Köşe Yazıları

BBB : Acayip süper analiz

0

Bugünkü yazıma ortaya süpersonik bir tez atarak başlamak istiyorum. Gelin yıllardır Türkiye hakkında ısrarla tekrarladığımız, kimi zaman “tabi ya, olur mu öyle şey, doğru vallahi” nidalarıyla doğruladığımız, kimi zaman da gözleri hafifçe kapatma/kaşları kaldırma/Anadolu topraklarına özgü damaktan ‘cık’ çıkarma/”yok öyle değil o” dörtlemesiyle karşı çıktığımız bütün bilindik analizleri bir kenara bırakalım. Deterjan reklamındaki abinin lafına uyup bildiğimiz her şeyi unutalım. “O biraz fazla dağ esintisi kokulu” derseniz André Gide olsun rehberimiz : “A benim canım, geldiğin kıyıyı gözden kaybetmeden nasıl yeni ufuklar keşfedeceksin?” (Bu da “Civilization oynamanın genel kültüre katkıları” isimli dev ansiklopediye ufak bi’ katkı olsun).

Tezimden sadece anahatlarıyla bahsedebileceğim ne yazık ki. Malum, köşeyazıları 4. nesil Holywood dizileri gibidir – başıyla sonu arasındaki mesafenin ortalama bir insan evladı tarafından elindeki yarım fincan soğumaya yüz tutmuş kahve bitmeden aşılabilmesi beklenir.

Kahve

diyince de, hani Türkiye’de yaşarken pek bi’ kahve içmezdim. Hatta kahve kültürüm 22 yaşıma kadar “nescafe mi türk kahvesi mi?” sorusuyla sınırlıydı. Ev ve yaşam dostum bi’ gün kapıdan elinde garip bi’ alet ve cakcaklı bi’ paketle girdi. Sonradan öğrendim ki paket bilmemnereden (işte geri kalmış/el verilip modernize edilmesi gereken/sefil Afrika falan ülkelerinden biri) kahve imiş, o garip alet de bi’ nevi baskıcı filtre (ama cakcak ne demek öğrenemedim hala). “Baskıcı filtre”, iyi metafor olur bak bundan. Hem baskı yapıyor, hem de beğenmediğini dibe tıkıştırıyor. Neyse, kahve diyorduk. Buraya bi’ geldim, herkes kahve içiyor. Hatta “fika” dedikleri (fi-ka! diye okunuyor. İsveç’te telafuz duba gibi, ilk heceden tutup gömüyorsun suyun dibine, sonra da birden bire bırakıveriyorsun, pırt diye fırlıyor yüzeye) bi’ gelenek var. Bi’ sürü kahve içip yanında hamur işi bi’ şeyler atıştırmak. Burada fika bi’ nevi sosyalleşme aracı, en temelinden hem de. Yeni tanıştığınız kişiye “bi’ ara fika yapalım” diyorsunuz mesela, asıl amaç sevişmekse bile. Fika aşağı, fika yukarı. Fika’dan geldik, fika’ya gidiyoruz. Fika.

Fikanın ne olduğunun yanısıra

bir bisiklet nasıl kaliteli göbek dansı yapar, onu da burada öğrendim. Geçen ay süper kaliteli dağ bisikletim çalındığından beri arkadaşın elime tutuşturduğu bi’ antika bisikletle dolanıyorum. Antika derken, hani La Vita e Bella filminde kahramanımızın bindiği bisiklet var ya, o bisiklet işte. Hayatıma giren en cool bisiklet. Gidonunda tahta var, kadrosu pamuklu bi’ giysiyle süslenmiş, ağırlığı 25+ kilo, gerisini sen düşün. Demir, has demir. Arka tekeri dönmüyordu, etraftan bulduğum bi’ teker monte ettim. Bu yüzdendir ki arka teker bildiğin 8 çiziyor. Bi’ de geçen hafta diz kapağımın 4 parmak aşağısı boyu kar yağdı burada. Hafiften ezilmiş karda iyice coştu teker. Zen ve denge, zen ve kuvvet, zen ve dikkat, zen ve atiklik, zen ve esneklik, zen ve zeytinyağı falan diyorlar ya, abi geçeceksin onu (tam da bu aşamada gözleri hafifçe kapatma/kaşları kaldırma/Anadolu topraklarına özgü damaktan ‘cık’ çıkarma/”yok öyle değil o” deme dörtlemesi iyi gider mesela). Tibet’te 2 yıl manastıra kapanacağına bu bisikletle hafiften ezilmiş karda bi’ 5 kilometre git. Fazlan çıkar, eksiğin kalmaz. Ha manastıra kapanacaksan kapan tabi, bir itirazım katiyen olmaz.  Ama “Özge ben karar verdim bilge olucam!” gibisinden bir gazsa sözkonusu eyleminin teşviklendiricisi, ferrarini sattığınla kalırsın muhtemelen, benden söylemesi.

Bilgeliğin

yolu nereden geçiyor diye sorsalar bana, önce “Abi caminin oradan sola dön, kime sorsan gösterirler zaten” tadında bi’ espri yapar, hemen ardından da gizemli bir gülümsemeyi fırına girecek çöreğin üstüne sürülen yağ gibi yüzüme yayar, bu şahane esprinin membasının mallık değil bilgeliğin ta kendisi olduğu izlenimini uyandırmaya çalışırım. Haklılık payı da yok değil aslına bakarsan (diğer bir deyişle : “Haklılık payım var” – hatta- “Bariz haklıyım da…”). Bildiği ve olduğu herşeyle dalga geçebilen kişi değil midir bilge, a dostlar? Amma illa somut ve yapması kolay birşeyler duymak istiyorsan yaklaş hele : Bi’ defa o renkli ve kokulu mumlardan, tütsülerden falan, umudu kes. Ha “odam güzel koksun diye aldım abi, sevgilim geldi mi kedinin kumundan yükselen bıçkın ve buruk koku yerine Hindistan malı huzur koksun ortalık maksat” dersen saygım sonsuz. İnternet radyosundan yükselen o meditasyon müziği de bedeni sakinleştirir/ruhu dinginleştirir/sinirlerini terbiye edilmiş dana eti gibi yumuşatır ama o kadar. Bak mesela “Yogaya başlasam olur mu?” dersen, “olur” derim. Baya’ olur (-ba derken ağzı balıkçı kayığı gibi yaymaca, ironi yaparcasına). Köyle kasaba arası birşey, diğer bir deyişle, ne köy ne de kasaba olur. Köy-kasaba kullanımı paradoksal kaçıyor aslında burada, zira bilgeliğin kaynağı, bak bunu sınavda sorabilirim, gönüllüce sade ve huzurlu bir yaşamdan geçer zira. Yoksa solaryumda uyuya kalmış, ardından saç boyatmaya seğirtmiş, hızını alamayıp bir de kaşlara kınayla girişmiş dilber gibi dolanırsın ortalıkta. Hem göze çarparsın, hem de arkandan “bırak onu ya, sahte o sahte” diye konuşur beşer-i adem. O değil de, bu yüklem-özne-yüklem üçlemelerini ne çok kullanıyormuşuz meğerse be dostum!

Ha somut ve yapılası bir takım eylemler
diyorduk. Gönüllüce sade bir yaşam anahtarsa, tavuk da anahtar deliğidir. Geçen gün biraz uzaklardan bir komşu “Haftasonu yokum, benim tavukların kafesini aç/kapa yapar mısın?” diye sordu, “Okay George, versene borç / Olmaz Maykıl bende de yok” cevabını almasıyla koşarak kaçması bir oldu (adamın adı Maykıl’dı bu arada hakikaten, şimdi farkettim bak). Gittim cumartesi günü, açtım kafeslerini, takıldılar peşime. Su verdim, yem serptim falan… Birdenbire farkettim ki ne zamandır içimde tüm boşluğuyla ağırlık yapan anlamsızlık tortusu çözülüveriyor hızlıca. Elimde nereye sokacağımı bilemediğim bir sürü anahtar vardı da sanki, şimdi de bir anahtar deliği buluvermişim. Toprak ve evlatlarıyla namodern bir temas, 3-5 gıdaklama, 1-2 avuç arpa… Kendime geldim nan. Voltaire baba pek haklıymış, bir kez daha (sayısını ben de unuttum artık bu “daha”ların) anladım.

Ne demişti Voltaire
dayı? (Teyze anne yarısıysa dayı da babanın 3 aşağı-5 yukarı bi’ oranıdır herhal). “Candide ya da İyimserlik üzerine” adlı ünlü kitabının sonunda hani… Hep birlikte hatırlayalım :

Candide’in serüven dostu, günümüz deyişiyle kankası (“hoca” da iyi gider) :

“Tüm bu olanlar var olabilecek en güzel dünyada birbiriyle bağlantılı : çünkü sonuç olarak Matmazel Cunegonde’a olan aşkınız yüzünden kıçınıza yediğiniz bir tekmeyle güzelim şatodan kovulmasaydınız, engizisyon tarafından sorgulanmasıydınız, Amerika kıtasını baştan sona yayan geçmeseydiniz, baronu kılıcınızla bir güzel şişlemeseydiniz, güzel Eldorado ülkesinde bütün koyunlarınızı kaybetmesiydiniz, burada limon reçeli ve fıstık yiyor olamayacaktınız.”

meali : Her işte bi’ hayır var abi. Görüyor musun bak nereden nereye…

Candide’in nasıl yorumlanması gerektiği konusunda tartışmaları hala devam eden efsanevi cevabı (ki kitabın son cümlesidir aynı zamanda) :

“Doğru dersin. Ama hadi gel, bahçemizi ekmemiz lazım.”

Meali :

Kimisi der, “‘Pragmatik olacaksın koçum bu hayatta’ diyor Voltaire Usta”,
“Yok yok” der bazısı, “Meliorizm dersi vermiş üstat; durmak yok devam yola”,
Benim yorumumu sorarsanız, maksat kafiye yapmak gerçi, söylerim sormasanız da,
Kilit “doğru söylersin, ama” dadır, “onu bunu bırak da, toprağın sadeliğine dön” der adeta,

Bayram-raram-rarararararam-Bayram-raram….

Candide toprağını eke dursun, kutlayan tüm ahaliye mübarek bayramlar olsun.

Tatile gidenler; benzin ağaçta yetişiyor nasıl olsa, bas gaza.

Kurban kesenler; etin süpermarket veya kasapta yetişmediğini ve can-canan-canalan üçlemesini hatırlatması vesileyle senenin en ekolojik günü olan bayram sabahı her yerde bir kargaşa, bir can pazarı olacak. Sinirlenir / acele eder gibi olursanız tokatlayıverin bi’ kendinizi, zira ibadet ederken kötü hissetmek gibi süper bi’ ikilemin kıyısında fazla vakit geçirmek kalıcı vicdani körlüğe sebep olabilir orta vadede.

Bayram namazına gidenler; çocuğunuz kolay kolay uyanmayabilir. Uyandıktan sonra da abdest almasıydı, giyinmesiydi falan, sizin kadar hızlı davran(a)mayabilir. Sinir-stres olmaya başladığınızı hissettiğiniz an “kendinizi tokatlayıverin” ilkesi sizin için de geçerli.

******

“BBB” analizi kaynadı arada sanmayın, bu metnin içinde bi’ yerlerde, adeta bir bulmaca gibi çok gizli ve sinsice saklanmış durumda aslında. 3 kelime, 3’ü de B ile başlıyor. Tahminleri yorum kısmına alalım, kelimeler bu metinde geçiyor olmak zorunda değil bu arada…  Bir sonraki yazıya kadar en doğru (ki doğru nun kriteri ne, tarife kalksam telef oluruz hep beraber) tahmini yapana da acayip sürpriz, acayip heyecan verici, acayip acayiplikte bir hediye geliyor. Öyle böyle değil, üfff… bir hediye adeta.

You may also like

Comments

Comments are closed.