“Evlenme teklifini kabul etseydi cinayet işlenmeyebilirdi”. Gözümüz aydın, kadınları öldürmek ve neredeyse suçlu sayılmamak için bir neden daha üretildi, hem de adaletin merkezinde!
Hepsinde değil, ama bazı kadın cinayetlerinde karar verici erkekler kükrüyor: “Bu nasıl hakim, kadını 12 yerinden bıçaklayan adam serbest bırakılır mı?!!” “Bunlar en ağır cezaya çarptırılmalı”… Adı üstünde karar verici ve bir sözüyle, üstelik adaleti etkilememesi gerekirken, gazeteciler, öğrenciler hapse atılıp aylarca, yıllarca hakim karşısına bile çıkamıyor. Demek kükremeden kükremeye fark var ki, 14 erkek Yargıtay üyesi, hiçbir cezai yasada yer almayan “…evlilik teklifini reddetmeseydi öldürmeyecekti”, “…reddedilince anlık bir bir hiddetle öldürdü…”, …bıçağı yanına tedbiren almış” .. gibi abuk sabuk gerekçeler üretebiliyorlar. Herhalde kararı verirken yasalar ve adaletin ve hatta vicdanın gereğini değil, testosteronlarının gereğini yapıyorlar. Toplumsal cinsiyet duyarlılığından söz etmiyorum bile…
Üstelik aynı gerekçeyle daha önce onlarca kadın öldürüldüğü halde.
Merak ediyorum, acaba bu 14 üyenin hiç kız çocuğu var mı, kızlarının bir gün tutku derecesinde aşırı sevgiden zarar görebileceğini hiç düşündüler mi?!
Nasıl kadın olunacağını da en iyi erkeklere biliyor
Geçtiğimiz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca‘nın yayımladığı mesaj hala Yargıtay’ın resmi sayfasında gururla yer alıyor:
“Hayatımızın her anını daha anlamlı kılarak güzelleştiren, ailenin ve toplumun temel taşı, şefkatin, fedakârlığın, sabrın ve özverinin sembolü olan kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü en içten dileklerimle kutlar, ülkemizdeki ve dünyadaki tüm kadınlara sağlık ve mutluluk dolu bir gelecek dilerim.”
Özveride bulunacaksın ey kadın, niye evlilik teklifini reddettin!
Sabredeceksin ey kadın, kocan o, döver de sever de!
Fedakar olacaksın ey kadın, çocukların için boşanmayacaksın…
Yargıtay Başkanı mesajını tabii ki böyle demek için yazmadı. Sorun tam da burada: Kadınlara nasıl olmaları gerektiği, bir kez daha dikte ediliyor. ‘Sabır, özveri, şefkat’, kadınlar için aslında yüceltici değil çok tehlikeli kelimeler. Bu kelimeler kadınların, kız çocuklarının bilinç altına-üstüne bir kez çakıldı mı çıkmıyor.
‘Allah benim sabrımı sınıyor’
Bu cümle de benim aklıma çakıldı, çıkmıyor..
“Sesimi Duy” adlı belgeselimin Batman’da yaptığım bir röportajdan…Annesini gözleri önünde yıllarca döven, başını ayaklarıyla ezen babasının şiddetine karşı annesine neden katlandığını, neden boşanmadığını sorduğunda kızına böyle demişti: ”Allah benim sabrımı sınıyor” .Ve o kız annesinin kendisi için “fedakarlık” yaptığını düşünüp, “ben olmazsam belki annem buna katlanmaz” diyerek üç kez intihar etmeye çalışmıştı.
Anadolu‘da kız çocuklarına, önce babalarına sonra da kocalarına itaat öğretilir. İtaat kelimesi aslında içinde sabrı ve fedakarlığı da barındırır. Duvağıyla çıktığı eve kefenle dönebilir ancak.
Evlendikleri ilk gecelerinde, kocasının bir tavuğun iki bacağını ayırıp öldürdükten sonra, ona itaat etmediğinde başına gelecekleri böyle anlatması, bazı yörelerimizde neredeyse gelenek haline gelmişti. İkide bir gözümüze sokulan “geleneklerimiz” böyle o kadar çok örnekle dolu ki! “Geleneklerin kelebeği” kanat çırptığında ise kadınlar ölüyor. Kelebek etkisi(*) en çok da gelenekselleştirilen uygulamaların, nalıncı keseri gibi erkek egemen düzene hizmet etmesine neden oluyor.
Özveri değil, özgüven
Kadınlar, kız çocukları özverinin değil, özgüvenin sembolü olmalı. Kadınlar çiçek, böcek ya da dünyayı güzelleştiren varlıklar değil, her biri birer birey, yurttaş, vatandaş; tıpkı erkekler gibi. Kadınlara doğurganlıkları üzerinden bir çift laf edecekseniz o da; “Kadınlar bir gün doğurmayacağız derlerse, millet de olmaz, devlet de olmaz” olmamalı.
Her gün en az bir kadının erkekler tarafından öldürüldüğü Türkiye’de , yargının, adaletin en üst noktasındaki bir kişinin kadınlar günü için yazacağı mesaj şöyle olmalıydı:
“Milletin ve devletin varlığının teminatı olan, toplumun yarısını oluşturan kadınların erkeklerle eşit haklara doğuştan sahip bireyler olduğunun bilincinde olarak, yaşama haklarını ellerinden almaya çalışan erkekler karşısında, bir adalet temsilcisi olarak nedensiz ve amasız, sonuna kadar yasaların bana verdiği yetkiyle mücadele edeceğime 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde söz veriyorum. ”
Seçimlere bir kala , henüz duymadığımız, siyasi partilerden beklenen cümle ise “Bizim iktidarımızda hiçbir kadın erkek şiddetinden ölmeyecek” olmalı. Henüz ses yok, sadece benzin, motorin, dolar, ayçiçek yağı, kuyruklar….
Yaşam hakkı her şeyden önde gelir. Bunu görmeniz için kadınların ölüm kuyruğuna girmeleri mi gerekiyor?
(*) Kelebek Etkisi: Bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır.
Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlarda’ ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.” (Hannah Arendt)