Köşe Yazıları

Başbakan’ın Özel Hastanesi mi Var?

0

Başbakan Erdoğan bugün İtalya’da yaptığı açıklamada domuz gribi aşısıyla ilgili görüşünün değişmediğini ve kendisi gibi ailesinin de aşı olmayacağını söyledi. Sadece salgını değil, tartışması da bütün hızıyla süren domuz gribi konusunda Başbakan Erdoğan kendi hükümetinin politikalarına ters bir tavır almayı ve aşı kampanyasını zayıflatmayı sürdürmüş oluyor.

Erdoğan ne yapmaya çalışıyor? Başbakan’ın gerçek amacını anlayan var mı aranızda?

Evet, bugün Türkiye’de neredeyse domuz gribi diye bir şeyin bile olmadığına inanacak kadar kafaları karıştırılan ve risk grubunda olmalarına rağmen aşı yaptırmamayı tercih eden çok sayıda insan var. Bakanlığın salgın kontrol planının aksamasından sorumlu olan bir numaralı siyasi aktör ise Başbakan Erdoğan.

Doğrusu ben bir ülkenin başbakanının, bütün bir ülkeyi bu kadar etkileyecek, bu kadar ciddi bir konuda aklına geldiği gibi, düşünüp taşınmadan, ardında ciddi bir tartışma yaşanmadan konuşmuş olması ihtimalini akla uygun bulmuyorum. Hatırlanacak olursa Başbakan bu konuda konuşmaya kendi bakanıyla, kamuoyunun gözünün önünde, üstelik partisinin Meclis grup toplantısında restleşerek başlamış ve bir televizyon programında devam etmişti.

Başbakan’ın bugün İtalya’da söylediği sözlerle devam ettirdiği bu tavrın arkasında politik bir anlaşmazlık yattığını düşünüyorum. Yani bu ters düşmenin aşının yan etkileriyle ilgisinin olmadığından, çok daha derin bir politik kavganın, hatta çıkar çatışmasının dışa vurumu olabileceğinden şüphe ediyorum.

Spekülasyon yaptığımın farkındayım. Ama grip virüsü ve aşısı üzerine o kadar çok dayanaksız spekülasyon yapıldı ki, ortaya onlardan çok daha ciddi bir soru daha atmaktan zarar gelmez.

***

Sırayla gidelim…

Domuz gribi salgını daha Türkiye’ye ulaşmadan Sağlık Bakanlığı üniversitelerin ve uzmanların yönlendirdiği bir pandemi yönetimi başlattı. Bakanlıkla hemen her konuda ters düşen Türk Tabipleri Birliği’nin ve üniversitelerin de desteklediği bu stratejinin temelini halk sağlığı yaklaşımı oluşturdu.

Olması gereken de buydu… Bakanlık tedavi edici hekimliği koruyucu hekimliğe tercih ettiğini açıkça ortaya koyduğu için yıllardır eleştirip durduğumuz çizgisinin dışına çıkmış ve koruyucu sağlık hizmetlerini ön plana çıkaran bir kampanya başlatmıştı. Bu kampanyada öpüşmeyin demekten, okulları tatil etmeye kadar çok sayıda önleme yer verildi. Ama tabii ki kampanyanın operasyonel kısmının en kritik unsuru aşıydı ve asıl tartışma da orada koptu.

Meselenin, yan etki tartışmalarının ve aşı şirketlerinin ettiği kârların arkasında kalıp gözden kaçırıldığını düşündüğüm kısmı tam da burada işte:

Aşıyı devlet satın alıyordu, parası hazineden çıkıyordu ve aşılar halka sağlık ocağında, pratisyen hekimler tarafından ve risk gruplarına öncelik verilerek ücretsiz olarak uygulanıyordu. Tam da olması gerektiği gibi… Özel değil kamusal, tedavi edici değil koruyucu hekimliğe dayalı bir sağlık sisteminde yapılması gerektiği gibi…

Oysa gerçekte, bizim sağlık sistemimiz ne yazık ki böyle değil.

Artık muhtemelen kimsenin hatırlamadığı 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun tarih oldu.

Türkiye’de insanlar uzman doktorlara, özel hastanelere ve ilaç şirketlerine mahkum hale getirildiler. Devlet hastanelerine, pratisyen hekimlere ve son örnekte de görüldüğü üzere, aşı gibi koruyucu tıp uygulamalarına olan güven yerle bir edildi.

Hatta koruyucu hekimliğin yerini kişisel gelişim, diyet listeleri ve bitki çayları aldı ve böylece koruyucu sağlık hizmetleri bile toplumsal değil, bireysel hale getirildi.

Daha da kötüsü, sağlık reformu adı altında kamu kaynaklarının özel hastanelere akıtılmasıydı. Temel sağlık hizmetleri gözden düşürüldü, onun yerine pahalı tedavi yöntemleri, son moda cerrahi teknikler, her köşe başına açılan görüntüleme merkezleri parlatıldı.

Sonuçta bütün bunlar devlet politikası haline getirildi ve sağlık hizmetleri fiilen özelleştirilmeye ve tekelleşmeye terk edildi.

Bu son olayın temel niteliği bu yanlış gidişin ters yönünde yaşanan bir örnek olmasıydı.

***

Şimdi spekülasyona buyurun:

Acaba domuz gribi aşısını devlet satın almasaydı da, mevsimsel grip aşısı gibi eczanelerde satılsaydı, sağlık ocaklarında pratisyen hekimler tarafından risk gruplarına ücretsiz olarak yapılmasaydı da, özel hastane zincirleri tarafından düzenlenen çok özel kampanyalarda, isteyenlere uzman hekimler tarafından ücreti karşılığı yapılsaydı ve bu sayede kimi müstesna özel hastane zincirlerimiz birer şube daha açma şansına kavuşsaydı, Başbakan aynı tepkiyi gösterir miydi?

Yoksa acaba böyle bir durumda Başbakan ve bütün AKP kurmayları aileleriyle birlikte gazetecilere pozlar vererek aşı mı olurlardı?

Bu sorularım elbette Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın hükümetin sağlığı özelleştirme politikasına direndiği anlamına gelmiyor. Tam tersine Akdağ yıllardır bu politikanın başlıca uygulayıcısı oldu. Ama bu son olayda hükümet içinde böyle bir politik anlaşmazlık çıkmış, Sağlık Bakanlığı’nın bilim kurulunun görüşleriyle paralel olarak kamusal ve koruyucu hekimlik anlayışına uygun bir stratejiyi benimsemesinin de Başbakan’ın başını çektiği özel hastane lobisini rahatsız etmiş olabileceği ihtimalini düşünmekten kendimi alamıyorum.

Ne de olsa kamusal sağlık hizmetlerinin o kadar da kötü bir şey olmadığını kanıtlayan tek bir kritik hamleyle bütün politikalarınız alt üst olabilirdi.

***

Başlıktaki soruyu gören okurlarımız “ne yani, herkesin bildiğini bir sen mi bilmiyorsun?” demesin lütfen. Çünkü gerçekten bilmiyorum.

Ama bütün bu yaşananlar Başbakan’ın özel hastane tekelleri için çalışmanın da ötesinde, bu sektörün bir parçası olduğu dedikodularının haklı olabileceğini düşündürüyor.

Bu nedenle Başbakan Erdoğan çıkıp dürüstçe açıklamalıdır:

Kendisinin ya da aile bireylerinin bir özel hastanesi veya özel hastane zinciri var mıdır?

Başbakan özel sağlık sektöründen doğrudan kazanç sağlamakta mıdır?

You may also like

Comments

Comments are closed.