Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Akademi, akademisyen ve üniversite üzerine düşünceler-1

0

Hep yazmak isteyip bir türlü başlayamadığım bir konuya nihayet adım atabilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Fakat bu öyle bir konu ki, bir değil pek çok yazıyla ancak altından kalkılabilecek kapsam ve derinlikte. Fırsat buldukça bu konunun farklı boyutları hakkındaki düşüncelerimi birbirini tamamlayan ayrı ayrı yazılarla aktarmaya çalışacağım.

Tercih kıskacındaki bir gençlik

Sınav sonuçları açıklandı ve tercihler yapılmaya başlandı. 5 Ağustos’a kadar adaylar tercihlerini yapacaklar. Bu sırada özellikle vakıf yükseköğretim kurumları adayların aklını çelmek için olmadık yöntemlere başvuracaklar. Hepsi tek amaçlarının öğrenciye daha iyi bir eğitim[1] vermek olduğunu değişik yol ve yöntemlerle adayların zihinlerine sokmaya çalışacaklar. Peki, bu gerçek mi? Yani üniversitelerin, özellikle vakıf yükseköğretim kurumu[2],[3] statüsünde olanların tek amacı öğrenciye daha iyi eğitim vermek mi? Gelin, birlikte tartışalım konuyu.

Üniversitede eğitimi kim verir? Halk arasındaki tabir ile hoca, yasal tabir ile öğretim elemanı. Bu tabir içerisine araştırma görevlisinden profesöre kadar pek çok unvan girer. Üniversitenin diğer tüm unsurları, yani binalar, laboratuvarlar, eğitim-öğretim teknolojileri, ders materyalleri, kütüphaneler, idari personel vb. öğretim elemanının verdiği eğitimin kalitesini destekleyici yönde etki yapar. Ama asla öğretim elemanının yerini alamaz. İyi bir öğretim elemanı bunların hiçbiri olmadan sokakta bile öğrencisine ders anlatabilir. Ancak bunların hepsi kusursuz nitelikte olsa bile öğretim elemanı olmadan iyi bir eğitimin gerçekleşmesi mümkün olamaz.

Öğretim elemanı açısından Türkiye’deki üniversiteler

O halde önce üniversitelerin öğretim elemanı durumuna göz atmak gerekir. Bu açıdan farklı üniversiteleri birbiriyle karşılaştırabilmek için kullanılabilecek en iyi gösterge bir öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısıdır. Bu sayı ne kadar düşükse eğitim kalitesi açısından durum o kadar iyi demektir. YÖK tarafından hazırlanan ‘Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu 2021e göre Türkiye’de;

  • 2021 yılında 129’u devlet üniversitesi, 78’i vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 207 üniversite bulunmaktadır.
  • Bu üniversitelerde 2019-2020 yılında örgün öğretimde programlarında öğrenim gören toplam öğrenci sayısı 3.740.332’dir. Bu öğrencilerin 3.124.705’i (%83,5’i) devlet üniversitelerinde, 615.627’si (%16i5’i) vakıf üniversitelerinde kayıtlıdır.
  • 2020 yılında üniversitelerde görevli toplam öğretim elemanı sayısı 174.494’tür. Devlet üniversitelerinde görev yapan öğretim elamanı sayısı 147.853 (%84,7), vakıf üniversitelerinde görev yapan öğretim elamanı sayısı 26.641’tir (%15,3).
  • Devlet üniversitelerinde bir öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı 21,13 iken vakıf üniversitelerinde bu sayı 23,10’dur.

Bu rakamların ne anlama geldiğini anlamak için dünya standartlarına da göz atmakta yarar var. Times Higher Education tarafından 2016 yılında yapılan Dünya Üniversiteleri Sıralamasındaki ilk 800 üniversitenin öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı ortalaması 16,5. İlk 100’deki hiçbir üniversitede bu sayı dokuzdan fazla değil. Elbette öğretim elemanı başına öğrenci göstergesinin ideal eşiği fakülte, bölüm, program bazında değişiklikler gösterebilir. Tıp ve mühendislik gibi uygulamalı eğitimin ağırlık kazandığı alanlarda bu eşik daha düşük, genellikle teorik eğitimin ağırlık kazandığı sosyal bilimler alanında daha biraz daha yüksek olabilir. Fakat neresinden bakarsak bakalım Türkiye’deki rakamların hem devlet hem de vakıf üniversiteleri için çok kötü olduğu açık.

Öğretim elemanı sayısı kadar önemli bir diğer konu da öğretim elamanın niteliği. Niteliği tanımlamak için farklı göstergelerden yararlanılabilir. Bu göstergelerin bir kısmı için veri elde etmek ya çok zor ya da o verilere erişmek bir köşe yazısına ayrılabilecek olandan çok daha fazla zaman ve enerji gerektiriyor. Ulaşabildiğim verilerden ikisiyle Türkiye’deki üniversitelerin öğretim elemanı niteliği hakkında fikir vermeye çalışayım. Bu verilerden biri öğretim elemanının unvanı. Pratikte %100 karşılığı olmasa da teorik olarak bir profesörün bir doçentten, bir doçentin bir doktor öğretim üyesinden, doktor öğretim üyesinin öğretim görevlisinden ve onun da araştırma görevlisinden daha nitelikli olduğunu varsayabiliriz. 2020 yılı verileriyle devlet ve vakıf üniversitelerinde görev yapan profesör, doçent, doktor öğretim üyesi, öğretim görevlisi ve araştırma görevlisi sayılarının toplam öğretim elemanına oranları sırasıyla şu şekilde. Devlet üniversitelerinde: %16,2; %9,9; %22,0; %20,5; %31,2. Vakıf üniversitelerinde ise: %17,0; %7,6; %31,2; %27,5; %16,4. Yasal olarak ders verme yetkisi olmayan araştırma görevlileri devlet üniversitelerinde görev yapan öğretim elemanlarının çoğunluğunu oluşturuyor. Diğer yandan, araştırma görevlileri geleceğin ders verecek öğretim elemanları. Yani üniversitenin kendi hocasını yetiştirmesi açısından bu orana olumlu gözle de bakılabilir. Vakıf üniversitelerinin, öyle anlaşılıyor ki hoca yetiştirmek gibi bir dertleri yok. Vakıf üniversitelerinde daha yüksek oranda olmak üzere, hem devlet hem de vakıf üniversitelerinde ders verebilecek öğretim elemanlarının çoğunluğunu öğretim görevlileri ve doktor öğretim üyeleri, yani teorik olarak daha düşük nitelikli öğretim elemanları oluştururken profesör ve doçent olanların, yani teorik olarak daha yüksek nitelikte olan öğretim elemanlarının oranları epey geride kalıyor.

Öğretim elemanı kalitesini tanımlayabilecek göstergelerden biri de üniversitelerin öğretim elemanlarına ödedikleri ücret ile gelir ve giderlerine göre öğretim elemanlarına yapılan harcamaların oranı olabilir. Bu göstergenin mantığı şu: Daha nitelikli öğretim elemanına daha yüksek ücret ödenir. Tabii bu gösterge devlet üniversiteleri için bir anlam ifade etmez. Çünkü devlet üniversitelerinde aynı kadroda görev yapan öğretim elemanları aynı ücreti alırlar temel olarak. Niteliklerine göre bir ücretlendirme sistemi bulunmamaktadır. Vakıf üniversitelerine ilişkin aşağıdaki bilgileri Yine YÖK tarafından hazırlanan ‘Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2021’ adlı rapordan yararlanarak aktardım.

Önce Haziran 2021 itibariyle değişik kadrolarda görev yapan öğretim elemanlarına en yüksek ve en düşük ücreti veren 10 vakıf üniversitesine bakalım:

Yukarıda profesör kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarına en yüksek ve en düşük ücreti ödeyen 10 vakıf üniversitesi yer alıyor. Aşağıda ise doçent kadrosunda çalışan öğretim elemanlarına en yüksek ve en düşük ücreti ödeyen 10 vakıf üniversitesini görebilirsiniz.

Dileyenler tam listeler ile doktor öğretim üyesi ve öğretim görevlisi kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarına ödenen ücretlere göre vakıf üniversitelerinin durumunu raporun tamamını indirerek inceleyebilirler. Bu arada YÖK’ün araştırma görevlilerine ödenen ücretlerle ilgili bir liste hazırlamamış olmasını da olumsuz anlamda dikkate değer buluyorum. Zira araştırma görevlileri, yukarıda da belirttiğim üzere geleceğin ders verecek hocaları olduğu gibi bugün verilen derslerin kalitesini şekillendiren en önemli etkenlerden biri aynı zamanda.

Elbette belirli kadrolardaki öğretim elemanlarında diğerlerine göre daha yüksek ücret ödemek önemli bir gösterge. Ancak madalyonun bir diğer yüzü de öğrencilerden alınan ücretlerle oluşan gelirlerin ne kadarının öğretim elemanlarına aktarıldığı veya toplam giderler içerisinde öğretim elemanı harcamalarının nasıl bir paya sahip olduğu. Aşağıdaki iki tablo bu açıdan en iyi ve en kötü 10 vakıf üniversitesini gösteriyor (sıralama toplam giderler içerisinde öğretim elemanı giderlerinin oranına göre yapılmış).

Bu listelerin özellikle yeni kurulan, henüz yatırım aşamasında olan, öğrenci gelirlerinin henüz belirli bir düzey ve istikrara ulaşmadığı üniversiteler için çok anlamlı olmadığının farkındayım. Örneğin 2015 yılında kurulmuş olan İbn Haldun Üniversitesi öğrenci gelirlerinin neredeyse beş katını öğretim elemanlarına öderken, bu miktar toplam giderler içerisinde %13 gibi düşük bir orana karşılık geliyor. O nedenle yukarıdaki 10’ar üniversiteye ve listenin tamamına bakarken kuruluşu 10 yıl ya da daha eskiye dayanan, kuruluş ve gelişim aşamalarını tamamlamış üniversitelere bakmak çok daha yararlı olur. Örneğin, profesör ve doçentlere en yüksek ücreti ödeyen Koç Üniversitesinin öğretim elemanlarına yaptığı ödemenin toplam giderler içerisindeki payının yalnızca %11 olması ve bu açıdan 72 vakıf üniversitesi içerisinde 69’uncu sırada yer alması dikkate değer olsa gerek. Profesörlere en yüksek ücret ödeyen diğer dokuz üniversitenin aynı sıralamadaki yerini de belirteyim de, kan gövdeyi götüren tercih döneminde herhangi birisi için olumlu ya da olumsuz bir algı yaratmaya çalıştığım sanılmasın: Özyeğin Üniversitesi 46’ncı, Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi 49’uncu, Sabancı Üniversitesi 43’üncü, Sanko Üniversitesi 1’inci, Kadir Has Üniversitesi 15’inci,  Hasan Kalyoncu Üniversitesi 26’ncı, İstanbul Aydın Üniversitesi 60’ıncı, İstinye Üniversitesi 70’inci ve İbn Haldun Üniversitesi 65’inci.

Çok bölümlü bir yazı dizisinin ilk bölümü bile uzadıkça uzuyor. Öğretim elemanı ile iş bitmiyor elbette. Daha bu işin kütüphanesi, laboratuvarları, yurt ve sosyal olanaklar gibi pek çok bileşeni var.  Ayrıca, bence bunlardan çok daha önemlisi, akademi nedir, akademisyen kimdir sorularına sağlıklı yanıtlar oluşturmak şart. İndeksle yatıp indeksle kalkan üniversite ve akademisyen anlayışına da bir çift sözüm olacak elbet.[4] Bu yazıyı giriş olarak kabul edelim. Değerlendirmelerimde bir yanlışlık ya da eksiklik varsa yararlandığım kaynaklar herkese açık. El elden, akıl akıldan üstündür. Fırsat buldukça bu diziye pek çok başka bölüm ekleyeceğim. Şimdilik burada bir nokta, aslında bir noktalı virgül koyarak tamamlamış olayım.

*

Not: Her yıl olduğu gibi Ağustos ayını olabildiğince dinlenmeye ayıracağım. O nedenle, eğer yazmamı gerektirecek olağandışı bir durum olmazsa Eylül ayının ilk cumartesi gününe kadar sağlıcakla kalın.

[1] Eğitim, öğretim ve eğitim-öğretim birbirleriyle ilişkili ama anlam olarak farklı terimler. Bunun farkındayım. Ancak bu yazıda bu farklılıkları görmezden gelerek birbirlerinin yerine kullanabilirim.
[2] Üniversite statüsünden olmayan bağımsız vakıf meslek yüksekokulları da bulunmaktadır. Ancak bu kurumların sayısı çok az olduğu için yazının bu noktasından sonra hepsine üniversite, devlet üniversitesi ya da vakıf üniversitesi diyeceğim.
[3] Sanılanın aksine Türkiye’de özel üniversite bulunmamaktadır. Anayasa vakıf üniversitelerine izin vermekte özel üniversiteye izin vermemektedir. Özel ve vakıf üniversitesi arasındaki fark yasal olarak şudur: Özel üniversite sahipleri üniversite gelirlerini herhangi bir özel şirket geliri gibi değerlendirebilir. Ancak vakıf üniversitelerinde gelirin tamamı üniversite için kullanılmak zorundadır. Üniversite dışına para transferi yapılamaz. Tabii bu işin yasal boyutu.
[4] Bu cümleyi okuyanlar benim kendimi iyi bir akademisyen olarak tanımladığımı sanabilir. Hayır, değilim. Ama iyi akademisyenin ne olduğunu bildiğimi düşünüyorum. Dolayısıyla, bu yazı dizisinden yapacağım hiçbir değerlendirme benim kişisel özelliklerimle bağlantılı değildir.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.