Memleketin hali malum, bu günlerde arkadaş ortamlarının veya sosyal medyanın en klişe ifadelerinden biri ‘Gitmek lazım buralardan…’. Yeşil Gazete ekibi olarak bu yeni trendi bir süredir yakından takip ediyorduk. İnternetteki ‘Yeşil Kart Kazanın!!’ sitelerinde ciddi bir enflasyon olduğunun da farkındaydık. Elbette tüm bunların dış güçler tarafından nüfusumuzu çalmaya yönelik bir oyun olduğunu görüyorduk ama konuyu daha derinlemesine incelemenin gazetecilik görevimiz olduğunu düşündük ve ‘gitmek lazım’ meselesine biraz dolambaçlı da olsa eğilmeye karar verdik.
Neticede, Okeanos’dan olma, Tethys’den doğma Meandros (bugün kirlilik ve kuraklıkla boğuşan Menderes) nehrinin anavatanı burası. Dolaşa dolaşa babasına kavuşan Meandros’un seyahate olan düşkünlüğü İngilizce’de ‘meander’ (dolambaçlı yoldan gitmek, avare dolaşmak) fiilinde vücut bulmuş. Ayrıca tarih boyunca bu topraklar hep bir yerlerden gelenleri ve bir yerlere gidenleri (bazen gönderilenleri) izlemiş durmuş. Hal böyleyken bir yere gidilecekse onu da biz biliriz!
Dolambaçlı yolu fazla abartmayalım, dememiz o ki Yeşil Gazete olarak ‘gitmek’ konusunu inceledik. Konuya, elindeki asıl işi ertelemek için internette avare gezinen sosyal bilimci ciddiyetiyle yaklaştık. Önce son derece bilimsel metodolojimizden biraz bahsedelim: Türkiye’de Facebook ve Twitter’da yazılan “Off yheaa yeter! Gitmek istiyorum buralardan!” mealindeki mesajları saydık. Yani saydık derken sosyal medya feed’lerimize şöyle bir göz attık. Sonuç, hipotezimizi doğrular nitelikteydi: Evet, insanlar gitmek istiyor. Fakat burada elimizdeki yerel data ile yetinmedik. Araştırmanın tutarlılığı açısından karşılaştırmalı bir çalışmanın kaçınılmaz olduğu artık gün gibi ortadaydı. Biz de Instagram’ı açtık ve takip ettiğimiz yabancı arkadaşlarımızın her üç fotosundan birinin konusunun uçak veya otomobil olduğunu gözlemledik.
Bu son derece bilimsel araştırmanın sonuçları netleşmişti: Tüm dünya nüfusu gitmek istiyor!
Elbette, üzerinde yaşadığımız dünyayı giderek yaşanılamaz kıldığımız ve bununla bağlantılı olarak temel hak ve özgürlükleri artarak ilk vazgeçilecek safra konumuna aldığımız için bu sonuçlar bizi fazla şaşırtmadı. Bu noktada Yeşil Gazete ekibinin yarısı moral bozukluğuyla “AVM’lerde yolunu kaybedesiceler, çıkışı bulamayasınız inşallah!” şeklinde okkalı bir beddua (bkz. yeşil beddua önerileri) savurdu ve “Biz gidiyoruz lanet olsun!” diyerek ayrıldı. Ses etmedik, kalan sağlar bizimdir diyerek konumuza odaklandık.
Madem tüm gezegenin gidesi var, ilk iş Icarus Interstellar’ı aradık[1]. Icarus Interstellar, yıldızlararası uzay yolculuğunu mümkün kılmak için çalışan uluslararası bir sivil toplum kuruluşu. En büyük ve en önemli projelerinden birisi ise 2011 yılında başlayan ve yıldızlararası insanlı seyahat olasılıklarını inceleyen Project Hyperion.
Bu proje kapsamında 30 Aralık 2013 tarihinde sunulan yeni bir makale dikkatimizi çekti. Makaleyi çok kısaca özetlersek bulgular şu şekilde: Üzerinde yaşanabilir başka bir gezegene (hadi diyelim öyle bir gezegen bulundu) gitmek için yaklaşık beş jenerasyona (150 sene civarı) dağılan bir uzay yolculuğu yapmak gerekebilir. Böyle bir yolculuk esnasında, bireyler arasındaki farklar ve benzerlikler üzerine odaklanan popülasyon genetiğinin başlıca konularının (mutasyon, gen akışı, transfer, vb.) gündeme gelmesi muhtemeldir. Popülasyon genetiği teorisi ve bilgisayar modellerine dayanan tahminler ise yaklaşık 150 senelik bir yolculuğu kaldırabilecek nüfusun 14000 ila 44000 arasında seyrettiğini ortaya koyuyor. Makalenin yazarı Cameron Smith, 23400’ü üreme yaşına gelmiş erkek ve dişi birey, gerisi ise üreme yaşı öncesi ve sonrası bireyler olmak üzere toplam 40000 kişilik bir popülasyonun bahse konu yolculuğun fiziksel ve psikolojik yükünü kaldırarak yeni gezegene varabileceğini savunuyor.
Bu noktada hesaplar, grafikler ve formüller arasında tümden kaybolmuştuk. Ekibimizden birisi “Ya, bizim Devin genetikçi değil miydi? Ona sorsaydık ya?” önerisini getirdi. Etrafımıza bakındık ama Devin’in az once bela okuyarak giden ekipte olduğunu fark ettik. Gözlerimizin arkası, sadece matematik formüleriyle uğraşmak zorunda kalmış sosyal bilimcilerin anlayabileceği şekilde, ivil ivil ağrıyordu. Bir arkadaşımızın “Abi bu adamlar ‘en az üç çocuk’ meselesini dikkate almamış ama” şeklindeki çıkışı bardağı taşıran son damla oldu.
Saat 22’ye geliyordu. Yeşil Gazete Plaza’nın altındaki Tekel bayii’nin kapanma saatini geçirmeden az leblebi ve bira kapalım dedik. Aşağıya indiğimizde bir de ne görelim? Az önce aramızdan ayrılan belacı grup Tekel bayii abiyle, bira ve leblebi eşliğinde ‘buralarda artık yaşanmaz’ muhabbeti yapıyordu. Biz de onlara katıldık. Bazılarımız leblebi yerine soyalı fıstık tercih edince, onları gözlerimizle pasif agresif ayıplamaya maruz bıraktık. O soyada kesin anti-ekolojik bir şey vardır. En son bu konuyu Güneşin’e sormayı kararlaştırmıştık ki bayii saati gösterdi. Gitmemiz gerekiyordu.