Yazarlar

Charlie Hebdo katliamı ve “ama”lar – Sevil Turan

0

Dün insanlık tarihinin kara günlerine bir yenisi eklendi. Fransa’daki Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırıda 10’u gazeteci 2’si polis olmak üzere 12 kişi katledildi. Bu kara gün bize, hafızalardan silinmeyecek infaz görüntüsü ile birlikte heybelerimizde biriktirdiğimiz katliamları hatırlattı.

Toplumların hafızasındaki bu ve daha başka infaz görüntülerinin vücut bulacağı gelecek ise uluslararası toplumun huzuru, barış içinde bir arada yaşamı ve insanlık tarihinin biriktirdiği evrensel değerleri açısından endişe veriyor.

Bu endişeye dair en büyük pay, yaşatılan bu ‘şiddet’in ‘şiddet’le kınandığı, ‘ama’lar ve ‘ancak’ların izlediği cümlelerin satır aralarında gizlinen imalara ait. Amasız, imasız cümleler kuramamak geçmişle ve katliamlara sebep olan/olacak politik tercih ve yanlışlarla yüzleşemeyen aklın ve vicdanın ibresinin şaşmasından olsa gerek.

Bu nedenledir ki katliama sadece katliam diyemiyoruz, acıyı yürekten paylaşamadığımızdan şiddeti kınamalarımız ‘şiddetle’ kınanan ‘şiddet’li kelimelerden ibaret kalıyor. Olaylara ortak vicdanda kabul gören adını koyamayıp hep bir tarafında kalıyoruz, kimliklerimiz üzerinden ilişkiyi kuruyoruz ve kendi tarafımızdan değerlendiriyoruz. Çünkü katliamın sorumluları cezalandırılmıyor, eylem kabul edilip fiiliyatta kınanmıyor, mağduriyetler tanınmıyor. Bu yüzleşememe hali, yapılan eylemin meşruiyetini korumasına ve her yeni yaşanan katliama hak verecek ‘ama’lı cümlelerin normalleştirmeye yardımcı oluyor, gelecek nesillerin omuzuna geçmişin yükünü yüklüyor ve gelecek tasavvurunu şekillendiriyor. Üstelik en önemlisi de cezalandırılmayan ve yüzleşilemeyen katliamlar, hala meşruiyetini de koruduğundan bir başkasına sebep oluyor ve bütün toplumun üstlenmediği bu suç, o katliamın mağdurlarının mağduriyetlerini ve travmalarını devam ettiriyor.

Tıpkı Sivas katliamında olduğu gibi failler belli değil, cezalandırılmış değil ve dolayısıyla ‘resmi’ olarak katliam değil. Ortak toplumsal vicdanda resmi olarak adı konulmamış bu eylem ise ‘ama’lı cümlelerle, karşılaştırmalı şiddet eylemleri ve haksızlıklar ve başka katliamlarla tartışılıyor.

Charlie Hebdo  saldırısına geri dönersek, bu katliamda da unuttuğumuz ve yüzleşemediğimiz sorun alanları var.

Bunların başını, evrensel insan hakları ve ifade özgürlüğüne yapılan saldırının es geçilmesi çekiyor.

Charlie Hebdo, basın ve ifade özgürlüğüne karşı yapılan vahşi bir saldırıydı. Saldırıda katledilen 12 kişiden 10’u gazeteciydi ve Charlie Hebdo dergisi hedef alındı. Radikalleşen hareketlerin, kendi inanç ve kimliklerinin farklı tarz ve uslup ile eleştirilmesine karşı şiddetini haklı gösterecek herhangi bir söylem, şiddet tehlikesini zaman/mekan/konu/özneden bağımsız olarak var eder. Charlie Hebdo nefret söylemi üretmiyor ifade özgürlüğü hakkını kullanıyordu.  Avrupa Konseyi’nce kabul gören nefret söylemi tanımı ve şimdiye kadar hakaret gerekçesi ile dergiye açılan davaların ifade özgürlüğü temelinde reddedilmesi, bu değerlendirmenin kabulüne zemin sunmakta.  Bu nedenle olayı değerlendirirken, bağlamı kimlik üzerinden kurulacak aidiyet ilişkisi ile değil evrensel değerlerin çizdiği kriter üzerinden kurmak durumundayız.  Bir hükümet yetkilisinin “derginin yayınlarına biz de çok öfkelendik ama tepkimizi demokratik yollardan gösterdik” ifadesi, nefret söylemi içermeyen bir medya faaliyetine karşı yapılan saldırının sebebi olan öfkeyi haklı çıkarma tehlikesi taşıyor.

Basın ve ifade özgürlüğüne dair kurulacak her ‘ama’lı cümlenin, şiddeti meşrulaştırma ve kapımıza getirme tehlikesi taşıdığı unutulmamalıdır.

Diğer yandan olayı, insanlığa karşı işlenmiş bir saldırı ve basın ve ifade özgürlüğü bağlamından koparıp olayın sonuçlarını, nedenleri olarak ele alıp tartışmak da benzer tehlikeleri içeriyor.

Türkiye medyası ve başta hükümet yetkilileri olmak üzere siyaset dünyası, saldırının yaratacağı toplumsal travmada sadece islamofobi tehlikesi üzerine yoğunlaştı. Üstelik bir sonuç olacak durumu kendinden menkul analizlerle neden bağlamına oturtarak yaptılar bunu.

İkinci sorun; medyanın bu haberi verirken, katledilenlerin basın mensubu -yani kendi meslektaşları- olduğunu unutmasıydı. Gazeteciler, bir siyasi kavganın tarafı, bir sorunun müsebbibi kişiler olarak lanse edildi. Algı böyle olunca zaten yukarıda ifade ettiğim basın ve ifade özgürlüğü bağlamının hepten ve baştan yok sayılması normalleşiyor.

Bir çok medya kanalı bu durumu unuturken, saldırıya dair basın etiğine uymayacak görüntüleri yaratacağı toplumsal travmaları da unutarak açıktan verdi.

Üçüncü sorun alanı ise; saldırıda yoğunlaşılan islamofobi  kavramının, kabul görmüş evrensel  değerler sisteminden kopartılarak ayrı bir olgu olarak tartışılmasıdır. İslamofobi ya da islamofobiye dayalı ayrımcılık ve eşitsizlik, farklı etnik, dini, cinsel kimliklere karşı olan ayrımcılık ve ırkçılıktan daha farklı ve özel bir tehdit değildir.  İslamofobi ile mücadele, temel insan hakları, eşitlik ve özgürlük için yapılan mücadelelerin bir parçasıdır. Bu mücadelede evrensel değerleri ve eşitliği savunan herkes taraftır, öznedir, uluslarası toplumun sorumluluğu vardır. Ancak; katliamlar için ‘ama’ların arkasından mazeret cümleleri kuranların ‘sadece’ kimlikleri üzerinden kurdukları bağlar nedeniyle özne olma hakları yoktur. Bir kez daha, en önemlisi islamofobi her zaman neden değil sonuçtur da, üstelik müsebbibi bir ülke ya da toplumla sınırlı olmayan…

Son olarak da bir ülke ve coğrafya ile sınırlı olmayan bu katliamın nedenleri olduğu gibi ve sonuçları da olacaktır. Bu nedenler ve sonuçlara karşı olan sorumluluk tarihseldir, bu sorumluluk günümüz politikalarının uzantısıdır. Ortadoğu’da yaşanan savaş ortamı, yarattığı toplumsal çalkantılar bütün dünyayı etkiliyor. Kutuplaşmalar, şiddet, bir takım siyasi çıkarlarla beslenip büyütülen radikalleşme tehdidi ile karşı karşıyayız. O nedenle maalesef ‘ama’lı cümleler bir cevap değil mazeret bile olamıyor. Önemli olan ‘şiddet’le kınanan ‘şiddet’e dair uygulanacak politikaların nasıl şekilleneceği. Bu politikalar ile toplumsal barış ve huzur mu inşa edilecek, yoksa sonuçlar neden olarak lanse edilerek cehennem ateşine odun atılmaya devam mı edilecek?

Sevil Turan

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.