Çernobil dizisi, neden şimdi?

Dünya genelinde nükleer santrallerin tehlikelerine ilişkin kamusal farkındalık sağladığı düşünülen Çernobil Nükleer Felaketi’nin faturasının SSCB’ye kesilmeye çalışılması komunist rejime eleştiri, bir kara propaganda şeklinde algılansa da bu dizinin temel amacı “Çernobil”in nedenlerini yapıbozuma uğratmak suretiyle nükleer santralleri ve bugünkü nükleer endüstriyi aklamak olabilir.

Türkiye’de ve dünyada izlenme rekorları kıran Çernobil dizisini biraz topluma neyin nüfuz ettiğini anlamak biraz da bu filmin yapılma nedenlerini değerlendirmek ve tarafıma yöneltilen soruları cevaplayabilmek amacıyla izledim. Bu zaman zarfında film üzerine yürütülen tartışma ve değerlendirmelere bigane kalamadım. Açıkçası temel tartışmanın, bir nükleer felaketin başlamasıyla siyasi iktidarın nasıl önlemler aldığı, işçilerine nasıl muamele yaptığı, siyasi iktidarın hangi hususlara önem verdiğini gösterme becerisi olduğunu teslim etme iç görüsünden uzak Sovyet Rusya(SSCB)’nın siyasi sistem eleştirisine odaklanmış olması da izleme arzumu arttırdı. Belki de bu nedenle birazdan okuyacağınız filmin ve bazı eleştirilerin eleştirisi sayılabilecek bu yazı, meselenin bir başka boyutunu göstermeye çalışacak. Bununla birlikte filmin senaristi ve yapımcısı olan Craig Mazin‘in verdiği röportajlarda bu filmin nükleer karşıtı bir misyon taşımadığının altını çizmesi, tüm olan bitenden yanlış reaktör dizaynını ve Sovyet Rusya dönemiyle sınırladığı gizlilik politikasını sorumlu tutması bir de filmin yıllar önce izlediğim BBC’nin Çernobil belgeseline çok benzemesi bu yazının ortaya çıkış nedenlerinden.

Kuşkusuz Çernobil Nükleer Felaketi dünya kamuoyu nezdinde nükleer santrallerin riskleri üzerine farkındalık yaratması açısından önemli bir etkiye sahiptir. Meydana gelişini izleyen 10 yıl içinde Avrupa’da yaklaşık 8 milyon insanın kanser ve türevi hastalıkların mağduru haline gelmiş olması, üzerinden on yıllar geçse de bu sayının artması, radyoaktif olarak kirlenmiş bölgelerde tarım, ormancılık ve balıkçılık faaliyetlerinin sağlıklı bir şekilde yapılmasının yüzlerce yıl mümkün olmaması büyük bir kayıptır. Dahası, 2016 yılında yayımlanan bilimsel bir araştırmanın gelecek 50 yıl içinde Çernobil kaynaklı 40 bin yeni kanser vakasının olacağına dikkat çekmesi Çernobil’in daha on belki de yüzlerce yıl aramızda olacağını göstermektedir ki bu sayıya Türkiye’deki potansiyelin de dahil olması muhtemeldir . Dahil olabilir diyorum, zira Türkiye’de Çernobil sonrası artan kanser vakalarını ortaya çıkaracak bir araştırma devlet kurumları eliyle yapılmamıştır, hatta kanser hastalarının hangi bölgelerde yoğunlaştığı bile tespit edilememektedir. Çernobil’in sağlık etkisi üzerine Türkiye’de yapılmış tek araştırma olan Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin 2006 tarihli raporunda da kanser vakalarına yönelik tedavilerin vakaların oluştuğu bölgede değil başka bölgelerde yapılması nedeniyle kayıt altına alınmasındaki güçlüklerin altı çizilmektedir. Diğer taraftan Türkiye’de Çernobil ile ilgili gerçeklerin nasıl örtbas edildiği, radyasyonlu fındığın , çayın geçim güçlüğü içinde sürekli zamlarla enfalasyonla mücadele halkın tüketimine nasıl sokulduğu çokça yazılmış tartışılmıştır. İşte tam da bu noktada sizi Çernobil Nükleer Felaketine dair gerçeklerin sadece Ukrayna’da, Türkiye’de değil tüm dünyada neden ve nasıl örtbas edildiğini düşünmeye davet ediyorum. Zira meydana gelen kanser vakalarından radyasyonun atmosfere yayılmasının müsebbibi Sovyet Rusya bile olsa, yayılan radyasyondan halklarını korumayan bilakis onları radyasyona maruz bırakan siyasi iktidarlar da sorumludur.

Esasen nükleer santrallerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin örtbas edilmesine ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri(ABD) yönetiminin Hiroşima‘ya atom bombasını attıktan sonra kanser ve türevi hastalıklara maruz kalarak yaşayan insanların kayıtlarını saklamasında bilim insanları ve yetkili kurumlarla hatta hastaların kendileriyle dahi paylaşmamasında rastlamaktayız. ABD yönetiminin bu uygulaması 1959 yılında dünya çapında üst kurum olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı‘nın (UAEA) nükleere ilişkin sağlık kayıtlarının takibini yapmayı üstlenmek üzere yine devletler üstü bir kurum olan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile anlaşma yapmasıyla  resmiyet de kazanmıştır.

Nihayet Çernobil Nükleer Felaketi’nden 25 yıl sonra meydana gelen Fukuşima Nükleer Felaketi ile radyoaktivitenin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkilerinin nasıl örtbas edildiği bu kez Japonya‘da yaşananlarla görülmüştür. Bu iddiam bilhassa Fukuşima’dan tahliye edilen insanların yıllık radyasyon sınır dozu olması gerekenin 20 kat üstünde olan yerlerde sürekli yaşamaya davet edilmesine, buralarda evlerini yeniden kurmaları için geri dönmelerinin salık verilmesine hatta tazminatları kesildiği için buna zorlanmalarına dayanmaktadır.  Bununla birlikte on milyonlarca insanın Tokyo 2020 Olimpiyatları‘nı izlemek için davet edilmesi, top oyunlarının Fukuşima’da yapılacak olması, Fukuşima sonrası kanser vakalarındaki artışların gerek Japonya’daki hükümet gerekse Olimpiyat oyunlarına destek veren dünya hükümetleriyle şirketler nezdinde önemsenmediğini, dahası yok sayıldığını göstermektedir. Fukuşima’da yaşananlara dair bu senenin güncellemesini şu yazımızdan okuyabilirsiniz. 

Neden şimdi?

Nükleer gerçekliklerin yukarıda anlattığım ölçüde yok sayıldığı bir ortamda Çernobil dizisi üzerinden dünyanın en büyük nükleer felaketinin yegane müsebbibinin Sovyet Rusya ilan edilmesi dünya genelinde nükleer santrallerin riskleri hakkındaki imajın değiştirilmek istendiğini göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki Çernobil hafızası yaşlanırken arkada nükleer karşıtlarının nükleer risklere dikkat çekmek amacıyla başvurduğu Çernobil Nükleer Felaketi, yeni nesillere bugün var olmayan bir devlet sistemine bağlantılandırılmak suretiyle, Sovyet Rusya ürünü olarak tanıtılabildiği ölçüde nükleer santrallere karşı direnç kırılabilecek ve kimilerine göre nükleer santrallerin aklanması sağlanabilecek. Zira içinde bulunduğumuz dönemde Fukuşima Nükleer Felaketinin ardından Avrupa’da nükleer santrallerden çıkışlar olduğunu duysak da nükleer santraller karbonsuz teknolojiler olarak tanıtılmaktadır. Buna benzer bir çabayı nükleer endüstrinin iklim krizinden çıkılması için dünya hükümetlerine çağrı yapan Greta’ya “Greta go Nuclearia/ Nükleere geç!“atfında da görebiliriz.

(Yeşil Gazete)

Pınar Demircan
Pınar Demircan
Lisansını iktisat ,yüksek lisansını ingilizce işletme, doktorasını sosyoloji alanında tamamlamış olan Bağımsız Araştırmacı Pınar Demircan iş yaşamına Japonca bilmesi vesilesiyle Japon şirketlerinde insan kaynakları ve kalite yönetimi alanında çalışarak başladı. Profesyonel iş yaşamı devam ederken Türkiye'de bir nükleer santral kurulmasının yeniden gündeme gelmesinin ardından Fukuşima Nükleer Felaketi üzerinden nükleer santrallerin gerçeklerinin öğrenilmesi için Japonya'daki sivil toplum örgütleri ve ağlarıyla bağlantıya geçti. 2014 yılında Yeşil Gazete yazarları arasına katılarak nükleer santraller ve enerji konusuna yazılarıyla katkı yapan Demircan nukleersiz. org koordinatörlüğünü de bu tarihten itibaren yürütüyor. Çok sayıda sivil toplum örgütüyle çalışmalar yürüten Demircan'ın yurt içi ve dışında katıldığı konferans, etkinlik ve atölyelerde iklim, enerji, çevre ve ekoloji konularında özellikle nükleer bağlamında paylaşımları bulunuyor. Çalışmalarını akademik alanda da sürdürmek için başladığı sosyoloji alanındaki doktorasını 2023 yılında tamamlayan Demircan'ın disiplinlerarası alanda çeşitli çeviri ve makaleleri bulunuyor. İletişim: [email protected]

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Şirketlerin toplumsal sorumluluğu

Türk şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik uygulamalarında batılı benzerleri kadar başarılı değil. Ancak bu sadece şirketlerden kaynaklanmıyor, 'öngörülemezlik ortamı' ve toplumsal baskının eksikliği de bunda etkili. 

‘Qou vadis-2’: Ülke nüfusu

Geleceği ile ilgili derin kaygılar duymakta olan nüfus kesimlerinin, Türkiye’nin her yerinde giderek artmakta olduğu bir ortamdayız. Ne kent nüfusu kentte kalabilecek uzun erimli bir gelecek görüyor, ne de kır nüfusu kırda kalabilecek bir durum algılıyor.

[Bir şarkının hikayesi] San Francisco/ Scott McKenzie

Scott McKenzie’nin Hippi kültürünü konu alan 'San Francisco (Saçınıza Çiçek Taktığınızdan Emin Olun)' şarkısı, Beatles’ın 'All You Need is Love'ı ile beraber, 'Summer of Love'ın belirleyici şarkılarından biri olarak kabul edilir.

Yandı Çukurova yandı

Türkiye’de tarımın geldiği yer içler acısı. Ülkenin dört bir yanındaki çiftçiler isyan halinde. Diğer taraftan en fazla artış gıda fiyatlarında. Dikkate alınması gereken ciddi bir dengesizlik var.

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Bir güvercini sevmekle başlayacak her şey

Maalesef sorun yarattığı var sayılanlara karşı empati yoksunu, sadece kendi refahını gözeten adaletsiz çözümler üretmek yalnızca 'Güvercin Kakası' kitabındaki kasaba halkına mahsus değil. Katliam Yasası'nı unutmadınız değil mi?

EN ÇOK OKUNANLAR