Gezi Parkı protestolarında 16 Haziran’da gözaltına alınıp aynı gün serbest bırakılan Yeşil Gazete editörlerinden Dr. Savaş Çömlek, parktaki revirlerde ve gözaltı sırasında olup bitenleri konuştuk.
Gezi Parkı protestolarına nasıl dahil oldun?
Daha iyi bir şehirde yaşamak istiyorum. Son yıllarda İstanbul şehri yani evimiz her şeyi para olarak gören bir anlayış tarafından talan ediliyor. Kentsel dönüşüm adı altında şehir betonlaştırılıyor, 3. Köprü yapacağız deyip son ormanlarımızı ranta kurban ediyorlar. Tüm tepkileri görmezden gelip Emek Sineması’nı AVM ye çevirip şehrin tarihi ve kültürel dokusunu yok etmekten çekinmiyorlar. Yıkımlar ve birbiri ardına gelen felaketlere tahammül edemez oldum. Halkın haklı taleplerini görmezden gelen ceberut devlet ve organlarına karşı tüm İstanbullular gibi benim de öfkem birikti.
Ne zaman Gezi Parkı protestolarına katıldın, neler yaşadın?
Benim bildiğim kadarıyla Taksim Platformu çeşitli etkinliklerle yaklaşık 1 yıldır sesini duyurmaya çalışıyordu. Ben de bir İstanbullu olarak her cumartesi Gezi Park’ını korumak için yapılan şenliklere katılarak sürece dâhil oldum. En temel haklardan biri olan ‘’protesto, gösteri hakkını kullanan’’ üstelikte en masumane taleplerle Gezi Parkı’nı korumak için çadır kuran insanların benzersiz bir şiddetle Gezi Parkı’ndan atılmalarına kadar olup biten her şey İstanbul’da yıllardır sürdürülen benzer protestolardan farksızdı.
Şiddetin olduğu her yerde kuşkusuz yaralanan zarar gören insanlar olur. Ben de Hipokrat yemini ile mesleğe bağlı bir hekim olarak ihtiyacı olan insanlara yardımcı olmak arzusuyla protestolara katıldım. Devlet tarafından uygulanan polis şiddetinin boyutları Gezi Protestoları sırasında bazı günler o kadar arttı ki, Gezi Parkı’nın içinde ve yakınlarında gönüllü sağlıkçıların çalıştığı revirler kurmak zorunda kaldık.
Revirlerde nasıl çalıştınız, ne tür sağlık problemleriyle karşılaştınız?
Başlangıçta atılan gaza bağlı solunum sıkıntıları, yanıklar özellikle gözlerde ortaya çıkan reaksiyonlarla karşılaşıyorduk ve aslına bakarsanız başlangıçta benim revirlerle çok fazla irtibatım yoktu. Gezi parkı ve Taksim meydanında, şiddetin asıl sebebi olan polisler terk ettikten sonra doktora da revire de neredeyse hiç ihtiyaç yoktu. Gezi Bostanında, müzik atölyelerinde olmayı tercih etmiştim. Gezi’de bir komün kurulmuştu. Paranın geçmediği, doğanın haklarını tanıyan, dayanışmaya ve paylaşmaya dayalı alternatif bir yaşam ütopyasını inşa ediyorduk. Zaten yeterince hekim ve sağlık personeli Gezi nöbetçilerine destek olmak için canla başla çalışıyordu. Ama şiddetin zirveye çıktığı 11 Haziran gecesi yaşananları kelimelerle anlatmak mümkün değil. Gerçeküstü bir atmosferde bir kara ütopya filmi gibi ya da sanki Stalingrad direnişi ilgili filmlerde siperlerde ölümü bekleyen askerler gibiydik.
Meydanda toplanan on binlerce insana gazla müdahale edilmesinin ardından onlarca ağır yaralı revirlere getirildi. Gaz kapsülleri ya da fişekleri direk insanlara hedef alınarak ateşleniyordu. Kafaları yaralanan, omuzları kırılan, ayak bilekleri, kolları kırılan insanlar o kadar çoktu ki bulabildiğim doktor gömleğini giyip tüm gece meslektaşlarımla beraber çalıştık. 11 Haziran gecesi yaşadıklarımızı tarihe not düşülsün diye anlatıyorum. Devlet şiddeti nedir? Polis ne işe yarar? Savaş nasıl bi şeydir? Orda bulunan herkes anladı ve gördü. Revirlerin içine gaz bombaları atıldı. Ambulanslara direk hedef gözetilerek gaz fişekleriyle saldırıp camlarını kıran polisler vardı. Bulunduğumuz yerin revir olduğunu, orada hasta insanlar olduğunu bilmiyor olamazlardı. Çünkü her yere yazmıştık üstelik de helikopterleri ve sivil polisleri aracılığıyla her şeyin yerini hem kaydedip hem de not ediyorlardı.
Sağlık Bakanlığı’nın, Gezi Parkı’ndaki revirde çalışanlara ne tür bir yaptırımı oldu?
Sağlık Bakanlığı’nın Gezi’de gönüllü çalışan hekimlerle ilgili soruşturma başlattığını öğrendik. Sağlık hizmetine ihtiyacı olan insanlara kim olursa olsun, acil durumlarda Kızılay’ın ve tabii ki Sağlık Bakanlığı’nın yardım götürmesi gerekirken soruşturma açmasını anlamak mümkün değil. Tıp etiğine, binlerce yılda oluşan tıp ahlakına rağmen Sağlık Bakanlığı’nın bırakın sağlık hizmeti götürmeyi, gönüllü sağlık hizmetini engellemeye çalışması herhalde dünya tarihinde eşi benzeri görülmedik bir tutum olsa gerek.
Soruşturma yapılamadı, çünkü TTB (Türk Tabipleri Birliği), Sağlık Bakanlığı’nın konuya ilişkin talebini geri çevirdi. Önümüzdeki günlerde ne tür saçma yaptırımların uygulamaya konulacağını tabii ki bilmiyoruz.
Revirlerin kapatıldığını biliyoruz, nasıl ve ne zaman kapatıldı?
15 Haziran’daki katıksız devlet şiddeti kendini revirleri önce gazlayıp sonra da yaralıları gözaltına almaya çalışarak zirveye ulaştı. Ardından, revirler kapatıldı. Ama insanlar yaralanmaya, hatta ölmeye devam ediyordu. Bir hekimin bu şiddete karşı çıkmaması sağlık hizmeti ihtiyacı olanların yanında olmaması mümkün değildir. Dolayısıyla revirler kapatıldıktan sonra bulunduğumuz her yerde ihtiyacı olanlara yardım etmeye devam ettik.
Sizin gözaltına alınmanız nasıl gerçekleşti?
İşin aslı, İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildiğini bilmiyorduk.Geç anladık İstanbul da hukuksuz bir sıkıyönetim uygulanmakta olduğunu. Hem Gezi Parkı protestolarına destek olmak hem de profiterol yiyip Hazzopulo Pasajı’nda çay içip sohbet etmek için Beyoğlu’na gittik. Bulunduğumuz yere polis gaz kapsülleriyle saldırınca biz de maskelerimizi takıp çaylarımızı içmeye devam ettik. Bir süre sonra etraftan imdat çığlıkları yükseldi. Yaralananlar, gazdan etkilenip nefes alma güçlüğü çeken insanlar vardı. Önce onlara yardımcı olduk. Ardından da insanların gönüllü olarak çevredeki ev ve iş yerlerinde oluşturdukları küçük revirlerde yardıma ihtiyacı olanlara yardım etme umuduyla bulunduğumuz yerden ayrıldık. Tarlabaşı Karakolu yakınlarında boş bir yolda polislerle karşılaştık. Yoldan geçmemize izin vermediler. Gaz maskelerimizi de görünce, doktor olduğumu söylediğim halde üçü hemşire biri avukat olan 4 kadınla birlikte beni de gözaltına aldılar.
Gözaltına alınırken neler oldu? Şiddet gördünüz mü?
Beni iki kolumdan tutup sürüklemeye çalışan polislerin yüzlerinde görülen, seslerine yansıyan öfke akıl alacak gibi değildi. Maskelerini açtıklarında gördüğüm kadarıyla günlerdir gaza maruz kalmaktan gözleri kıpkırmızı kızarmış, ciltleri gaz nedeniyle yanmıştı. Doktor olduğumu duymaları hiç hoşlarına gitmedi. Hepsi küçük bir Tayyip gibi konuşuyordu. Doktor olsanız burada ne işiniz var, dediler.
“Bize faşist diyorsunuz, ben size faşistin ne olduğunu göstereceğim” deyip kollarımı kırmak ister gibi sıktılar. Sakin olmalarını söyledim, yere düşmem için defalarca çelme takmalarına rağmen direndim. Karakola yaklaşınca nedense kendine güvenleri daha da artmış olmalı ki, karakolun önünde toplanmış olan arkadaşlarının önünde kafamı park etmiş otobüse vurmaya çalıştılar. Ardından gene karakolun önündeki elektrik direğine kafamı çarpmaya çalıştılar. Son olarak da karakol duvarına yüzümü yapıştırmaya gayret ettiler. Ben isyan edip direnince biraz geri çekildiler. Karakol içindeki polislere teslim ettiler. Ne yaptıklarını sordum, çok Amerikan filmi seyrediyorsunuz herhalde bunu yapmaya hakkınız yok, dedim. Gaz maskeme ve gözlüğüme el koydular. Yarım yamalak aradılar. Sonra da karakol içindeki yemekhaneye beni götürdüler.
Karakolda polislerle konuştunuz mu, tavırları nasıldı?
Kendim için değil ama, benimle birlikte gözaltına alınan kadın arkadaşlarım için epeyce kaygılandım, hatta öfkelendim. Çünkü, karakolun kapısında toplanmış olan resmi-sivil polisler topluca ağıza alınmayacak cinsiyetçi küfürlerle kadınları taciz ettiler. Polis yemekhanesinde benimle ilgilenen polise amirleriyle görüşmek istediğimi söyledim. Elindeki copu sallaya sallaya amir benim, ne istiyorsan bana söyle, dedi. Niçin bize kötü davrandıklarını sordum, hekim olduğumu 20 yılımı bu ülkenin insanlarına hizmet etmekle geçirdiğimi anlattım. Tanışmak istediğimi söyledim. Amir olduğunu söyleyen polis, adını söyledi, soyadını söylemek istemedi. Onu şikayet etmemden korkuyormuş. Günlerdir uyumadıklarını, eve gitmediklerini, doğru dürüst yemek yiyemediklerini anlattı. Kendisinin de bildiği gibi, hükümetle göstericilerin iki kez anlaşmaya vardığını, her ikisinde de hükümetin bu anlaşmayı bozup haksız ve kabul edilemez bir şiddetle insanları tahrik ettiğini söylediğimde, polisler;
“Evet, ama, kem küm.” dediler.
Sonradan öğrendim ki, karakollarda kamera varmış, polislerin öyle kolay konuşması mümkün değilmiş. Onları bu kötü koşullarda çalıştıranın mevcut hükümet olduğunu bu olup biteni sorumlusunun göstericiler olmadığını söylediğimde, sessizce beni dinlediler. Yüzlerindeki ifadeden daha önce bu konuyu hiç düşünmediklerini hissettim.
Polisin bu durumda bu kadar kontrolsüz şiddet uygulamasının sebebi ne sizce?
Bence, polisin insan haklarına aykırı koşullarda çalıştırılması tesadüfen yapılmış bir uygulama değil. Hükümet ve bu tür toplumsal olayları yönetmek konusunda uzman kişiler polis teşkilatının hiçbir şeyi düşünemeyecek kadar yorgun, bitkin ve öfkeli olmasını istiyorlar. Böylece, öfkeleri artacak, barışçı yöntemlerle mücadele eden göstericilere bile akıl dışı bir şiddetle saldırabilecekler. Niyet bu değilse bile, sonuç tamamen bu şekilde… Polisler işverenlerinin hükümet olduğunu unutmuş gözüküyorlar, günlerdir onları insanlık dışı koşullarda çalıştıranın hükumet olduğunu duyunca bile kabul etmekte güçlük çekiyorlar. Karokoldan bırakıldıktan önce kadın arkadaşların bırakıldıklarını kontrol ettim ardından da karakola geri döndüm benimle konuşan polise tesekkur ettim.İktidara gelirsek tüm polislerin çalışma koşullarını düzelteceğimizi söyledim. Bu cümleyi duyunca çok şaşırdılar
Polislerle nasıl diyolog kuracağız, nasıl bir araya gelinecek?
Takip ettiğim kadarıyla polis amirleri polisleri göstericilerle konuşmasını yasaklamışlar. Oysa kurulan diyalogların şiddeti azalttığını bizzat kişisel gözlemlerimde tüm eylemler sırasında şahitlik ettim. Ancak, polis teşkilatının temel insan hakları ile özellikle de gösteri hürriyetiyle ilgili ciddi bir eğitim eksiklikleri olduğu anlaşılıyor. Gerçi, ülkemizin başbakanının da bu konuda cehalet içinde olduğunu düşünürsek, gencecik polislerden daha fazlasını beklemek mümkün olur mu bilmiyorum. Bana kalırsa, görüşülen her yerde polisle diyalog kurmakla özellikle de üniformaları ve silahları yokken fayda var. Polis teşkilatı mensupları profesyonel bir meslek sahibi olduklarını unutup şu ya da bu iktidar odağının militanı olarak eğitilip sokağa salınırsa toplumsal barışın sağlanması mümkün değil. Gerçek bir barış toplumunda polisin, polis üniformasının ve silahlarının toplum içinde görünür olması bile kabul edilebilir değildir.
15 gün boyunca Gezi’de ve Taksim’de polis yoktu, güvenlik nasıl sağlandı?
Taksim’in ve Gezi Parkı’nın polis kontrolünde olduğu zamanlarda çeşitli adi suçlarla birlikte her gün onlarca taciz vakası yaşanırdı. Polisin Taksim’de olmadığı 15 gün boyunca yüz binlerce insanı defalarca ağırlayan Taksim ve Gezi Parkı’nda bir tane bile adi suç ya da tacize rastlanmadı. Bu da göstermektedir ki güvenlik polisle sağlanmıyor. Ayrıca, bu süreçte zorunlu olarak yayalaştırılan Taksim bölgesinde yine yüz binlerce insan hiçbir trafik sıkıntısı çekmeden ulaştı. Demek ki trafik sorununun çözümü de Taksim’in yayalaştırılmasından geçiyor.
Peki, bu deneyimle ilgili sizin çıkarımınız nedir? Son söz olarak ne söyleyebilirsiniz?
Gezi Parkı deneyimi, birçok deneyimiyle nasıl bir toplum istiyoruz, nasıl bir şehirde yaşamak istiyoruz sorularını yanıtlayan muhteşem bir deneyim oldu. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.
Röportaj: Büşra Akman – Yeşil Gazete