Dış Köşe

Gözümüzü açtın, teşekkürler ODTÜ – Sarp Kürkçü

0

Ele silahı alıp etrafa öfke saçmaktan, en basit söylemi ile “camı çerçeveyi indirmekten”vazgeçen protestocunun gideceği en makul yoldur pasif-agresif eylemler.

Sınırları çok da net çizilmemiş olsa da, pasif-agresif eylem aslında bugün kullandığımız protesto yöntemlerinin ortak paydasıdır diyebiliriz. Geniş yelpazeden istediğinizi seçin: Yürüyüş, meydanlarda toplanmak, günlük iş bırakma eylemleri, kepenk kapatma, hangisini isterseniz. Pasif-agresif eylemlerin amacı, insanların günlük yaşama etkide bulunarak protesto ettikleri şeyi insanlara fark ettirmesidir aslında. Bu nedenle de, özellikle başlangıçları düşünüldüğünde bütün bu protesto yöntemleri, özünde pasif-agresiftir.

Çünkü şiddet içermez, çevreye ya da insanlara zararı ön planda tutmaz. Tehdit, can ve mal güvenliğine tehlike gibi kavramlar yoktur için. İnsanların, seslerini uysallıkla ama düzeni az da olsa bozarak dile getirmeleridir.

Ama bugün birşeyi kabul etmek lazım ki, en popüler eylemlerden yürüyüş ve meydanlarda toplanıp slogan atmanın artık pasif-agresif sayılabilecek bir yanı kalmamıştır. Diyebilirsiniz“elin 25 yaşındaki çocuğu bizim kaç on yıllık alışkanlığımıza ne hakla laf uzatır?” diye, ama bence okumaya devam edin. Belki ilginizi çekecek 1-2 satır çıkacaktır karşınıza…

Pasif-agresif eylemlerde kişi sayısının miktarından çok, kişilerin rutine ve işleyişe karşı oluşturdukları set önemlidir. İş çıkışı saatinde, insanların metroya yetişmeye çalıştığı tam o anda metro girişinde durup tavla oynayan bir grubu düşünün. Üstlerinde birer t-shirt ile. Önlerinde “Yetmedi mi?”, arkalarında “Zamlara HAYIR!” yazan. Pasif-agresif bakış açısında bu uygulama, bir meydanda toplanan 10 bin kişinin kontrollü bir alanda ayakta durmasından daha verimlidir. Neden?

Öncelikle verdiğim örnek, onları gören ve bu durumdan rahatsız olan insanların aklına kazınır, yani farkındalık yaratır. Bugün bir eylemin en önemli özelliği ses duyurmak değil midir?

Peki demokratik olduğu iddia edilen bir ülkede duyurulan ses yöneticiye midir, yoksa o yöneticiyi seçen ve bir sonraki seçimde aşağıya indirebilecek olan seçmene midir? Bunların ayrımına vardığımızda, ana akım haber bültenlerinde gerçekte ne için toplanıldığı bile anlatılmayan sözde “protestoların” aslında katılımcının kendini kandırdığı bir drama oyunundan farkı yoktur.

Bir diğer nokta ise, verdiğim örnekte yaşamın ve düzenin rahatsız edilmesi kavramı vardır. Kabul, eleştirdiğiniz yöneticilerin düzenini yerinden oynatmıyorsunuz, ama en azından birşeylerin akışını bozabildiğiniz bir eylemin içindesiniz. Bundan önce, insanların kendilerine verilen yer ve zamanda, barikatların sınırları içinde kafese sokulmuş bir sirk hayvanı gibi durmadığı zamanlarda yapılan eylemlerde de bunu görürsünüz. Benim çocukluğuma kadar süren bu eylemler, yürüme yolu değil de araç yollarında yapılır, insanların günlük rutinlerini engeller, onları bir konudan haberdar” ederdi. Pasif-agresif eylem biraz da budur, protesto ettiğiniz kişi veya kurumların kazançları var olan bu döngüden, devinimden gelir. Siz bu döngüyü aksatırsanız, bu insanları (ya da kurumları) aksatmış olursunuz.

Karşıdan karşıya geçerken “yanlışlıkla” elinizdeki defterleri düşürürsünüz, araçlar iki dakika sizin malzemelerinizi toplamanızı beklemek zorunda kalır. Uçağa yetişmeye çalışan vekillerin geçtiği otomatik kapının motorlarının yağı eksik olur. Kapı tam açılamaz. Vah! Ne de büyük şanssızlık.

İnsanların arasında söylenen, ama anlamı daha çok romantik konularda sorgulanan bir söz vardır. “Bir insan sana iyi, ama servis yapan garsona kötü davranıyorsa iyi birisi değildir.” diye. Bunun çevredeki insanlara iyi davranan beyaz atlı bir prensi kovalamak gibi bir anlama yorulabilmesi gibi daha toplumsal bir noktaya da çekilebilir.

Bahsi geçen o garson, yemeğinizin mutfaktan çıktığı an ile size ulaşması arasında güvenebileceğiniz tek kişidir. Eğer ki o garson sizden dolayı hayatı çekilmez hale geliyorsa, o garson yemeğinizin içine fark edilmeyecek bir böcek de koyabilir, tükürük de ekleyip çorbayı belli olmayacak şekilde karıştırabilir ya da taşırken ayağı takılmış gibi yapıp servis tabağını üstünüze boca edebilir.

Bunları yaptığından ya da yapması gerektiğinden bahsetmiyorum. Burada sadece yapabilecek imkanı olduğundan bahsediyorum. Ki bunların hiçbirisi o yemeği yiyen insanı öldürmez, hasta etmez, ona uzun ve geri döndürülemez bir zarar vermez. Ama sadece yaşam kalitesini ya da sürecini aksatır. İşte pasif-agresif eylem, biraz uç olsa da budur.

O nedenle bugün Taksim Meydanı’nda toplanan insanların, kendileri için belirlenmiş bir rotada yürümeleri, farkındalık oluşturmak istedikleri insanlardan özel barikatlarla ayrılıp onlarla iletişime geçme izinleri olmadan bağırmaları, boğuk bir megafon ile uzun ve terimlerle dolu cümleleri dile getirerek sadece ön sıradakilere seslenmeye çalışmaları pasif-agresif bir eylem falan değildir. Oyun alanını ve kurallarını bükmek, şaşırtmak, insanları kendilerini görmeye ve dinlemeye dolaylı yoldan mecbur etmektir pasif-agresif eylemlerin yolu.

ODTÜ’de gerçekleşen 18 Aralık 2012 tarihindeki olaylarda tam olarak ne oldu, detayları nelerdi, İstanbul’da ikamet eden ve içeriden bilgi alamayan birisi olarak bilgim olmadığını üzülerek söyleyeceğim. Ama uzun zamandan beri ilk kez, büyük çaplı bir protesto, protesto edilenlerin kurallarının dışında oynanmaya çalışıldı. Gerek oyun alanı, gerekse kuralları protestocular tarafından kuruldu. Bunun sonucunda ne yapacağını bilmeyen çevik kuvvetin aşırı yaptırımı görüldü.

Kuralların değiştirilmesi gerektiğini, bundan sonraki yıllarda protestoların tekrar özüne dönmesinin mümkün olduğunu gösterdiği için ODTÜ öğrencilerine teşekkürü bir borç bilirim ben. Bir protesto kişinin kendisini kandırması değildir. Eylemlerimizi hazırlayıp yönetenler bunları uzun zaman önce unutmuş, ya da unutturulmuştu. Ama 18 Aralık’ta, ne yazık ki üzücü bedeller karşılığında, bunu hatırladık.

THY çalışanlarını ergen psikolojisinde bir çocuğun sevgilisinden ayrılması gibi SMS ile işten çıkarttığı zamanlarda, çevremdeki insanlara First Class’ta servis edilen bardakların idrardan geçirilmesi esprisini yapmıştım. Çevremde havayollarında çalışan kimse olmadığı, bunu da bir espri olarak söylediğimi düşünürsek, ortada kötü bir durum yok. Ama bu mübalağa ile kendimce pasif-agresifliğe giden yolu anlatmaya çalışmıştım. ODTÜ’nün lisanı daha sert, daha net ve daha fark edici şekilde oldu.

 

Sarp Kürkçü – www.bianet.org

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.