Dünyayı yönetenler, Hamburg cehennemine hoşgeldiniz! – Armağan Kargılı

Bu yazı artigercek.com/ dan alınmıştır

G20 Liderler zirvesine bu yıl, 7 Temmuz cuma ve 8 Temmuz cumartesi günleri Almanya’nın en büyük liman kenti Hamburg ev sahipliği yapıyor. Hamburg, dünya isyan tarhinde önemli bir yere sahip. Daha şimdiden 2017 G20 zirvesi de protestolarıyla bu tarihteki yerini alacak gibi görünüyor. Dünya, artık gelir adaletsizliğine ve yönetenlerin yönetilenler üzerindeki diktasına daha fazla göz yumacak gibi görünmüyor.

G20 nedir?

Önce biraz G20’yi tanıyalım. G20’yi, dünya ekonomisinin yüzde 80’ini, dünya nüfusunun yüzde 65’ini elinde bulunduran dünyanın en büyük 20 ekonomisine sahip ülkesi oluşturuyor. Önceleri bu ülkelerin maliye bakanları ve merkez bankası başkanları ile ekonomi kurmayları biraraya geliyordu. 2008’de başta Batılı ülkeler ve gelişmiş ekonomileri etkileyen büyük ekonomik krizin ardından liderlerin biraraya gelmesinin sorunların çözümüne katkıda bulunacağı düşünüldü. Böylelikle de G20 toplantılarına, liderler zirvesi de eklendi. G20, ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, Brezilya , Çin Halk Cumhuriyeti, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan ve Türkiye’den oluşmaktadır. Bu ülkelerin yanı sıra, AB Dönem Başkanlığı, IMF Direktörü, Dünya Bankası Başkanı, IMF Uluslararası Para ve Finans Komitesi ve Dünya Bankası Kalkınma Komitesi Başkanları da G-20 toplantılarına katılmaktadır. İspanya ve Singapur G20’nin düzenli misafiri sayılıyor. Norveç ve İran gibi G20 ülkeleri standartlarının üzerinde milli gelire sahip olmalarına karşın grubun üyesi olmayan ülkeler de var.

Aslında G20 bir örgütten çok, bir forum niteliğinde. G20’nin bir yönetim merkezi ya da bir sekreteryası bulunmuyor. Her yıl değişen dönem başkanı ülke, gündemi ve toplantının daimi üyeler dışındaki katılımcılarını belirliyor. Evsahibi Almanya, 2017 zirvesine; Afrika Birliği Dönem Başkanı ve Gine Devlet Başkanı Alpha Conde, Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Norveç Başbakanı Erna Solberg, Afrika’nın Kalkınması İçin Yeni Ortaklık Dönem Başkanı ve Senegal Cumhurbaşkanı Macky Sall ile Asya Pasifik İşbirliği Örgütü Dönem Başkanı ve Vietnam Başbakanı Nguyen Xuan Phuc’u davet etti.

G20 ülkeleri her ne kadar dünya ekonomisinin yüzde 80’inden fazlasını ellerinde bulundursalar da bugün ülkelerinde başta yolsuzluk ve gelir dağılımında adaletsizlik olmak üzere bir çok sorunla boğuşuyorlar.

Bataklığın çöküşü

Önce, G20 zirvesinde bir kez daha ortaya çıkacak sorunlara göz atmakta fayda var. Liderler Zirvesinden önce, Mart ayında Almanya’nın Baden Baden kentinde toplanan G20 bakanlar zirvesi ve geçtiğimiz ay İtalya’nın Sicilya adasındaki Taormina kentinde toplanan G7 liderler zirvesi çözümsüzlükle sonuçlandı. Aslında neoliberalizmin çöküş sıkıntıları diye tanımlanan bu çözümsüzlüğün başında Amerika ve Avrupa arasındaki çelişkiler geliyor. Tartışmaların odağında NATO var. ABD Başkanı Donald Trump, Amerika’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra NATO’da üstlendiği Avrupa’yı koruma rolünü daha fazla sürdürmek istemediğini her fırsatta dile getiriyor. İşte son günlerde en çok konuşulan Trump’ın 5. Maddeye bağlılığını ifade etmekten kaçınması da buradan kaynaklanıyor. Çünkü, 5. Madde, üye devletleri, saldırıya uğradıklarında diğerlerine yardım etmekle yükümlü kılıyor. Trump ise Avrupalıların NATO’ya söz verdikleri Gayri Safi Milli Hasılalarının yüzde 2’sini savunma bütçelerine ayırmaları taahhütlerini yerine getirmezlerse bu rolü sürdürmek istemiyor.

Bir diğer tartışma da Trump’ın açıkladığı, ABD’nin Paris İklim Konferansı’ndan çekilme kararı. Trump, ABD’deki ekonomik büyümeyi kısıtladığı gerekçesiyle İklim Anlaşması’na karşı çıkıyor ve dünyayı en çok kirletenlerden birisi olarak bunun faturasını ödemeye razı olmuyor.

Bir de serbest pazar konusu var. ABD başta otomotiv ve çelik endüstrisi olmak üzere Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin kendi pazarına hakimiyetinden son derece rahatsız. Trump, ulusal pazarların korunmasından açıkça sözedemiyor, neoliberalizmin temel ilkesi denilen korumacılığa da alenen direnemiyor. Bir ihracat ülkesi olan ABD’nin bundan en çok etkilenecek ülke olduğunu da biliyor. Ama “Önce Amerika” sloganından da geri adım atmıyor. Örneğin G7 toplantısının sonuç bildirgesinden, “korumacılığa direnme” maddesinin çıkarılmasını sağladı.

G20’nin evsahibi Almanya Şansölyesi Angela Merkel, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada aslında bu sorunu şu sözlerle özetledi:

“Başkalarına tamamen güvenebileceğimiz zamanlar, bir dereceye kadar sona erdi. Biz Avrupalılar yazgımızı kendi ellerimize almalıyız.”

Bu sözler aslında, Avrupa ve Kuzey Amerika’yı içine alan Batlılık kavramının da çöküşü anlamına geliyor.

İşte bu kırılmanın G20 zirvesinde daha da net ortaya çıkması bekleniyor.

Neo-Liberalizmin sonu mu?

Sorunlar sadece Avrupa-ABD ilişkileri ile sınırlı değil, çok daha derinde. Aslında dünya, neoliberal ekonominin çöküşünü özellikle de 2008 krizinin ardından daha yüksek sesle konuşmaya başladı. Bu krizin aşılıp aşılmadığı, aşıldıysa nasıl aşıldığı genellikle gündeme getirilmiyor. Ancak o günden bu yana bilinen bir gerçek, dünyanın hızla silahlandırıldığı ve başta iç savaşlar olmak üzere dünya üzerindeki savaşların arttığı. SIPRI raporlarına göre silahlanma harcamaları, 2011’den başlayarak yeniden artış trendine girdi. 2008’den bu yana da, 300 milyar dolardan fazla arttı. Tek başına bir kalemde Suudi Arabistan ile ABD arasında 110 milyar dolarlık silah anlaşması gözönüne alındığında bu rakamın 2017 yılında çok daha artacağını söylemek zor değil. Silahlanma harcamalarının artması neden neoliberalizmin sonunu getirsin diye soranlara da bazı ekonomistlerin yanıtı şu: Birincisi, savaş sürdürülebilir bir politika değil, yani ancak bazı ekonomilere dönemsel bir rahatlama sağlayabilir. İkincisi de yarattığı göç, neoliberalizmin serbest dolaşım üzerine kurulu sistemini yerle bir ediyor. Ülkeler birbiri ardına sınırlarını yeniden hem de bu kez duvarlar örerek inşa ediyorlar. Para ve meta ile birlikte insanların da serbest dolaşımını ilke edinen örneğin Avrupa Birliği, bir süredir çöküş sinyalleri veriyor. Ulus devlet çıkarlarının üzerinde bir birlik olmayı hedefleyen Avrupa Birliği’nin ne yazık ki bu hedefine varamadığı birçok ekonomist ve toplumbilimci tarafından ortaya konuyor. Birlik içerisinde olmasına rağmen ulusal çıkarlarından neredeyse bir adım bile geri adım atmayan ne Euro ne de Schengen anlaşmasını kabul etmeyen Britanya sonunda birliği terk etmeye karar verdi. Ama ne bu terkedişin nasıl olacağı ne de birliğin geleceği konusunda kimse bir şey söyleyemiyor.

Kemer sıkma politikaları yandı bitti kül oldu

Bütün bunların yanısıra krizin faturasını yoksullara çıkaran ve öncülüğünü Angela Merkel’in yürüttüğü kemer sıkma politikalarının iflası konusu da var. Bu politikalar sayesinde dünyanın en zenginleri giderek daha da zenginleşti. Geçtiğimiz yılın verileri, dünyanın en zengin 8 kişisinin servetinin, dünyanın yoksul yarısından daha fazla olduğunu ortaya koydu. Bu politikalar, önce Yunanistan’da sonra da İspanya’da çöktü. Kemer sıkma politikalarını bu ülkelere dayatan Merkel, bu yolla kendisine bağımlı iki ülke yaratmış oldu. Britanya’da da önce David Cameron ardından da Theresa May hükümetleri tarafından acımasızca uygulanan bu politikalar, Londra’nın en zengin semtindeki belediye gökdeleni Grenfell’le yandı, bitti, kül oldu. Bu politikaları yerden yere vuran İşçi Partisi’nin sosyalist Lideri Jeremy Corbyn oldu. İktidarda olmasa da kamuoyu yoklamaları, şu anda onu İngiliz politikasının en güvenilir başbakan adayı olarak öne çıkartıyor.

Ve neoliberalizmin çöküşünün en temel göstergesi olarak da son dönemlerde artan milliyetçilik gösteriliyor. Bu dalga, Avrupa’daki merkez sol ve merkez sağ kalelerinin birer birer yıkılmasına yol açtı. Bunun İspanya’dan sonraki örneği de Fransa oldu.

G20 liderler zirvesinde muhtemelen neoliberalizmin çöküşü konuşulmayacak. Bu çöküşü bir çok kişi görmesine rağmen yerine neyin konulacağını bilmiyor. Çünkü elektronik devrimin ve güneş enerjisi kullanımının nasıl bir sonuç yaratacağı henüz bir bilinmez. Bunları konuşmak yerine teknik çalışma gruplarınca hazırlanacak bir iyi niyet sonuç bildirgesi büyük olasılıkla kamuoyuna açıklanacak. Kamuoyu da zirveden çok, hangi lider kiminle görüştü meselesini konuşacak.

Zirvenin liderlerinin hepsi birbirinden sorunlu. İktidarlarını nasıl sürdüreceklerinin hesabı içindeler. Merkel, seçime hazırlanıyor, o nedenle zirvenin protestocularına bile sempatik olmak zorunda. Demir Leydi, eylül seçimi öncesinde en demokratik maskesini takarak zirvenin “çok sesliliğin ve protestoların şehri Hamburg”da yapılmasına izin verdi.

Trump, ülkesinde son derece ciddi seçim yolsuzluğu soruşturmalarıyla yüzyüze. ABD, Trump’ın seçim kampanyasına Rusya’nın verdiği destek tartışmasıyla çalkalanıyor.

İsyan ayakta

Yıllardır Putin’in yönettiği Rusya, başta Avrupa olmak üzere çeşitli ülkelere el atından müdahaleleriyle neoliberalizmin çöküşünü hızlandıran ülke olarak görülüyor. Eski istihbaratçı Putin, “diktatör” diye anılan liderlerin başında geliyor.

Arjantin, Brezilya , Meksika, Güney Afrika ve hatta Japonya gibi ülkelerin liderlerinin her biri yolsuzlukla suçlanıyor. Gelir adaletsizliği bu ülkelerle birlikte  tüm G20 ülkelerinin ortak sorunu. Türkiye, muhalifler için dünyanın en büyük açık hava hapishanesi. Çin Halk Cumhuriyeti, Suudi Arabistan gibi ülkelerde insan haklarından söz etmek bile neredeyse imkansız. Durum böyle olunca zirve kadar, zirveyi protesto edenler de öne çıkıyor. 2017 G20 Liderler Zirvesi’nin protestocularına Kürtler, anarşistler, anti kapitalistler ve çok sayıda sol gruplar, yeşiller,  kadınlar, LGBTİ’ler öncülük ediyorlar. Rojava modelinin de tartışılacağı alternatif zirveler var. Anarşistler, “Welcome to hell- Cehenneme Hoşgeldiniz” sloganıyla aslında dünyayı cehenneme çevirenleri karşılıyorlar. Bu liderlere dünyayı dar etmeye kararlılar. Ezilenler, azınlıklar, muhalifler, kısacası yönetilenler, dünyayı yöneten bir avuç diktatöre ve diktatör olma heveslisine karşı isyan bayrağını yükseltiyor.

Bu yazı artigercek.com/ dan alınmıştır

 

Armağan Kargılı

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR