Hafta SonuManşet

[Bir Köy Hikayesi] Toroslarda bir feylesof – Seran Vreskala

0

Toroslar’ın en tepesine saklanan bir Bektaşi köyüne götüreceğim sizleri… Burası nefes alan her renkten canlıya saygı duyulan bir cennet adeta… Kimliğin hiç önemli olmadığı, gereksiz inceliklerin savrulmadığı, imecenin çok kıymetli olduğu bir yer hayal edin. Lakin burada paranız geçmiyor. Bu yüzden gelirken sadece sevginizi, sohbetinizi, erzağınızı ve ellerinizi getiriyorsunuz!

***

Masalvari başladı aslında bütün hikaye, dolayısıyla ben de sizlere bir masal anlatacağım. Ama beni sonuna kadar dinlemeniz gerekiyor. Aksi takdirde anlatacağım masala inanmanız çok zor! Bundan 6 ay evveldi. Daha mevsim kışın kışı değil ama hava elbette buz. TRT muhabiri arkadaşım Mehmet Demir’in ateşin karşında ‘erbane’ (genel olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kullanılan ana ritim enstrümanı) çaldığı videoları paylaşmasıyla başladı. ‘İyileşiyorum’ alt yazısıyla… Çok kıskandım, merak ettim, zorla davet ettirdim kendimi ve buraya ayak bastığımda insanlığa dair bir umut tekrar yeşerdi benim için. Öyle bir yer Kızılkaya çünkü, burada umutlar çiçek açıyor.

Adım attığım andan itibaren bir huzur kapladı içimi ve dönene kadar da peşimi bırakmadı bir daha. Dönünce başınıza ne geleceği meçhul zaten, hayat tüm kaosuyla sarıyor bedeninizi. Bu yüzden buradan ne kadar geç dönerseniz o kadar iyi. Çünkü şehre adım attığınız an bir pişmanlık bırakmıyor peşinizi. Burada zaman diye bir mevhum yok. Tamamen durmuş. Kaçta kalkmışsın, ne zaman yatmışsın, ne ara yemek yemişsin, güneş mi doğmuş hiç önemi yok! Horozu bile bir tuhaf, uyuyanlara saygılı, öğlen ikide ötüyor. Bir nevi ‘Saatleri ayarlamama enstitüsü’ burası.

İster çadırını al gel, ister ‘tanrı misafiriyim’ de, ister yolunu kaybetmiş bir fani ol. Herkese kapıları da, gönülleri de açık. Doğayla ve hayvanlarla iç içesin bir kere. Yılka isminde minik bir tay ve onlarca tavuk, ördek ve horozla yaşıyorsun. Ördeklerin çıkardıkları sesler kahkahaya benziyormuş mesela, bunu ilk burada farkettim. Onların kahkahalarıyla uyanıyorsun, kafanı kaldırıyorsun, dört bir yanın dağlar. Torosların üstündesin ama karşın Bolkarlar, Aladağlar… Kafanı nereye çevirsen, karşında başka bir tablo… Kahvaltı şöminenin de bulunduğu mutfakta ama mutfak dışarıda. Odunlar yanıyor. ilk kalkan yakıyor genelde şömineyi, öyle iş bölümü falan yok! İsteyen istediği işi yapmakta özgür. Zorlama yok ama bir şey yaptığında hissettiğin işe yarama duygusu her şeye değer. Hemen yanıbaşında ama aynı zamanda çok uzağında bazen Makedon bazen Alevi türküleri bazen Mozart baba çalıyor! Kahvaltı sonrası bulaşık ellerini öpüyor. Sonra ister marangozhanede çalış, ister domates ek, ister toprağı çapala, ister akşama kadar uyu. Akşam zaten günden çok farklı bir makam: alevli bir şömine, dostlar meclisi, dağları delen bir müzik ve erbane… Ah o erbane

İşte buraya bu ruhu veren de işte demin bahsettiğim feylosof Hüseyin… 14 yıl bir cennet yaratmak için uğraşmış, bu uğurda köyün delisi bile olmuş. Kendini tanrı sanıyor; sanmak da ne kelime, tanrı olduğunu biliyor. Yarı deli yarı divane, e tabii bu durum da onu yarı feylosof yapıyor. Devamlı gülüyor, sabahın köründe gür bir sesle ‘günaydıııın’ diye uyandırıyor, uyanmazsan yorganını havalandırıyor, sıkıysa kalkma! Deli işte. Akşama kadar çalışıyor, buranın her santiminde ellerinin, gönlünün ve idealinin emeği var. Boş durduğu bir anı görmedim. Onu öyle görünce sen de utana sıkıla bir şeyler yapmak, yaratmak istiyorsun.

Kızılkaya’nın feylesofu Hüseyin Kara (önde)

***

Bunları yazmamın üzerinden tam 6 ay geçti ve ben yine kafayı kırıp Kızılkaya’da buldum kendimi. Buranın nüfusu iki iken bir anda üçlemiş ama ben hiçbir zaman burayı 3 kişi görmedim tabii. Hep kalabalık! Gerek yakınlardan köylüler gerek uzaklardan nefes almak isteyenler geliyor.

Nursel Demir, Hüseyin Kara ve Seran Vreskala

Feylosof Hüseyin, Robin Oktay ve Feminist Nursel buranın görünür ev sahipleri. Ama böyle yazdığımı duysalar kızarlar; onlara göre buranın sahipleri burayı seven ve burası için elini uzatmak isteyen herkes… Bu yüzden yeni bir dünya mümkün felsefesiyle yola çıkarak kurdukları ve geçen hafta açılışını yaptıkları Kızılkaya Yenidünya Derneği, bugüne kadar hiç gerçekleştirilememiş bir mucizeye de imza attı. ‘Ötekileri’ biraraya getirerek gerçekten de hiç kimsenin birbirinden farklı olmadığını ve yeni bir dünyanın mümkün olduğunu herkese gösterdi. Çünkü buraya gelen herkes ne Sünni ne Alevi, ne Türk ne Kürt, ne hetero ne gey, ne siyah ne de beyazdı.

Hepimiz LGBTİ bireylerden oluşan 7 Renk Koro’, Perperik, Salıngaç Çocuk Tiyatrosu ile şarkılar söyledik, dans ettik. Semah döndük, mengi oynadık, saz çaldık, derdi olana derman olduk. Açık havada yıldızlardan yapılma yorganın altında film izleyip çekirdek çitledik. Ateşle raks ettik, rüzgar ve yaprakların senfonisini dinledik, orman perilerini seyrettik, toprakla seviştik. Herkes yanlarında getirdiği yemekleri paylaştı, gelen herkesin karınları doydu ve geri dönmek istemeyen 70 kişiye uyuyabilecekleri yerler ayarlandı ve sabah bizler masalların gerçek olabileceğine inanarak güne uyandık.

Bu masalı anlatmamın sebebi, bu dünyayı yaratanların deliliklerini ispatlamak değil elbet; insan olarak yok ettiğimiz her şeye inat doğaya ait herşeyi yaşatmak ve korumak isteyenlerin de var olduğunu göstermek… Ama burayı sadece ben anlatmayayım tabii; sözü önce burayı keşfetmemi sağlayan gazeteci Mehmet’e sonra Kızılkaya’nın feylosofu Hüseyin’e bırakıyorum. Bakalım burası hakkında neler demişler?

MEHMET DEMİR

Seran: İnsan niye kaçar?

Mehmet Demir

Mehmet: Kaçılacak bir yer var mı? Hele ki Kavafis ensemizdeyken! Var. Varmış, daha doğrusu. Çok uzaktan gördüğümüz, yakınına gittikçe görmek için başımızı yukarı çevirmek zorunda olduğumuz dağlara bile yukarıdan bakan bir yer… Bilge Karasu’nun ‘Bir Başka Tepe’ masalında anlattığı gibi… Sadece çabalamakla geçirdiğimiz ömrü, yaşayarak geçireceğim bir yer.

Seran: Hadi seni iyileştiren yerden bahsedelim!

Mehmet: Kızılkaya, Mersin’den 40 dakika tırmanarak çıkılan bir dağ köyü. Bagajınızı boşaltarak, yüklerinizden kurtularak tırmanacağınız bir dağ. Ben oraya neyi aradığını bilerek gidenlerden olmadım. Bilenlerden iseniz, bagajınız dolu demektir zaten. Oraya ne koyacaksınız ki başka? Ama nelerden kaçtığınızı biliyorsanız, çıktığınız yol zaten sizi ‘işte burası’ diyeceğiniz bir yere götürür. Bunun adının Kızılkaya olmasının hiç önemi yok. Asıl yolculuk, oraya vardıktan sonra başlıyor.

Seran: Sendeki anlamı nedir diye sorayım en iyisi!

Mehmet: Kızılkaya, benim için, zamansızlık demek. Saatin ve günlerin önemini yitirdiği yer… İnsanları, hayvanları, ağaçları ile ruhumun eczanesi. Soba, ocak, kestane, müzik demek Kızılkaya; dilediğin zaman sohbet, dilediğin zaman sessizlik, istediğin her an müzik demek.

Ritim demek mesela… Şarap demek. Rakı demek. Ama bunların hepsini zaten bulabileceğim her yerden farklı olarak, birlikte yapıp, birlikte paylaşmak demek. Kendinin farkında olmak ama kimseye kendini dayatmamak, kimsenin gözüne kendini sokmamak, kimsenin sırtına binmemek demek. Merkeze kendimi değil, ‘hepimizi’ koymak demek. Ha, gerekirse hepimiz birbirimizi sırtımızda taşırız; o apayrı. Üstelik ille de birimizin sakatlanması, ötekine ihtiyaç duyması filan da şart değil; tamamen zevk için de taşıyabiliriz birbirimizi sırtımızda. Siz en son ne zaman yaşadınız böyle bir duyguyu?

Seran: Ne yapıyorsun orada?

Mehmet: Bir marangoz atölyemiz var; ağaçla yapılabilecek hemen her şeyin yapılabildiği, üretildiği bir atölye. Ormandan topladığımız çürümüş kökler, dallar, kütükler benim ilgi alanım. Onlarla saatlerce halvet olmak, ruhumun eczanesinin en kıymetli ilaçlarından biri.

Seran: Oraya bu ruhu verenlerden bahseder misin?

Mehmet: Hüseyin ile hesapsız, yapmacıksız, mübalağasız, düz, dümdüz muhabbet bir başka ilaç. Günün her saati, konu ne olursa olsun, mevzunun bir hayat felsefesi dersine dönüşmesi ihtimal dâhilinde.

Derslerin öğretmeni yok. Asıl güzellik de burada. Yarış yok. Şov yok. Müsabaka yok. Kalesiz bir maç gibi. Kimse gol atma sevdasında değil. Gol yeme endişesi olmayınca hayat çok güzel. Burada herkes için atölyeler de yapılıyor; kadına şiddetten tut, felsefe konuşmalarına, cinsel eşitliğe kadar…

HÜSEYİN KARA

Seran: Hüseyin, siz kimsiniz?

Hüseyin Kara

Hüseyin: Özele giren soruların yüceltici tanımı rahatsız eder beni. Bütün çelişkileriyle insan, doğa, canlı, cansız her şeyiyle bir bütünüz aslında. Siz, biz, onlar değil hepimizdir algımız.

Yaş 46. Paranın cezbedici algısı ile iktisat okumuş, işçilik işverenlik yapmış, zaman zaman gidişat gereği dindar insanlarla, bazen de doğaüstü güçlere inanan guruplarla yol almış, solcularla ayak diremiş, dramdan komedi, komediden dram çıkartan bir insanım.

Seran: İnsanın insanlardan uzağa kaçmasının bir sebebi olmalı şey düşünüyorum.

Hüseyin: Kaçmak mı? Yok hayır. Soru baştan sona yanlış. ‘Aslında biz yoktuk’ cümlesi ondandı. Var olmanın hazzını yaşamak için buradayız.

Bulunduğumuz yer 1340 rakımda. Panoramik yani 360 derecelik görüş açısına sahip bir yer. Şimdi her şey güzel olunca tanımımız değişti. Biz hep vardık. Serüven değil bu. Olması gerekenin ne kadar basit oluşuyla ilgili bir deneyim.

Seran: Bu kadar uzaktasınız, yine de insanlar size geliyor. Neden?

Hüseyin: Gelenlere sormak lazım. İnsanlar kendisi olmanın peşinde diye düşünüyorum. Paranın kullanım alanını daralttıkça insan güzelleşiyor. Güzel insanlar bir araya geliyor.

Seran: Burası hakkında nasıl yorumlar geliyor?

Hüseyin: ‘Uzak’ kelimesini her on kişiden biri mutlaka söylüyor. İnsan kendisine uzak olunca yakın hiçbir yer yoktur. Bir arkadaşımız buranın bir özelliği olmadığını söylemişti. Şaşırtmıştı bizi. On gün gitmeyince anladık kendine bile muhalefet olduğunu. Çok güzel yazılar var. Arşiv tutmaya çalışıyoruz. O kadar değişik insan var ki, kitap okumaz olduk. Şimdi anladık Alevilikte ‘okunacak en büyük kitap insandır’ sözünü.

Seran: Kendinize neden Tanrı diyorsunuz?

Hüseyin: Normalde ben kendime demiyorum. Kızılkaya’ya katkı sunan herkese tanrı diyorum. Yaptıklarının ve yapabileceklerinin farkına varsın diye. Üstelik kadını erkeği de yok. Var olanın en üstü anlamında kullanıyorum. Tabii ki ben de tanrıyım deyince akılda kalan o oluyor. Misafirlerimizden marduk-I, marduk-II (Babil yaratılış destanı olan Enûma Eliş‘te tanrıların en büyüğü) dediklerimiz de var. Tanrıça kelimesini isteyenlere de öyle diyoruz.

 

Seran Vreskala

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.