Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Beden politikaları ışığında trans deneyimleri

0

Trans bireylerin bedenlerinin mahremiyeti sıkça ihlal edilmekte. Tartışmalarda  sağlığımızdan ve haklarımızdan önce vücutlarımızın özellikleri önceleniyor, haklarımız sanki insan onuruna sahip değilmişiz gibi ele alınıyor.

Örneğin annelik hakkımı konuşurken benim vücudumun özellikleri neden önemli? Kimin “anne” olup olmadığını yalnızca doğum üzerinden mi konuşuyoruz? Örneğin çocuklara bakım desteği için yalnızca annenin o çocuğu doğurmuş olması mı önemli? Evlat edinmiş bir annenin hakları onun beden özelliklerine bağlı değil oysa, ebeveyn olan bir birey olarak insanlık onuru gereksinimleri var. Ancak, benim ebeveynlik hakkım bedenimle sınırlanıyor, trans olmasam gayet ebeveyn olabilecekken bu kimliğimden dolayı hem hakkım muallakta kalıyor hem de bir anda bedenimin mahremiyeti kamunun tartışmasına açılıyor.

Çiğnenen bir çok hakkımıza mahremiyet de dahil. İç çamaşırlarımızın içinde ne olduğu hukuki olarak neden toplumu ve devleti ilgilendiriyor? Aynı genitallere sahip insanların ebeveynlik hakları böylesine çirkin bir şekilde tartışılıyor mu?

Burada bahsetmemiz gereken önemli hususlardan ilki, iktidarların öjenik uygulamalarla “istenmeyen” azınlıkların “çoğalmasını” engellemek üzerine çalışması. İkincisi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, devletlerin kişilerin beden mahremiyetine karışamayacağı kararı ki, bu kararı da translar üzerinden vermişti.

Çiğnenen yalnızca mahremiyetimiz değil

Her türlü iktidar odaklarınca yalnız mahremiyetimiz değil, bedenimize ait otonomimiz çiğneniyor,  irademiz inkar ediliyor, sağlığımız için gerekli olup olmadığından bağımsız olarak uyum süreci ameliyatları, medeni haklarımız için zorunlu tutuluyor. Ameliyatlara ihtiyacımız olup olmadığı, nihayetinde bizim kararımız olması gerekir ancak devletin yasalarla bunu zorunlu tutması, medeni hakların rehin alınması anlamına gelir.

Buradaki ameliyatların, biyolojik olarak üreme yetimizi elimizden aldığının altını çiziyorum. Bu, biyolojik trans anneler-babalar olmasını engelleme sonucunu doğuruyor. Bir kişi biyolojik ebeveyn olmak adına gereken bir ameliyatı sonra olmayı tercih edebilir ama bu kendisinin uyum sürecini geriye atacak ve medeni haklarına kavuşma sürecini halihazırda uzatacaktır. Bu seçenekte dahi karşımıza engeller çıkarılıyor.

Bilim tarihinin öjeni utancı

Uyum sürecine yasal olarak başlayabilmek için, ayrıca bekâr olma şartı da aranıyor.  Yani halihazırdaki politikalar aktif olarak bizim aile kurmamıza engel olmayı hedefliyor, medeni haklarımızı ve beden otonomimizi çiğniyor.  Herhangi bir feminist düşüncenin bunları onaylaması da şaibelidir, zira devletin böyle bir yetkiye sahip olmasının ataerkiden başka bir açıklaması yok. Bir kişinin biyolojik ebeveynlik olması hakkında karar veren bir sistem elbette kendisinde kürtajı yasaklayacak yetkiyi de bulacaktır. Bu tür politikalar karşısında bilinçli davranmamız gerekiyor.

Öjenik uygulamalar dediğimde,  yani “iyi” ve “makul” sayılan insanların çoğalması, diğerlerinin popülasyonunun azalması adına güdülen faşizan doğum planlama yöntemlerinden bahsediyorum. Bunlar özellikle 20’nci  yüzyıl boyunca Dünya’nın çeşitli yerlerinde azınlıkları hedef aldı. “Bilim” tarihi öjeni utancıyla kirlendi.

Sağlık hakkına ulaşımın engellenmesi, medeni haklara müdahale ve doğrudan kriminalleştirilmemiz, bunların da biyolojik nedenlere bağlanmasının bilimsel olarak bir karşılığı yok çünkü bilim, hangi insanların nasıl haklara sahip olması gerektiği konusunda bir bilgi üretmez. İnsan hakları evrenseldir.

Neden konu translar olduğu zaman evrensel insan hakları göz ardı edilebiliyor? Bizim kimliklerimiz neden bir tartışma alanı oluyor? Feminizm yıllardır kadın bedeninin bir tartışma alanı olmadığını, siyaset alanı olmadığını ve de rahat bırakılması gerektiğini söylüyor. Trans kadınların da bedeni bir siyaset ve tartışma alanı değildir.

Yok sayılma, göz ardı etme, saygısızlık sarmalı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 19 Ocak 2021 tarihinde Romanya’yı, trans bir erkeğin cinsiyet kimliğini ameliyat olmadan kabul etmemesi yüzünden tazminat ödemeye mahkum etti. Kararın gerekçesi çok basit: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir” diyen 8’nci  maddesine göre, Romanya devletinin kişinin mahremine karışmıştır.

Transların özel ve aile hayatına dair bu mahremiyet hakkı, yalnız devlet tarafından değil aynı zamanda LGBTİ+ haklarını tartışan bir çok mecra tarafından çiğnenmekte. Acaba neden konu translar olduğu zaman rahatlıkla saygısızlık yapılabileceği düşünülüyor?

Translar korunmaya değer, arkasında durulmaya değer bir azınlık olarak dahi görülmüyor. Solcu kesimlerde bile “önce sınıf mücadelesi” denilerek kadın ve LGBTİ+ hareketlerine karşı direnç görüyoruz. Transların emek ve iş gücünden itilmesi, ayrımcılık sonucu yalnız kalması göz ardı edilebilir bir sorun olarak görülüyor. Bu noktada sefalete ve doğrudan ölüme itilen her transın intiharı politiktir, cinayettir.

KaosGL’nin son yayınladığı medya raporunda da görüldüğü üzere, LGBTİ+ konularında konuşuluyor olsa da o diyaloğun içerisinde biz yokuz. Özellikle translarla ilgili konular olmak üzere, LGBTİ+’ları ilgilendiren çoğu noktada görmezden geliniyoruz.

Eşit değiliz, eşitleneceksiniz.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.