Yeşeriyorum

Gelin Bir Kez de Kafamızın İçindeki Yargıçları Yargılayalım

0

Camus’nün “Düşüş” adlı eseri, “suç” ve “yargı” üzerine çok ince yaklaşımlar bulunan kanımca naçizane bir kitaptır;

Kitabın kahramanı Jean Baptiste Clamence, zamanında Paris’te

yaşayan, herkesçe takdir gören çok başarılı bir avukattır. Bir intihar olayına şahit oluşu sırasında bir şey yapmaması dolayısıyla kendi kendisini sorguladığı bir sürece girer. Ve işte bizler de bu süreçte onun “yargı” ve “suç”a olan bakışındaki değişen düşünceleri takip etmeye başlarız:

 

Clamence, hiçbir şeye sahip olmayan insanların kendilerini değerli kılmak için suç işlediklerini; bu sayede unutulan benliklerinden bahsettirerek kısa süreli bir doyum yaşadıklarını söyler. “Tanınmak için, alt tarafı bir kapıcıyı öldürmek yeter.”

Pezevenkler ile hırsızlar, her zaman, her yerde ceza görecek olsalardı, bütün namuslu kişiler kendilerini suçsuz sanırlardı (…)” sözünü ilerideki bir konuşmada açıklar, hiçbirimiz suçsuz değilizdir çünkü; “Her insan geri kalan bütün insanların suçuna tanıklık eder”.

Bu durumda yargılamaktan kaçınmalıyızdır ( epoke ). Oysa ki, insanlar sürekli birbirlerini yargılayarak bir etkileşim içerisindedirler. İnsan, kendi hatalarını kapatmak için karşısındakini suçlar, o da aynı şekilde onu.. Bu şekilde paradoks halinde bir iletişime geçeriz ( saçma ). Çünkü herkes aynı ölçüde kendi suçsuzluğuna inanır ve kusurlarının gelip geçici sayılmasını ister. Bunun temel dayanağı ise hepimizin içindeki “güçlü” olmak isteğidir ve yargı bunu engeller.

Yargılamadan kurtulmamızı engelleyen en büyük şey de, en başta, kendi kendimizi suçlamaya can atmamız değil mi? İlkin suçlamayı, istisnasız, herkese bulaştırmakla başlamalıyız ki, ağırlığından biraz olsun kurtulabilelim.”

Cleamence, insanlar için en kötüsünün de yasasız yargılanmak olduğunu söyler: “Bir yasaya uyan kimse, inandığı bir düzende o yasanın yerini tutan yargıdan korkmaz” der. Acı çekmemizin sebebi de budur. Azgınca davranan yargıçlar karşısında elimizi çabuk tutmak için yarıştığımızı, peygamberlerin, üfürükçülerin yeryüzünde iyi bir yasa bulmak için yarıştıklarını söyler. Ve “son da, başlangıçta bende; yasayı bildiriyorum! Kısacası, cezalı yargıcım” diyerek kendisini tanımlar.

Madem ki hepimiz suçluyuz öncelikli olarak kendimizi yargılamalıyız ki başkalarını yargılamaya hak kazanalım. Ve hepimiz bir gün ceza alacağımıza göre önce cezalı olmalıyım ki; sonunda yargıç olabileyim” der.

SİZ BU AÇIKLAMALARDAN HENÜZ PEK ETKİLENMEDİNİZ Mİ?

Herhangi bir gündüz programını açıp bir bakalım, neler göreceksiniz? Herkes tahtında bir “yargıç” herkes birilerine puan veriyor, herkes karşısındakini bir ithamla yargılıyor. Bir tartışma grubunda olduğunuz anı gözleriniz önüne getirin, kim kimi dinliyor? Yapılan çoğu kez ne söylenmek istendiğini anlayamadan birbirimize sopa göstermek değil de ne? Bu da mı pek can yakmadı, bir öğlen yürüyüşe çıktınız diyelim ki, kaç tane düşünce geçti, önünüzde ilerleyen bir insan hakkında, kaç kez etiketlediniz onu?

Evet, hayat ikiyüzlü ve saçma’ dır ama buna ilk olarak “yargı”yı kaldırarak karşı gelebiliriz.

Sevgiler..

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.