Tahakküm:
İsim: Arapça ta§akkum.
Baskı, zorbalık, hükmetme
Türkiye’de gündem, Türkiye Büyük Millet Meclisi dediğimiz çatı altında yaşananlar, orada bulunan milletvekillerinin söyledikleri üzerinden belirleniyor. Ve elbette bunun bir de yaşadığımız tüm gezegene yayılmış versiyonları var ki eminim bütün bu “seçilmişlerin” olmadığı bir dünyayı hiç birimiz artık hayal bile etmiyoruz. Ütopyalar ütopya oldu.
Ülkelerin olmazsa olmazları, seçilmişler. Ellerimizle, demokrasiyle seçtiğimiz ulu karar vericilerimiz. İstemediğimiz yasaları çıkarır, yok etmek istemediklerimizi biz HAYIR diye bağırırken demokratik yasalarımızla yok edip, yine aynı yasalarla kendi gerçeklerini yaratıverirler.
Bir sabah bir bakmışsın; 34 insan bombayla öldürülmüş.
Öğrenciler, gazeteciler, avukatlar terörist oluvermiş.
Caanım ülkemde yaşayan insanlar zamanında birileri tarafından ‘azınlık’ ilan edilmiş, yeri gelmiş tehdit edilmiş, yeri gelmiş öldürülmüş. Artık Samatya vefa’lı bir semt adı bile değilmiş.
Van’da deprem olmuş, milletim oraya yardım olsun diye türk bayrağına sarılı taş, sopa yollamış.
Kaybolan ABD’li Sarai Sierra’nın Cankurtaran’da cesedi bulunmuş. Zamanında, Pippa Bacca’nın da cesedini bulduğumuz gibi. Festus Okey’in cenazesini Nijerya’ya yolladığımız gibi.
Sadece ocak ayında 68 işçi ölmüş. Ülkedeki ölümlerin kayıtlarını ay ay tutmak insaniyete yakın duran haber merkezlerinin her ay yaptığı rutin işlerden biri haline gelmiş
Cumartesi Anneleri kayıp yakınlarının cesedine ulaşmak için 410. kez bir araya gelmiş.
Bu ülkede bir çok LGBT ( illa ki oran mı isterdiniz yoksa?) sadece olmak istedikleri insan oldukları için öldürülmüş, bakanlardan biri “eşcinsellik hastalıktır” demiş.
İzmir’de topraktan nükleer santralimiz olmamasına rağmen radyoaktif madde fışkırmış, Türkiye Atom Enerjileri Kurumu bile yetkili değiliz demiş.
Ecdadını arayan Başbakana Hasankeyf’teki ecdadının kökenleri hiç yeterli gelmemiş.
1971′de Milli Park ilan edilen Munzur Vadisi üzerindeki planlar ise bitmek bilmemiş.
N.Ç ‘kendi isteğiyle’ 26 kişinin tecavüzüne uğramış.
Tarihi binaların çoğunun sonu yanarak gelmiş.
Zamanında kitaplar yasaklanmış, şimdi gözaltına alınanlara ‘neden …. kitabını okudun?’ diye sormak işten bile değilmiş. Üstelik artık yasaklayamazsak, diye düşünen kafalar yeni bir çözüm bulmuş. Sansür. Bu ara moda mesela. Bakın, haberlerde de göreceksiniz.
Askere gitmek istemeyen, silah tutmak istemeyenler hapse atılmış.
Kadın cinayeti görmediğimiz güne şaşırır olmuşuz. Kadınları ‘harcamak’ günlük rutin haline gelmiş.
Pınar selek müebbet hapis cezası almış.
Bu ülkede hakimler zaman zaman uyuyakalırmış.
Bütün bu saydıklarım, bizzat meclis eliyle yapılmış olmasalar bile temelde o ‘seçilmiş’ ya da bir sabah tank sesiyle iktidara gelenlerin getirdikleriyle birikmiş şeyler değil mi? Onlar yasaları, yasalar da günlük hayatımızın işleyişini, gördüklerimiz, duyduklarımızı, yaşananlar ise bildiklerimizi oluşturmuş.
İşte bu, hepimizin masalı. Oyuncularının bizzat sen, ben olduğu, başrolde de seçilmiş oyuncuların tirat attığı. Ve evet, bu masala yazılabilecek daha milyarlarca parça bulabilirim.
-Merhaba meclis ve meclis ahalisi, ben size inanmıyorum. Politikalarınız, söyledikleriniz, baskı mekanizmalarınız, reklam malzemeleriniz, yasalarınız. Herşey aslında masal değil mi zaten?
Seçilmişler arasında iyi insanlar olduğunu biliyorum, masaldaki kötü kahramanların karşısında durmak için oradalar, bunu da anlayabiliyorum. Ama onların da zaman zaman şiddete başvurmasını, mecliste yumruklaşma sahneleri izlemeyi anlamıyorum. Aralarında ırkçılıkla savaşanların ırkçılık müessesinde medet aramasını da anlamıyorum.
‘Seçmek’ bile masalın bir parçası değil mi zaten?
Hepimiz mi bu masalın parçası oluverdik diyorum. Tam da bu masala karşı çıkarken.Bu masalda iyi insanlar da var biliyorum.
Ama yaratılmış/yaratılan, gözümün önünde yazılan masallara inanmıyorum. Sevmiyorum. Kulağıma fısıldanırken, ben uyuyamıyorum. Masalların kötülüklere alet edilmesini kabul etmiyorum.
Ben aslında gerçek masallara inanıyorum.
Seçil Türkkan