Yazarlar

Bilmem gereken her şeyi ormanda öğrendim – Vandana Shiva

0

Çok sayıda krizi bir arada yaşadığımız bu dönemde doğayı ölü madde olarak görmeyi bırakıp barındırdığı biyolojik çeşitliliğe, temiz suya ve tohumlara değer vermeye başlamamız gerekiyor. Bunun için doğanın kendisi en iyi öğretmenimiz olacaktır.

 

Vandana Shiva

5 Aralık 2012

 

Ekoloji yolculuğum Himalaya’nın ormanlarında başladı. Babam bir orman koruma memuruydu ve annem Hindistan ve Pakistan’ın trajik ayrılma sürecinden kaçarak çiftçilik yapmaya başlamıştı. Ekoloji hakkında bildiğim şeylerin çoğunu Himalaya’nın ormanları ve ekosistemlerinden öğrendim. Annemizin bizim için yazdığı şiir ve şarkılar ağaçları, ormanları ve Hindistan’ın orman medeniyetlerini anlatırdı.

Çağdaş ekoloji hareketine katılmam Himalaya bölgesinde yaşanan büyük ölçekli ormansızlaştırmaya karşı şiddetsiz bir tepki olan “Chipko” ile oldu.

1970’li yıllarda memleketim Himalaya’nın Garhwal İli’nden bir köylü kadın ormanları savunmak için öne çıkmıştı. Bölgedeki tomrukçuluk faaliyetleri toprak kayması ve taşkınlara, su, hayvan yemi ve yakıt sıkıntısına neden olmuştu. Bu temel ihtiyaçları karşılayanlar kadınlar olduğu için bu sıkıntılar su ya da odun taşımak için daha fazla mesafe yürümeleri ve daha ağır yük taşımaları anlamına geliyordu.

Kadınlar ormanın gerçek değerinin ölü ağaçların kerestesi değil pınarlar ve dereler, hayvanları için yiyecek ve ocakları için yakıt olduğunu biliyorlardı. Kadınlar ağaçları kucaklayacaklarını ve tomrukçuların ağaçları öldürmek için önce kendilerini öldürmesi gerektiğini ilan etmişlerdi.

O döneme ait bir halk şarkısı şöyle diyor:

Bu güzel meşeler ve orman gülleri

Bize serin sular verir

Bu ağaçları kesmeyin

Onları yaşatmamız gerekir

1973 yılında doktoramı yapmak için Kanada’ya gitmeden önce en sevdiğim ormanı görmeye ve en sevdiğim derede yüzmeye gitmiştim. Ama ormanlar yok olmuş, dere ise bir sızıntı haline gelmişti. Chipko hareketinin gönüllüsü olmaya karar verdim ve bütün tatillerimi pad yatra (hac yürüyüşleri) yaparak, ormansızlaştırmayı ve orman aktivistlerinin çalışmalarını belgeleyerek ve Chipko’nun mesajını yayarak geçirmeye başladım.

Chipko’nun dramatik eylemlerinden birisi 1977 yılında bir Himalaya köyü olan Adwani’de gerçekleşti. Bachni Devi adındaki bir köylü kadın ağaç kesme işinde çalışmaya başlayan kocasına karşı bir direniş başlattı. Görevliler ormana geldiklerinde kadınlar onları gündüz vakti yanan lambalarla karşıladılar. Ormancı ne yaptıklarını sordu. Kadınlar şöyle cevap verdiler: “Size ormancılığı öğretmeye geldik.” Ormancı çıkıştı; “Aptal kadınlar, ormanın değerini bilen bizlerin ağaç kesmesini nasıl engelleyebilirsiniz? Bu ormanlar neler sağlıyor biliyor musunuz? Kâr ve reçine ve kereste sağlıyor.”

Kadınlar koro halinde cevap verdiler

Ormanlar neler sağlıyor?

Toprak, su ve temiz hava

Toprak su ve temiz hava

Yeryüzünü yaşat ve o sana her şeyi sağlar.

Monokültürün ötesinde

Biyoçeşitliliği ve biyoçeşitliliğe dayalı yaşayan ekonomileri Chipko’dan öğrendim ve ikisinin de korunması hayatımın amacı haline geldi. Zihindeki Monokültürler (Monocultures of the Mind) kitabımda açıkladığım gibi doğanın ve kültürün yoksullaşmasının esas nedeni biyoçeşitliliği ve yerine getirdiği işlevleri anlayamamaktır.

Himalaya ormanlarının çeşitliliğinden aldığım dersleri kendi çiftliklerimizde biyoçeşitliliğin korunması için kullandım. Tarlalardan tohum biriktirmeye başladım ve eğitim ve uygulama için ayrı bir çiftliğe ihtiyacımız olduğunu fark ettim. Böylece 1994 yılında Himalaya’nın alçak kesimlerindeki Uttarakhand İli’nde Doon Vadisinde Navdanya Çiftliği kuruldu. Bugün burada 630 çeşit pirinç, 150 çeşit buğday ve yüzlerce diğer türü koruyor ve ekiyoruz. Dönüm başına daha fazla gıda ve besin üreten bir biyoçeşitlilik yoğun çiftçilik biçimini uyguluyor ve teşvik ediyoruz. Böylece biyoçeşitliliğin korunması aynı zamanda gıda ve besin krizinin de çözümü oluyor.

1987’de başlattığım biyoçeşitliliği koruma ve organik çiftçilik hareketi Navdanya büyüyor. Bugüne kadar Hindistan çapında 100’ün üzerinde tohum bankası kurulması için çiftçilere destek olduk. 3000’in üzerinde pirinç çeşidini kurtardık. Çiftçilerin fosil yakıtlardan ve kimyasala dayalı monokültürleri bırakıp güneş ve toprakla beslenen biyoçeşitliliği destekleyen ekolojik sistemlere geçmelerine de yardımcı oluyoruz.

Biyoçeşitlilik bolluk ve özgürlük, işbirliği ve karşılıklı verme konularında benim öğretmenim oldu.

Küresel Düzeyde Doğanın Hakları

Doğa öğretmen olduğunda onunla ortak bir yaratım sürecine gireriz—onun yetisini ve haklarını fark ederiz. Ekvator’un anayasasında “doğanın hakları”nı tanıması bu nedenle çok önemli. Nisan 2011’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu—Ekvator anayasası ve Bolivya’nın öncülüğündeki Doğa Ananın Hakları Evrensel Beyannamesi’nden alınan esin ile—Yeryüzü Günü kutlamaları kapsamında doğa ile uyum üzerine bir konferans düzenledi. Tartışmaların büyük bölümü insanın doğa üzerindeki, ve zenginin yoksul üzerindeki egemenliğine dayalı sistemleri ortaklık üzerine kurulu yeni sistemlere dönüştürme yolları üzerine yoğunlaştı.

Konferansla birlikte yayınlanan BM genel sekreterinin “Doğa ile Uyum” raporu doğa ile yeniden ilişki kurmanın önemini ele alıyordu: “Sonuçta çevreye zarar veren davranışlar insanların doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunun, ona zarar verirsek kendimize de ciddi zararlar vermemizin kaçınılmaz olduğunun farkına varılmamasından kaynaklanmaktadır.”

Gerçekten de doğa ile uyumsuzluk ve doğa ve insana yönelik şiddetin kaynağı bu ayrılıkçılıktır. Güney Afrika’nın en önemli çevrecilerinden Cormac Cullinan’ın da işaret ettiği gibi ayrımcılık(apartheid) birbirinden ayrı olmak demektir. İnsanların renklerine göre şiddet kullanılarak ayrılmasını durdurmaya yönelik ayrımcılık karşıtı hareket için bütün dünya el ele vermiştir. Güney Afrika’da ayrımcılığı arkamızda bıraktık. Bugün ise çok daha geniş ve derin bir ayrımcılığı—insanların doğadan ayrı olduğuna dair zihinlerdeki ve yaşamımızdaki yanılsamaya dayalı eko-ayrımcılığı—aşmamız gerekiyor.

Ölü Yeryüzü Bakış Açısı

Yeryüzüne karşı savaş bu ayrı olma fikri ile başladı. Bu fikrin çağdaş tohumları sanayi devrimini kolaylaştırmak amacıyla yaşayan yeryüzünün ölü maddeye dönüştürülmesi ile ekildi. Çeşitliliğin yerini monokültürler aldı. Canlı yeryüzünün yerini “ham maddeler” ve “ölü madde” aldı. Terra Madre’nin (Toprak Ana) yerine Terra Nullius (yerli hakların varlığına rağmen işgale açık görülen boş topraklar) geçti.

Bu felsefenin geçmişi modern bilimin babası olarak adlandırılan Francis Bacon’a kadar uzanıyor. Bacon bilim ve icatlar “sadece doğanın gidişatına hafif bir yön vermekle kalmaz; onu fethetme ve ona boyun eğdirme, temellerini sarsma gücüne sahiptir” demiş.

17. yüzyılda yaşamış meşhur kimyager ve Yeni İngiltere Yerlileri Arasında İncil’in Yaygınlaştırılması Cemiyeti’nin başkanı Robert Boyle, yerli halkları doğa hakkındaki fikirlerinden kurtarmak istediğini açıkça söylemiş. Onların doğa algısına “bir tür tanrıça” olduğu için karşı çıkmış ve “doğa dedikleri şeye bu insanların gösterdikleri hürmet, insanın Tanrı’nın aşağı yaratıkları üzerindeki imparatorluğunun ilerlemesine engel olmaktadır” demiş.

Doğanın ölümü fikri yeryüzüne karşı bir savaş başlatılmasını sağlamıştır. Sonuçta yeryüzü sadece ölü maddeden oluşur, dolayısıyla öldürülen bir şey yoktur.

Felsefeci ve tarihçi Carolyn Merchant bu perspektif değişikliğinin—doğanın yaşayan, besleyici bir anne olmak yerine durağan, ölü ve yönlendirilebilir madde olması—kapitalizmi doğuracak olan etkinliklere son derece uygun olduğuna işaret eder. Bacon ve bilimsel devrimin diğer liderlerinin yarattığı egemenlik imgeleri besleyen yeryüzü imgelerinin yerini almış, doğanın sömürüsünün önündeki kültürel kısıtlamaları kaldırmıştır. Merchant şöyle yazmış; “İnsanın bir anneyi katletmesi, altın çıkarmak için iç organlarını deşmesi ya da vücudunu sakatlaması kolay bir şey değil.”

Doğanın Öğrettikleri

Bugün küreselleşmenin derinleştirdiği bu krizler döneminde, doğanın ölü madde olduğu paradigmasından uzaklaşmak zorundayız. Ekolojik bir paradigmaya geçmeliyiz ve bunun için en iyi öğretmen doğanın ta kendisidir.

Navdanya çiftliğindeki Yeryüzü Üniversitesi/Bija Vidyapeeth’i bu amaçla kurdum.

Yeryüzü Üniversitesi’nde yaşam ağı içindeki tüm türlerin evrilme özgürlüğü ve insanların yeryüzü ailesinin üyesi olarak diğer türlerin haklarını tanıma, koruma ve saygı özgürlüğü ve sorumluluğunu kapsayan Yeryüzü Demokrasisi öğretilir. Yeryüzü Demokrasisi insanmerkezcilikten ekomerkezciliğe doğru bir geçiştir. Hepimiz yaşamak için yeryüzüne bağımlı olduğumuza göre Yeryüzü Demokrasisi insanın gıda ve su hakkı ve açlık ve susuzluktan kurtulma hakkı olarak da tercüme edilebilir.

Yeryüzü Üniversitesi bir biyoçeşitlilik çiftliği olan Navdanya’da bulunduğu için katılımcılar yaşayan tohumlarla, canlı toprakla ve yaşam ağı ile ilişki kurma şansı yakalarlar. Katılımcılar arasında çiftçiler, öğrenciler ve dünyanın her yerinden insanlar var. “A’dan Z’ye Organik Tarım ve Agroekoloji” ve “Gandhi ve Küreselleşme” en popüler derslerimiz.

Ormanın Şiiri

Yeryüzü Üniversitesi Hindistan’ın Nobel ödüllü ulusal şairi Rabindranath Tagore’den ilham aldı.

Tagore hem doğadan ilham almak hem de bir Hint kültürü rönesansı başlatmak için Batı Bengal’de Shantiniketan kasabasında bir orman okulu kurmuştu. Okul 1921 yılında üniversiteye dönüştü ve Hindistan’ın en ünlü eğitim merkezlerinden biri haline geldi.

Bugün, Tagore’nin zamanında olduğu gibi, özgürlük konusunda ders almak için doğaya ve ormana dönemiz gerekiyor.

“Ormanın Dini” adlı eserinde Tagore antik Hindistan’ın orman halklarının klasik Hindistan edebiyatı üzerindeki etkilerinden bahsetmiş. Ormanlar bize demokrasi dersleri—ortak yaşam ağından geçim sağlarken diğerlerine de yer bırakma dersi—verebilecek su kaynağı ve biyolojik çeşitlilik depolarıdır.

“Tapovan (Saflık Ormanı)” adlı denemesinde Tagore şöyle yazar: “Hint medeniyeti kendini maddi ve manevi olarak yenileme kaynağını kentte değil ormanda bulması bakımından ayırt edilir. Hindistan’ın en parlak fikirleri insanların ağaçlarla, nehirlerle ve göllerle dostluk içinde olduğu, kalabalıklardan uzak yerlerden çıkmıştır. Ormanın huzuru insanın entelektüel gelişimine destek olmuştur. Ormanın kültürü Hint toplumunun kültürünü beslemiştir. Ormandan çıkan kültür yaşamın yenilenmesini sağlayan çok çeşitli süreçlerden etkilenmiştir.  Bu süreçler türden türe mevsimden mevsime, görüntü ve ses ve koku olarak değişerek ormanda daima iş başındadır. Bu sayede yaşamın ilkeleri olan çeşitlilik içinde birlik ve demokratik çoğulculuk Hint medeniyetinin de ilkesi haline gelmiştir.”

Hem ekolojik sürdürülebilirliğin hem de demokrasinin temelinde işte bu çeşitlilik içinde birlik ilkesi bulunur. Birlik olmadan çeşitlilik çatışma ve yarışmaya neden olur. Çeşitlilik olmadan birlik ise dışarıdan kontrole zemin hazırlar. Bu hem doğa hem de kültür için geçerlidir. Orman çeşitlilik içinde bir birliktir ve bizler ancak ormanla olan ilişkimiz aracılığıyla doğa ile birlik içinde oluruz.

Tagore’nin yazılarında orman sadece bir bilgi ve bilgelik kaynağı değildir; orman güzellik ve mutluluğun, sanat ve estetiğin, uyum ve mükemmeliyetin de kaynağıdır. Orman evreni sembolize eder.

“Ormanın Dini”nde şair, düşünce yapımızın “evrenle ilişki kurma çabamıza ya gücün ya da sempatinin beslenmesi aracılığıyla, fetih ya da birlik yoluyla yön verdiğini” yazmış.

Orman bize birliği ve şefkati öğretir.

Orman bize yeteri kadar diyebilmeyi, bir eşitlik ilkesi olarak sömürü ve birikim olmaksızın doğanın hediyelerinden nasıl faydalanabileceğimizi öğretir. Tagore ormanda kaleme alınmış antik metinlerden alıntı yapar: “Hareket halindeki bu dünyada hareket eden her şeyin Tanrı’ya dahil olduğunu bil; ve mutluluğu açgözlülük ve sahip olma yerine feragat ile bul.” Ormandaki hiçbir tür başka bir türün payına el koymaz. Her tür hayatını diğerleri ile işbirliği içinde sürdürür.

Tüketim ve birikim toplumunun sonu yaşama sevincinin başlangıcıdır.

Açgözlülük ile şefkat, fetih ile işbirliği, şiddet ile uyum arasındaki Tagore’nin sözünü ettiği çatışma bugün de devam ediyor. Bu çatışmayı aşmanın yolunu ise bize orman gösteriyor.

Orijinal yazı: http://www.yesmagazine.org/issues/what-would-nature-do/vandana-shiva-everything-i-need-to-know-i-learned-in-the-forest?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter&utm_campaign=Feed%3A+yes%2Fmost-recent-articles+%28Most+Recent+Articles+and+Blogs+-+YES!+magazine%29

Çeviri: İlknur Urkun Kelso

 

 

 

 

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.