Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[Cadı Kazanı] Tırnağın varsa başını kaşı

0

“Umut sadece kelimelere dayanmamalı, eylemlere dayanmalı” demişti iklim aktivisti Greta Thunberg. Geleceğe dair umutları çoğaltmanın tek yolu ‘eylem’ çünkü. Atılan imzaların, verilen sözlerin hiçbir değeri yok…

İnsanoğlu[1] on yıllardır yapıyor bunu. En son örneğini de Glasgow’da  gördük. COP26 geri dönülmez noktaya gelmeden son çıkıştı. Ülke temsilcilerinin, yani karar verecek ve isterlerse uygulamaya geçirecek olanların neredeyse hepsi zaten yaşları nedeniyle dünya yok olma noktasına gelmeden çoktan mevta olacaklar. Bu yaşayan ölüler tabii yine havanda su döverken, (bizim karar vericilerinin elinde bir havan bile yoktu) aldıkları kararlarla kaderleri belirlenecek, iklim krizinin mağdurları olacak nesil, okul boykotu eylemini sürdüren binlerce genç, dışarda protesto yürüyüşü yapabildi sadece..

Bütün bunları bilen ama karar  vericilerden umudu kesenler ise “tırnağın varsa başını kaşı” hesabı “bireysel olarak ne yapabiliriz”in peşine düştüler. Bu aslında hiç de azımsanmayacak sonuçlar doğurmaya başladı bile:

Sıradan insanların mücadelesi

Miyawaki yöntemiyle ormanları çok hızlı büyütenler, çiftçilerimizin çoğu  hala gübre fiyatlarının artışından yakınırken “toprağı nasıl iyileştirip verimli kılarız”ın peşine düşenler, dünyada azımsanmayacak kadar çoğaldı.

İklim değişikliği ve etkileriyle mücadele etmek için küresel bir eylem olarak başlayan ekosistemin restorasyonunu için sıradan insanların bozulmuş toprakları restore etmek ve yeryüzüne özen göstermeye dahil olmaları gerekiyor. Bu amaçla birçok ülkede “ekosistem yenileyici kamplar (ecosystem restoration camps) kurulmaya başlandı.

“Ekosistemi eski haline getirmek ve yenileyici uygulamaları başlatmak için birlikte çalışarak ve hükümetleri ve büyük şirketleri beklemek yerine eyleme geçerek bozuk sistemi değiştirebiliriz ve gezegenimizin hayatta kalmasını sağlayabiliriz” diye çıkıldı yola…

Bu amacın güzel örneklerinden birini de  ülkemizde Ebru Baybara Demir, “Kuraklığa Karşı Biyobozunur Atık Yönetimi Projesi” ile başlattı.

2017 yılında susuz tarım yapmak için iki ton sorgül buğdayını toprakla buluşturan gastronomi şefi Baybara Demir, doğayla aramızdaki dengeyi yeniden kurmak için yola çıktı. Bu arayıştan “Topraktan Toprağa Biyobozunur Atık Yönetimi Projesi” doğdu.

Kariyerine turist rehberi olarak başlayıp şef olarak devam eden Ebru Baybara’yı, 2000’li yılların başlarında tanıdım. Bütün Türkiye’yi karış karış dolaşarak hazırladığım “Sesimi Duy” adlı belgeselimin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini kapsayan bölümlerinde, daha yolun başındayken sadece kendisi için değil, Mardin’li kadınların  ayaklarının üzerinde durup bağımsız birey olabilmeleri için, bir kadın olarak nasıl zorluklarla yılmadan savaşarak mücadele ettiğini onun anlatımıyla belgelemiştim:

“Benim işim sadece lezzetli tabaklar yapmak değil, bu tabakların kaç kişinin hayatına dokunduğu ile ilgileniyorum.”

Onun kırılma noktası, beş yaşındaki kızının beyin tümörü oldu. Doktorlardan bu vakaların temelinde sağlıksız gıda olduğunu öğrendiğinde, “Üç çocuk annesi ve her gün yüzlerce insanın karnını doyuran bir şef olarak, gelecek nesillere karşı bir sorumluluğum olduğunu hissettim” diyerek sağlıklı gıda üretmenin peşine düştü. “Topraktan Tabağa” projesi bu dönemin ürünüdür.

İyi tarım için gerekli olan yerel gıdalara ulaşmak amacıyla çıktığı yolda, ülkemizdeki kötü tarım politikaları sonrası toprağını terk eden yerel üreticilerin geri dönmesini de sağladı. Proje bununla da kalmayıp mültecilerin özellikle kadın mültecilerin entegrasyonuna destek oldu. Suriyeli kadınlardan geleneksel tarımla toprağı temizlemeyi ve sağlıklı tarımı öğrenirken onlara okuma-yazma eğitimi verildi. 70 kadınla başladıkları “Sorgül Projesi” [2] 350 kadına sürdürülebilir istihdam sağladı.

Kuraklık kapıdan içeri girince…

Neredeyse her gün televizyonlarda maliyetlerden yakınıp gübre fiyatlarından söz açan çiftçilere çıkış yolu gösterecek bir tarım politikamız yok ne yazık ki. On yıllardır toprağı suni gübre ve tarım zehriyle öldüren çiftçiler, artık gübresiz verim alamıyor. Ayrıca kuraklık nedeniyle gübreleri olsa bile verim gittikçe düşüyor. Çünkü iklim krizi kapıyı çalmıyor, içeri girdi.

Ülkemizde, iklim krizine karşı da bir tarım politikamız olmadığı için artık tırnağı olan başını kaşıyor.

Ebru Baybara Demir bu konuda da örnek bir uygulamayı hayata geçirdi. “Topraktan Toprağa Biyobozunur Atık Yönetim Projesi”nin temeli kompost. Aslında birçoğumuzun bildiği, küçük bahçelerimizde bile uyguladığımız, meyve sebze artıklarının çürümesiyle oluşan ve doğal gübre olan kompostun, toprağın ihtiyacı olan organik maddeyi karşılayacak maliyetsiz gübre oluşu.

Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinde başlatılan pilot çalışmada, belediyenin organizasyonu ile pazara giren ve çıkan meyve sebze oranlarını karşılaştırdıklarında, her gün 10 ton meyve ve sebzenin girdiği pazarlarda günde üç tonluk atık kaldığı, bunun yüzde 10’nun ise kullanılabilir olduğunu görmüşler. Böylece bir ton atık, kompost olarak geri dönüyor. Diyarbakır’da kurulan sekiz pazar düşünüldüğünde, günlük yaklaşık 30 ton atık söz konusu. Hedeflerinin diğer illerde de bu uygulamayı başlatmak olduğunu söyleyen Baybara, projenin sürdürülebilirliği için kurdukları “Topraktan Toprağa Üretim ve Pazarlama Kooperatifi” ile istihdam da yaratıyor.

Pazardan toprağa

Kompost hem toprağın ihtiyacı olan mikroorganizmaları karşılıyor hem de toprağın nemli kalmasını ve  havalanmasını sağlarken, verimini ve su tutma kapasitesini artırıyor. Bu uygulamanın bir de İstanbul, Ankara ve İzmir’de  yapıldığını düşünün. Türkiye nüfusunun  üçte birini barındıran bu kentlerden çıkan binlerce ton meyve-sebze atığından yine binlerce ton kompost, yani doğal gübre elde edilmesi olanaklı. Çiftçilere sağlanacak bu destek belki de onların gübre fiyatlarından yakınmaların önüne geçer. Toprağın yenilenmesi de cabası….

*

[1] Burada cinsiyetçi bir dil olmasına rağmen özellikle ‘insanoğlu’ dedim. Çünkü binyıllardır karar vericiler hep erkek oldu.
[2] Sorgül, Mezopotamya ovasında yetişen, bilinen en eski buğday türü.

“Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok karanlık zamanlarda ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.” (Hannah Arendt) 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.