Türkiye’de muktedirlerin iktidarının değişik partiler adı altında yıllardır uyguladığı politikaların yarattığı adaletsizlikler ve eşitsizliklerin bugün ulaştığı eşik artık her vicdan sahibi insanın yaşama müdahale etme hakkını kendisinde görmesine yetiyor. Yaklaşık 150 yıllık sol gelenek tüm dünyada ve ülkemizde emeğin sömürülmesi ekseninde kapitalizmin kendi üretim ilişkilerinin doğası gereği yarattığı sömürüye karşı mücadele vermektedir.
Bu mücadele biçimi ülkeden ülkeye farklılıklar göstermiş, kapitalizmin geldiği aşamalara göre şekillenmiş ama özünde hep emek eksenli bir mahiyette kalmıştır. Kapitalizmin özünde var olan aşırı kar hırsı, endüstrileşme, tüketimi özendirme, büyüyerek kalkınma, pazar paylarını arttırma, denetimsiz bir rekabet zihniyeti, yıllar içinde küçüklü-büyüklü savaşların çıkması, doğanın tahrip edilmesi gibi paradigmalar çeşitli olumsuzlukların doğmasının nedeni olmuştur. 20. Yüzyıl’da sosyalizm adına bazı ülkelerde “uygulanan iktisat ve yönetim politikaları” da kendine kapitalizmin aşırı ve çevreye/doğaya duyarsız endüstrileşmesini örnek/ temel almış, onunla uzay teknolojisi dahil her alanda kıyasıya rekabet haline girmiş, kullandığı eski teknolojiler sebebiyle kapitalist ülkelerdeki kadar olmasa bile çevre kirlenmesine ve doğanın tahrip edilmesine neden olmuştur. Aşırı endüstrileşmenin gereksinim duyduğu enerji ve kaynak kullanımı meselelerinde fosil yakıtlar, nükleer enerji, termik santralar vs., ayrıca politika alanında da temel insan hak ve özgürlükleri gibi konularda hiç de kapitalizmden geri kalmamışlardır. Kapitalist ülkelerde sistemin sürdürülmesi adına ırkçı ve milliyetçi akımlar siyaseten desteklenmiş, pazar paylarının arttırılması, enerji ve ham madde kaynaklarına el konulması gibi konularda çeşitli ölçeklerde savaşlar kışkırtılmış ve çıkartılmıştır. Kapitalist sömürüye ve savaşlara karşı mücadele eden sol ve ona destek veren kesimler yıllardır büyük baskılar altında ciddi temel hak ve özgürlüklerden yoksun olarak
– ülkesine göre değişen oranlarda – yaşamışlardır, yaşamaktadırlar.
İnsanların, daha özgür, daha eşit, daha adaletli, toplumsal dayanışmanın ön planda olduğu savaşsız, barış içinde bir dünyada, doğayı tahrip etmeden katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi içinde yaşayabilmesini talep eden 150 yıllık sol siyaset geleneğin yanında 20. yüzyılın son çeyreğinde küreselleşmeye başlayan dünyada, yaklaşık 40 yıllık bir geçmişe sahip, çevreye duyarlı, ekolojik yaşamı savunan çoğu sol gelenekten gelen ve kendilerine Yeşiller adını veren yeni bir siyasi hareket öncelikle Avrupa’da ortaya çıktı ve daha sonra birçok ülkeye yayıldı.
Küresel ısınmanın, iklim değişikliğinin doğal bir felaket olmadığını, insan kaynaklı bir sorun olduğunu, sonuçta bütün yaşamın yok olmasına kadar gidebilecek ciddiyette acil bir sorun olan iklim değişikliğinin sebebinin enerji üretiminde, ulaşımda ve sanayide kullanılan fosil yakıtlar, yani kömür, petrol ve doğal gaz olduğunu vurgulayan Yeşiller, karbon salımındaki artışın durdurulmasını, atmosferdeki sera gazlarındaki artışların düşürülmesini talep etmektedirler. Eğer öngörülen önlemler alınmadığı takdirde buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, deniz kenarlarındaki karaların sular altında kalması, seller, fırtınalar, sıcak dalgaları, tatlı su kaynaklarının azalması, kuraklık, çok sayıda bitki ve hayvan türünün yok olması vb., bunların sonucu olarak da ortaya çıkacak açlık, susuzluk, derinleşen sosyal adaletsizlik, iklim göçleri gibi sorunlarla karşılacağına vurgu yapmaktadırlar. Ayrıca, doğayı ağır tahrip eden HES’lere, çevre kirliliği yaratan Termik Santralara ve en kirletici, riskli ve pahalı enerji kaynağı olan Nükleer’e karşı mücadeleyi ön plana alan bir hareket Yeşiller. Bu arada Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ( GDO’lar ) başta olmak üzere mono kültür tarımın engellenmesine de vurgu yapıyorlar. Sürdürülebilir bir dünya için az, verimli ve yenilenebilir enerji politikalarının geliştirilmesine önem veriyorlar.
Türkiye’de ise Cumhuriyetin tek tip insan ve toplum yaratmaya yönelik kurucu ideolojisinden kaynaklanan bir dizi sorun küreselleşmenin ( özellikle bilginin ve iletişimin küreselleşmesinin) getirdiği olanaklar çerçevesinde yakıcı sorunlar olarak her vicdan ve adalet duygusu gelişmiş insan ve kesimlerin gündemine girmiştir. Sol’un bir kesimi de bu süreç içersinde kendini “özgürlükçü sol” olarak tanımlayarak diğer geleneksel soldan farklılıklarını ortaya koymuş ve solun emek eksenli politikalarına ilaveten kurucu ideolojinin yarattığı kimliksel, kültürel ve inançsal mağduriyet alanlarının da taleplerini mücadele perspektifine ve dolayısıyla politik eksenine taşımıştır. Bahsedilen mağduriyet alanları arasında hiçbir hiyerarşi ilişkisi kurmamıştır. Bununla da yetinmemiş, ayrıca örgütlenme anlayışı, çalışma tarzı gibi konularda da yepyeni bir zihniyeti 2000’li yılların başından beri tartışmaya açmış ve geliştirmeye çalışmıştır. Eşitlik ve Demokrasi Partisi, solda yenilenme projesinin bir parçası olarak doğmuş, henüz başlangıç aşamasında bazı badireler atlattıktan sonra şimdi toplumsal pratik içinde kendisini sınama ve gerçekleştirme olanaklarını aramaya başlamıştır.
Solda yenilenme projesi kapsamında bir değerlendirilme yapılması halinde, EDP’yi ortaya çıkaran arayışın önemli bir eksikliğinin görülmesi gerekmektedir. Her ne kadar birçok metinde yer verilmiş olsa bile, kapitalizmin dünyayı talan etmesi ve gelecek kuşakların yaşamını doğrudan tehdit eden ekolojik krizler ve bunların doğurduğu olumsuzluklar ve bunlarla mücadele konusu yeterince güçlü bir vurguyla ele alınmamıştır.
Oysa solda yenilenmeyi hedefleyen her projenin bu konuyu asli alanlardan birisi olarak tanımlaması bir gerekliliktir. Hatta daha iddialı bir ifade ile, 21. Yüzyıl’da sol ve sosyalizm tartışmalarının ve projelerinin temel bir ekseni ekolojik alandaki gelişmeler ve bunlar karşısındaki tutumdur. Kapitalizmin sadece emek sömürüsü değil, aynı zamanda bir ekolojik sömürü ile de ayakta durduğu ve kendini yeniden ürettiği gerçeği üzerinden atlanamayacak bir ağırlıktadır. Bu nedenle de önümüzdeki yıllarda ekolojist olunmadan solcu ve sosyalist olunamaz. Buna karşılık ekolojistlerin ve çevrecilerin, yeşillerin toplumsal adalet ve kapitalizme karşı duruş ve mücadele konularında adım atamadıkları takdirde, kendi yürüttükleri mücadelenin güdük ve etkisiz kalmasına yol açacağını da bütün çıplaklığı ile görmeleri çok önemlidir.
Bu gerekçeler de Yeşiller Partisi ile sürdürülen ortak çalışmalara doğru bir biçimde yaklaşmak zorunluluğunu göstermektedir. Bu süreç sadece iki partinin birleşmesi olarak kavranmamalı, ideolojik yenilenmenin sürdürülmesi olarak da algılanmalıdır. Gerek sol düşünce gerek ekolojik politikalar bakımından bu yenilenme bir ihtiyaçtır.
Bu yenilenmenin sınıf politikalarına ekolojik politikaların eklenmesi olarak algılanmayacağı, kimlik politikalarının içselleştirilmesi sürecinde ortaya çıkan sorunlar düşünüldüğünde, kolayca anlaşılacaktır. Hiyerarşik bir kavrayış olmaması yeterli değildir. Yeni bir muhalefet anlayışı, yeni bir sol, kapitalizmin tüketim alışkanlıklarının kırılması, doğanın tahribine son verilmesi mücadelesini kendi ideolojik ve politik çizgisinin asli unsuru haline getirmek zorundadır. Bu nedenle Yeşiller Partisi ile sürdürülen süreçte geçmişin hatalarını tekrar etmemek büyük önem taşımaktadır.
Bu bağlamda yaklaşık 8 aydır ortak çalışma içinde olan her iki parti haziran ayının başında kamuoyuna niyet ve irade beyanı niteliğinde ortak bir deklarasyon yayınlayacak. Sonbahara kadar parti ismi, tüzük ve programatik belge tartışmaları yapılacak, bu projenin en önemli ayaklarından biri olan üçüncü kişiler ile görüşmeler sürdürülecek, sonbaharda da üçüncü kişiler ile birlikte yeni parti kurulacak.Yeni partinin kurulmasından itibaren ilk bir yıl içinde katılımcı bir şekilde program çalışmalarının tamamlanması, program konferansının toplanması ve yeni partinin siyasi programının belirlenmesi önerilmektedir. Yeni partide, üçüncü kişilerin yanı sıra yeni partinin kurucu dinamikleri olan her iki partinin (EDP ve Yeşiller) bugüne kadar kurmuş oldukları mevcut uluslararası ilişkiler korunacak ve geliştirilecektir.
Özgürlükten, eşitlikten, toplumsal adaletten, dayanışmadan, ekolojiden, çoğulcu ve katılımcı demokrasiden, barıştan yana olan vicdan sahibi herkesi sürece katılmaya, sonbaharda kurulacak partiye davet ediyoruz…
Fehim Caculi