Ankaralı sanatçı Başak Acar’la bir röportaj gerçekleştirdik. Türkiye’de medya üzerinde giderek büyüyen iktidar savaşlarına uzun süreden beri hiç yabancı değiliz. Bu süreçte sanatsal üretimlerini özellikle televizyon karşıtlığı üzerinde yoğunlaştırmış Başak Acar ve çalışmalarını Yeşil Gazete olarak hem daha yakından tanımak ve hem de okurlarımıza tanıtmanın anlamlı olacağını düşündük.
Yeşil Gazete okurlarına biraz kendini tanıtır mısın?
Ben Başak Acar. Ankara doğumluyum. İkinci üniversitemi okumaktayım. İlki Mersin üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümüydü. Şimdi Gazi güzel sanatlar fakültesinde, resim okuyorum. Resim ve heykel dışında fotoğraf ve video çalışmaları da yapıyorum.
“Televizyonunu öldür” üzerine odaklandığın görülüyor…
Tabiî ki her sanatçı gibi benimde seçtiğim bazı konular var ve her konuya ilgi duymuyorum. Bunların en başında kill your tv’yi sayabiliriz. Ben tüm tv’ler ölmeli gibi bir düşünceyle işe başladığımda, bunu yurtdışında yapanlar olduğunu bilmiyordum. O nedenle başladığım harekete bir isim vermemiştim. Sonra böyle bir şey olduğunu ve “kill your tv” adında olduğunu öğrendim, henüz Türkiye’de yoktu. İlk yapan benim. Biz buna “televizyonunu öldür” diyebiliriz.Yaşamın olmadığı, renklerin çekilerek hakim bir tek renkliliğe dönüştürüldüğü yerde, çeşitlilik sözlüklerde kalmış, gündelik hayatta bir karşılığı olmayan bir sözcüğe, geri dönüşü olanaksız nostaljik bir tanıma dönüşür. Hayatın özerkliğinin ve çeşitliliğin devamı açısından tüm tv’ler kırılmalı, tüm vericiler yıkılmalı, tüm stüdyolar da yakılmalıdır.
Bu bağlamda, bireysel olarak tercihim, verilen estetik değerlerin reddi, kavramsal olarak sembolik bile olsa bu dayatma estetizasyonunun parçalanmasına atfettiğim önemden dolayı resim- fotoğraf ve video alanlarında tv’nin parçalanması konusunu işlemektir.
Peki okurlarımızın daha yakından tanıması için politik motivasyonundan bahseder misin? Aktif olarak çalıştığın, önem verdiğin örgütlenmeler ve konular nelerdir?
Bunları yaparken bulunduğum bir taraf elbette var. Örgütlü olmasam da kimseyle, fikirsel birlik içinde olduğum aynı düşünden insanlar var. Kendimi tanımlamak için anarşist sözcüğünü kullanabilirim. Uygarlık karşıtı bir tavrım da var. Savaş karşıtlarını, feministleri, eşcinselleri, hayvan özgürlükçülerini yine bu tarafta sayabiliriz. Kısaca tüm sınıf, tür,cins,ırk ayrımcılığına karşı olanlarla. Devlet ve dayatmalarının olmadığı bir dünyada mutlu yaşayacağımızı düşünüyorum. Haberleri ben arkadaşlarımdan alıyorum. Birkaç tane de izlediğim site ve düzen medyası olmayan gazete, fanzin türü yayınlardan elde ediyorum. Bu anlamda Yeşil Gazete de önemli bir haber kaynağımdır.
Çalışmalarının şiddet içerdiğini düşünüyor musun?
Bana sıklıkla gelen eleştirilerden birisi. Sen şiddet uyguluyorsun ve bununla nasıl barışı isteyebiliyorsun. Benim burada tv’ye uyguladığım ve uygulamanızı salık verdiğim şiddet (çünkü izlemeyin değil, öldürün diyorum) sağaltıcı bir şiddet biçimidir. Sizi ketleyen bir engeli yok ettiğinizde otantik kişiliğinizin çıkacağını düşünüyorum. Ayrıca bunun nesneye yönlendirilmiş şiddet olduğunu da unutmamak gerekir. Tv nin içindekileri öldürmedim ben, tv’yi öldürdüm. Haa ancak amacım kafanızdaki tv’leri ve size yüklediği doneleri de öldürmekti. O medyatik kişilerin kafanızda da ölmesi, kişilere yönelik evet sanal da olsa bir şiddettir. Devrim için yapılacak şiddetle, bulunduğumuz noktadan daha sığ bir yere gitmek için uygulanan şiddet arasında fark vardır. Reklamlar bu mesajlarla dolu, bizi akılsızca orada öylece oturan, uyuşmuş bir halde neyi tüketeceğini şaşıran kişiler yapmak istiyorlar. İşte asıl şiddet budur. Çünkü tüketim arzusu bizi terörize eder. Benim yaptığım devrimci bir hareket olmayabilir şu an için. Eğer bir gün herkes tv’lerini kırarsa, o gün devrim olabilir. Çünkü devrim televizyondan yayınlanmayacak. Kırmak: Tavlada karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak. Onu oyun dışı bırakalım. Sen izlemezsen gösteri olmaz, izleme gösteriyi!
Peki hiç tv izlemiyorsun ama çalışmalarında, bir şekilde medyayı takip ettiğin görülüyor. Örneğin Beat Kuşağı Antolojisi veya vicdani red konusunda Volkan Sevinç’in tablosunu yapıyorsun. Nasıl haber alıyorsun, gündemi nasıl takip ediyorsun? Bir tv karşıtının bu konudaki çözümü nasıldır?
Medya tabiî ki sadece tv değildir. Gazeteler, reklam panoları, cep telefonları, süpermarketler hep onun uzantılarıdır. İnterneti de bunun içinde sayabiliriz. Ancak internet televizyon kadar düşük güvenirlikli değildir. Kendi hayatımda cep telefonu ve tv kullanmıyorum ama ben de internet kullanıyorum. Onda kişilere özel bloglar sayfalar bulabilir. Hatta tv de asla gösterilmeyecek haberlere ulaşabiliriz. Yinede onun da olmamasını isterdim. Bazıları internetin tv’nin yerini aldığını söylüyorlar oysa tv izleme oranı ve obezite her geçen yıl artış gösteriyor. Ve hiçbir medya aracı tv kadar anti-interaktif değildir. O sizi atıl bir konumda hep izleyen tutar. İnternette siz de oyuna katılabilir ve bazen bozabilirsiniz de, belli oranda oyunu. Kimse televizyonu üreten fabrikalar olmasa evinde oturup tv üretmeye kalkmaz. O tamamen insanları manüple etmek için yaratılmıştır. Bu anlamda tv’yi medyadan ayrı zararsız bir icat olarak görmüyorum. İnternetle işte bu noktada ayrılıyorlar. Tv ye bir soru sorarsınız ve size yanıt vermez. İnternet size, eh hadi yine cevap verebilir.
Beat kuşağı antololijisiyle ilgili olayları bilmek için medyaya gerek yok. 6.45 okuru olmak yeterli. Volkan Sevinç ise eski bir arkadaşımdır. Ahali gazetesini internetten ya da basılı okumakta yine onlarla ilgili bilgi almaya yetiyor.
Çalışmalarımı erotik ya da pornografik bulanlar var. Bense sadece bunlardan öğeler kullanıyorum. Asıl fetiş ve porno yaratan, eril tv akıldır. Onun elinden bu özelliği alıp, kendime geçirip, kendimi seyredilen ve bir yandan da kendimi, oyunu bozan oyuncu, aktif konuma getiriyorum. Onu, onun silahıyla vurmak gibi. Onu kırarken bir sadistik haz da aldığımı saklayacak değilim. Öldürdükten sonra üzerine koyduğum ayağım, eril tv aklın üzerine koyduğum ayağımdır. Neden tv erildir, oysaki hep kadını meta yapar derler. Doğrudur kadın metadır ama onu kullanan kadın değil eril zihniyettir. Tv erildir.
Tv karşıtı tavrın ne zaman başladı? Örneğin seni etkileyen ilk olay nedir?
Ben 77 doğumlu birisi olarak siyah beyaz ekranlı bir dünyaya doğdum. Çocukken tv’nin ne yalancı bi şey olduğunu bilinç düzeyinde anlayamasam da, hücresel olarak hissediyor olacağım ki, ilk televizyonumu 5 yaşımda yaktım. Annem ve babam çalışıyorlardı. Ben eğer anaokuluna gitmiyorsam evde olur onların gelişini beklerdim. Bu çok sıkıcı bir durumdu benim için. 9. kattaki evimizde, her yer beton ve aradığınız sevgiyi, ilgiyi göremiyorsanız, içten içe oyunlarınız zarar vermeye başlıyor etrafa. Televizyonun açma düğmesine basıp sonra hemen kapıyordum ki o arada çıkan ışıkları görmek öyle zevkli oluyordu. Tabi bunu çok yaparsanız yanıyor alet. Daha sonraları bunun pek de zararlı değil, yararlı bir davranış olduğunu keşfedecektim. İlerleyen zamanlarda izlediğim Körfez Savaşı görüntüleri, uzaylı otopsisi, evlilik programları, çocuk bezi reklamları bana bunu kanıtladı. Ona bilinçli tepkilerim şöyle başladı; “hıı hıı tabi tabi” diyerek izlemek, sesini kısıp gece lambası yapmak, yada görüntüsünü izlemesem de açık bırakmak, izlemeyi tamamen kesmek, 2009’da bahçeye indirip parçalamak, Kurtuluş köprüsünden atmak, başka bir arkadaşıma patlattırıp videosunu çekmek, öldürmek isteyenleri teşvik etmek. Bu konuda her tür bilgiyi yaymak. Resimler, fotoğraflar, videolar çalışmak.
Televizyona geçersek; bize biraz kendi baktığın çerçeveden televizyonu anlatır mısın?
Televizyon elektromanyetik dalga halinde yayınlanan görüntü ve seslerin ekranlı ve hoparlörlü elektronik alıcılar sayesinde görüntü ve sese çevrilmesini sağlayan bir haber iletme yani propaganda aracıdır. Tv ve medya ayrı değildir birbirinden. O nedenle ben medya karşıtıyım demekle tv karşıtıyım arasında bir fark yoktur. Kimse tv yi medya olmazsa izlemez. Bir ekran alır ona dvd player veya bilgisayar bağlar, istediğini izler. Kitleleri manüple , hipnotize etmek için geliştirilmiş en düşük güvenilirlikli makinadır. Çok acı bir savaş görüntüsünün ardından, çocukların öldürüldüğünü izlettikten sonra (biz kahvaltı ederken) hemen ünlü pop starlarımızın özel hayatına geçiş yapabilir. Bu hızlı akış sayesinde bizde ne izlersek izleyelim yabancılaşırız ve kanıksarız her olayı. Çocukken ailece oturup uzaylı otopsisi izlediğimizi hatırlıyorum, hiç şaşırmamamız aslında bir rastlantı değildi. Neil Armstrong’un aya inişini de aynı normallikle izledik.Bugün, eğer söylendiği gibi ay yüzeyinde bir atmosfer yoksa rüzgarda olmaması gerekir, eğer öyleyse resimlerde gördüğümüz Amerikan bayrağı nasıl oluyor da sürekli dalgalanıyor gibi sorular var karşımızda. İkiz kulelere yapılan saldırıyı Amerika’nın kendisinin tasarladığı söylentisini duymayan kaldı mı? İşte 1984’ün günümüz versiyonu. “Bu dünyada hilekarlar bile aldanır” Guy Debord.
Sürekli izleyen olmak ve ne verilirse ona razı olmak, bu kadar atıl kalmak pasifleştirmişti bizi. Artık ne verirlerse almak zorundaydık. Yani nesne özneyi kırılmaya uğratmıştı. Kendi doğru formlarını sinsice sunmaya başladı. Öyleki imge dünyasının gerçekliği silme tehlikesiyle karşı karşıyaydık. Gerçek gökyüzündeki kuşlardı biz onları belgesellerden izledik. Savaş dibimizdeydi, biz Afrikalı çocuklara acıdık. Cinsellik en yakınımızdaki kişideydi, biz film yıldızlarında aradık. Biz hep güzeldik, büyük sermayelerse bize nasıl sözde güzel olunacağını anlattı, ne yememiz gerektiğini nasıl davranmamız, ne tip bir eş bulmamız, nasıl giyineceğimizi …ekranları ve perdeleri çoğalan yanılsamalar dünyasında kaybolduk. Bu sanal dünya matrix gibi hiper gerçek oldu. Ancak bu noktada yaratıcılık yoktur, çünkü baskı devam etmektedir. Gerçek artık gerçeküstü olmuştur. Bu durumda kırılması gereken televizyonun ta kendisidir. Baudrillard’ın da dediği gibi “eksiltmek gücü getirir, güç yokluktan doğar.”
25. kareler, sübliminal mesajlarla görsel, işitsel ileti gönderebilmenin tüm olanaklarıyla gündelik hayatlarımıza saldıran tüketim çıldırtıcısı,terörist, bölücü, sınıf, cins, tür ayrımcısı bu aygıt, popüler tabirle aptal kutusu dense dahi, izleyicileri yöneten sınıfların elindeki kumandadır. İzleyenlerse istenilen görüntülerin aksettirildiği ekranlara dönüştürülmektedir. Yoksa siz kumandanın sizde olduğunu mu sanıyorsunuz?
Subliminal mesaj?
Subliminal telkin yöntemi bilinçüstünü devredışı bırakarak direk bilinçaltına mesaj gönderme yöntemidir. Subliminal telkin yöntemleriyle inanılmaz şeyler yapılabilmektedir. Bu teknikte, kaydedilen ses, insan kulağının duyamayacağı bir frekansa çıkarılmıştır. Siz duyamasanız da bilinçaltı ortamdaki sesi algılar. Kulaklık gerekmemektedir. Bu tekniği Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Körfez Savaşı sırasında Irak askerlerine karşı kullandığı bilinmektedir. Gücü öylesine yüksektir ki duyma özürlülerin de bu teknikle mesajları algıladığı bilimsel çalışmalarda kanıtlanmıştır. Iraklılara “ direnmenizin faydası yok” mesajı gönderilmişti.
Bizim şu kanalı ya da bu kanalı, şu markayı ya da bu markayı almak, aslında farkı olmayan c partisi ya da p partisi dışında bir seçim hakkımız kalmadığında, 1 saniyelik izlediğimiz bir reklam bile bize davranış biçimi olarak yansıdığında, aşk dediğimizde artık elimizi cüzdanımıza attığımızda, çok uluslu şirketlerin kazanması için sabah akşam bir işe girip çalıştığımızda, fast food zincirleri alıp başını gittiğinde (ki sağlık uzmanları ıssız bi adada kalsanız bile fast food yemeyin diyor), GDO’dan başka artık yiyecek hiçbir şey kalmadığında ve sen bunu izlediğinde artık ölüsün, yaşamıyorsun! … John Zerzan’ında dediği gibi;” Makine hissetmez, asla acıkmaz. Asla susamaz ve asla uykusu gelmez, Asla korkmaz, mutlu olmaz yada üzülmez. Tanıma göre makine ölüdür ve makineler üzerine kurulu bir toplum da zombi toplumdur.” … Ve sonra şunlar terörist, bunlar bölücü derler. Ben bundan öte bir terörizm göremiyorum.
Boş vakit istiyorum, gün içinde ne istersem onunla ilgilenmek, sade ve dolu bir hayat, ne alsam ne tüketsem diye düşünmeden yaşamak, güzel olduğumu düşünerek, peynir almakla silah almak arasında bir farkın olduğu bir hayat istiyorum. Bence herkes bunun özlemini çekiyor. Ama öylece oturup kokuşmuş bir halde tv izliyor, cep telefonuyla hava atıyor, hangi marka ayakkabısı olduğunu kendine güvenmekten daha çok önemsiyor. Çünkü tüm tv izleyenlerin içinde küçük küçücük, kendini sevme yeteneğinden yoksun, kuruntular, kıskançlıklar, sinir dolu, düşünceleri salt cinsellik etrafında dönen, buna rağmen doğru dürüst sevişmesini beceremeyen insancıklar yarattılar. Biz bu halle ancak untermensch oluruz. Dinlediğimiz haberlere değil, kendimize inanmalıyız. Kilo verme programları izlerler ama kıçlarını kaldırıp bir bahçeye inip oturmak istemezler. En son ne için delice tutkuyla çalıştınız! Yaşamdan mutluluk istiyorsanız güvende olmayı aramaktansa onun içinizde olduğunu duyumsamalısınız artık. Bize sürekli sex empoze ediyorlar ama cinselliğimizi özgürce yaşamamıza engel oluyorlar. İşte bu yüzden adım atacak halimiz yok, boğuluyoruz, içimizdeki yumruk her geçen gün büyüyor. Çünkü biz pis düşüncelerle dolmuş sefil yaratıklarız, suçlu ve pisiz, bize söylenen bu. Hayır değiliz. Biz koca bir enerji mıknatısının üzerinde duran ve enerji bulmak için sağa sola bakınan, et yersem bolca enerjik olurum sanan, daha çok enerji üretimi için nehirleri kurutan varlıklarız. Bu gerçekten çok komik. İşte tüm bunları anlayabilmek için ve bu kanlı oyundan uzaklaşabilmek adına haydi sende bir yerinden başla ve öldür televizyonunu!
Bana hep aynı şeyi anlatıyorsun diyorlar. Onlara şu karşılığı veriyorum, aynı şeyi dinlemekten sıkılsaydınız, bunu bana değil düzenin medyasına söylerdiniz. İnsanlar medyayı takip ettiği sürece, ben de onu eleştirmeye devam edeceğim. Bulunduğum yerden şu anda bunu en iyi sanat çalışmalarımla yapıyorum. Bunu yapmayı ne kadar ilerletebilirsem, o kadar götüreceğim.
Başak Acar ve çalışmalarını blogundan takip edebilirsiniz.
Röportaj: Ramazan Kaya \ Yeşil Gazete – Sanat