütünü için harekete geçmek ve tahakkümcü, sömürücü ilişkilere son verip en geniş özgürlük ortamını sağlamaktır.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.