Hafta SonuManşet

Varoluş, insanın sıyrılamadığı bir doluluktur*

0

Dört senedir kitaplığımda “var olduktan” ve bu süre zarfında bir okuma denemesinin başarısız olması sonucunda varlığı unutulan “Bulantı”’yı bahara girdiğimiz bugünlerde bitirdim. Bazı kitapların okunmak için okuyucunun olgunlaşmasını beklemesi gerekiyor. Hiç aklımda yokken uzanıp aldım kitabı kitaplıktan bir öğle vakti, koltuğa uzandım ve bir daha bırakamadım elimden; birlikte odalarda dolaştık, kafelere gittik, bir bankta oturup baharın kokusunu içimize çektik.  “Bulantı” için doğru zamanın aylak gezdiğim bir haftaya denk gelmesi, Antoine Roquentin ile aynı yaşta olmamız kitabın ve yazarın “serüvenine”  daha derinden dahil olmama neden oldu üstelik.

Şimdi kitap bitti, tatil bitti ancak bulantı bitmedi…

bulantıKitabın neredeyse tamamı susturulamayan bir iç sesin monologları olarak devam ederken belki de tek gerçek iletişim sevdiği kadın ile yaptığı diyalogda gizli. Roquentin’in kendinden başlayarak, eşyayı, zamanı, insanları, düşünmeyi, var olmayı sorgulaması ile hiç kesintiye uğramayan bir gözleme süreci, ağdalı bir zaman içinde hiç boşluk olmadan birbirini takip ediyor.  Nasıl ki ben/sen ayrımı, ağaç/taş ayrımı yoksa, dünya hiçbir ayrım sunmadan var olmaya devam ediyorsa kitapta geçen günler, geceler bir bütün olarak bu iç sesin ardında bölünmeden akıyor; kelimeler cümleleri, cümleler paragrafları böyle böyle oluşturuyor. Kitabın yazılışı da anlatmaya çalıştığı varoluş gibi. Günler, düşünceler de en temelde ayrım yapılmadan, heyecan duyulmadan, “yetkin” anlar olmadan ekleniyor bir birine. Kitap aklıma geldiğinde bölümler değil de kitabın bütününün verdiği duygu ve bütününün aklıma gelmesi bundan. Sartre, kitabın sonunda belki böyle bir kitap yazarım, “insanlara, varoluşları yüzünden utanç duyurması gereken” bir kitap diye başka şehre gönderdiği Roquentin’in isteğini gerçekleştirmiş oluyor böylelikle ya da kendi istediğini.

Varoluşun tek nedenini bu hayata gelmek olarak açıklayan yazarın var olmaktan kaçamadığımızı anlatırken aşka özel bir değer vermesi korktuğumu başıma getirmedi. “Tam bir hafta sonra Anny’yi görmeye gideceğim” dediği bir Perşembe gününden sonra Roquentin ile birlikte günleri saydım. Ve nihayet o gün geldiğinde onu bıraktığı gibi bulacak mı diye meraklandım. “Anny birden öyle sevgiyle gülümsüyor ki, ağlayacak gibi oluyorum” dediğinde ben de duygulandım.

Kitabı bitirir bitirmez yeniden okumaya başladıktan ve gelecekteki kısa göz atmalar için bazı cümlelerin altını çizdikten sonra bırakıyorum kitabı. Sartre’ın istediği gibi onu düşünüyorum şimdi, 76 yıl önce yazarken bu kitabı ne yerdi ne içerdi hangi kafelere giderdi? Ne çeşit dertleri vardı? diye ve bir de şunu: ağaçlar, bir su birikintisi, tramvaydaki kırmızı banket gibi sadece varoluşu kabul ederek, bu varoluşa büyük anlamlar yüklemeye çalışmayarak ve görmezden gelmeyerek sadece yaşamak mı gerekiyor?

“Bulantı”’ya başladığınızda (bence bütün kitaplar için geçerli) devam edemeyeceğinizi anlıyorsanız bırakın. Günün birinde o sizi çağıracaktır ya da hayat doğru zamanı bulmanızı sağlayacaktır.

 

Bulantı

Orjinal isim: La Nausee

Jean-Paul Sartre

Can yayınları

Çeviren: Selahattin Hilav

264 sayfa

* Bulantı, sayfa 182

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.