Köşe Yazıları

Afyon’da yıkılan duvarlar

0

Toplumsal tartışmaların gelip tıkandığı yerler, direnç noktaları vardır. Toplumda geniş kesimlerin ortaklaştığı (varsayılan) savlar, yargılar ve değerlerin kesişim noktalarıdır bu eşikler.

Eşitliğe karşı tahakkümü, özgürlüğe karşı baskıyı, barışa karşı savaşı devam ettirmek isteyenler bol bol yararlanırlar bu direnç noktalarından. Tekrarlana tekrarlana, kafalara kaktırıla kaktırıla “hikmetinden sual olunmaz, tartışılmaz mutlak gerçekler” haline getirilmeye çalışılan böylesi önyargılar üzerine inşa ederler kara propagandalarını; tahakküm, baskı ve savaştan faydalanan zalimler.

Sorgulayanlara “hain” denmesi de bundandır. Korkarlar kara propagandaların sahibi zalimler. Korkarlar çünkü bilirler, o eşikler çok kırılgandır. İnsanlar zulmü, sömürüyü, riyakarlığı gördükçe biriktirirler gizli saklı bi’ yerlerde öfkelerini. Büyür de büyür o tepki. Bir gün biri çıkar, yürekleri parçalayan bir feryat koyuverir, son damla da düşer o gizli-saklı bi’ yerlerde biriktirilen öfkelere.

Eşik kırılıverir. Hakikatin, vicdanın, doğrunun önünde darmadağın olur kara propagandacıların zalim kandırıkçılıkları.

Türkiye’deki o eşiklerden biri de, hiç kuşkusuz, “şehitler ölmez-vatan bölünmez”le “vatan sağolsun” nidaları. “Devletimiz muktedirdir” dayılanmaları. “Ölenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı” sahtelikleri.

Zorla emrine soktuğu, eline cebren silah tutuşturduğu, güya “emanet aldığı” insanların ölümlerini “deftere atılmış bir çentik daha” hesabıyla tutanların kara güneş gözlükleri arkasından ezbere söylediği rahmet dualarından, verdiği taziye mesajlarından hangisi gerçek, içten, samimi olabilir ki? Üzülüyormuş gibi bile yapamayan, “hata yaptık” demekten aciz, gülünç kibirleri yüzünden sonuna kadar ve tartışmasız haksızken bile “bizi yıpratmayın” mesajı verenlerin, son cümlelerinin en sonuna sıkıştırdıkları “Şehitlerimize rahmet…” dilekleri riyakarlığın canlı-kanlı örnekleri değilse nedir?

Zaten hemen ardından “yakınlarına sabır…” derler. “Sabredin, biraz daha ölün. Yeter ki bize başkaldırmayın, sizi sömürmeye devam edelim.”

“Sabredin, ölmeye devam edin.”

Hepsi yalandır. Koca birer yalan. Ve bunu herkes bilir. Bildiğinin henüz farkında olmasa da bilir. Bildikçe de o gizli-saklı bi’ yerlerde habersizce biriktirdiği öfkesine katık yapar.

“Millet olarak birlik beraberlik içinde olmamız gereken…” yalanı papağan gibi tekrarlandıkça sulanır, anlamsızlaşır, sinir bozucu olmaya başlar.

Eşiği, direnci ayakta tutan duvar çatlamıştır. Patlamak üzeredir.

***

Türkiye’deki toplumsal durumu, “ben ve habitus’um” dışında olanların halet-i ruhiyelerini takip etmek için kullandığım yöntemlerden biri de şu: Habertürk’ün sayfasına girer, bu bahsettiğim eşiklerle ilintili önemli olayların haberlerini bulmaya çalışırım. Her defasında başarılı olduğum söylenemez, zira Habertürk’ün doğru düzgün habercilik yaptığı sık sık görülen bir durum değildir.

Nispeten iyi yapılmış bir haberlerini bulduğumda ama, hemen oturur, altına yazılan okuyucu yorumlarını okurum. Kimi zaman yüzlerceyi bulur bu yorumlar. Üşenmem, okurum. Yorumlara yapılan yorumlar, okuyucular arasında geçen kısa tartışmalar misal, benim için bulunmaz nimettir.

Çünkü Habertürk okuyucuları, bu ülkenin büyük kısmını temsil ederler. Solcuların, özgürlükçülerin, Yeşiller’in, gerçek demokratların, meseleleri tartışırken “direnç noktalarını” pek de iplemeyenlerin “Bu ülkeden bi’ cacık olmaz” serzenişlerinde bulunurken hayallerine getirdikleri (doğru bi’ şey midir bu?!) “bu ülke”dir onlar.

***

Afyon’da gerçekleşen patlamanın üzerinden neredeyse 3 gün geçti. (Zorunlu) askerlik denen saçmalığın, herkesin tek vücut olup reddetmesi gereken “vatan borcu” yalanının, ortak tarihimizdeki en büyük darbeyi aldığı o kara çarşambanın ardından önce “9 yaralı var canım, bi’ şey yok” dendi. Sonra “Olur böyle şeyler”. Özgür Mumcu’nun çok haklı olarak sorduğu “Bu vesileyle… Bir vali ne işe yarar?” sorusuna Afyon valisi (Genelkurmay başkanıyla beraber, üstelik) çok açık, kafalardaki bütün soru işaretlerini bitiren, tartışmalara son noktayı koyan bir cevap verdi varlığı ve edasıyla.

İhtiyacımız olan, o son damlayı görünür kılan, musluğu açık bırakan haber de tam bu sırada geldi, Habertürk’te: Ölen askerlerden Burak Umut Gedik’in evine “oğlunuz öldü” haberi vermeye gelen askeri görevlilere, Gedik’in dayısı “Geç kalmadınız mı!” dedi. Yetmedi, teyzesi de “Bu şehitlik değil, katliamdır. Devlete karşı her türlü davayı açacağız” dedi.

“Vatan sağolsun” yalanına ortak olmadılar onlar.

“Canımız feda sizin saçmalıklarınıza, kibirlerinize, cebinize, riyakarlığınıza, kötü kalpliliğinize, sömürü düzeninize” de demediler.

Olanı-biteni, bu topraklarda en aşağı 40 yıldır olup bitmekte olanı ismiyle çağırdılar.

Sabırlı olması dilenen ölen asker yakınlarıydılar. Sabrımız sonsuz, sizin bu katliamın hesabını vermeniz için sabırla, bıkmadan uğraşacağız, dediler.

İsmiyle çağırdılar olanı. İsmiyle çağrılansa gelir mutlaka, ama yavaş yavaş, ama koşa koşa.

***

Haberin altında okuyucu yorumlarını okudum. Sevindim, çok sevindim. İçim içime sığmadı. Bu ülkenin muhtemelen dört bir yanından, farklı yaşlarda ve mesleklerde, farklı partilere oy vermiş/veren yüzü aşkın kişi son damlanın da düştüğünü, eşiğin yıkılmaya başladığını haykırıyordu adeta. Hem de muhtemelen çoğu “adam”dı, erkek yani. Toplumsal sistemin içinde ölmeye-öldürmeye-iktidara-sömürmeye-hiyerarşiye yatkın ve yakın büyütülenler.

Gizli-saklı bi’ yerlerde büyütülen o öfkenin son damlaları birikti o haberin altında. Üç-beş örneği aşağıya aldım, dokunmadan

evet mutlaka hesap sorulmalı ama o komutandan değil.. milli savunma bakanlığından başbakandan genelkurmaydan hesap sorulmalı. askerlik irdelenmeli.. vatan borcu diye millet kandırılıyor kimsenin bu vatana borcu olduğu düşünmüyorum

lafa gelince de yok dünyanın bilmem kaçıncı büyük ordusu, yok dünyanın en güçlü bilmem kaçıncı ordusu…… birinin artık gerçekleri gizlemeyip bu orduyu sıfırdan yapılandırması gerekiyor.

asker, komutan da olsa herkes yaptigi hatanin hesabini vermeli. vatan millet sehitlik vs. diye insanlari gaza getirip uyutma ve hatalari örtbas etme dönemi gecti. aile cok hakli. devlet kendi himayesinde olan o 20 yasindaki cocuklarin hayatindan sorumlu degil mi ?

gençleri askeriyede kendi uşakları olarak gören komutan,böyle olaylara takdiri ilahi diyen siyasetçi ne kadar midemi bulandırıyorsa,vatan sağolsun diyip sineye çeken ailelerde midemi bulandırıyor,vatan sağolmasın çocuklarınızın hakkını arayın kolay mı okutup büyüttünüz.hakkınızı aramazsanız vatanın şehitliğin dinin arkasına sığınmaya devam edecekler,görün gencecik mühendis öldü gitti

Bunları okuduğunuzda “Ama tam sistem eleştirisi yok ki, militer bir tını var yine de.” demeyin. Direnç duvarlarında hangi tuğlanın çatladığı çok önemli değil. Yalan tuğlalarından biri ortaya çıktığında diğerlerinin de dayanağı kalmıyor çünkü, çatlamalarına ise ramak kalıyor. Aynı yalan duvarının yalanları hepsi, ne de olsa.

Hasıl-ı kelam, Türkiye eşitsizlikten, vicdansızlıktan, sömürüden, tahakkümden, baskıdan arınmaya bir koca adım daha yakın bugün. Pratikte “zorunlu şehitlik” şeklinde vuku bulan zorunlu askerlik saçmalığından kurtulmamıza.

Afyon’da ölen askerlerin hepsinin (varsa yukarıda bir yerlerde) cennete gidecek olması da bundandır. “Vatan için can verdikleri…” falan yalanından değil.

Toplumun hakikate, doğruya, özgürlüğe ve yeryüzündeki cennete gözlerini biraz daha aralamasını sağladıklarından.

Ha bir de, Genelkurmay da sağolsun, varolsun. Gerçekten. Ciddiyim. Zira bugün öyle bir açıklama yapmışlar ki, öyle ruhsuz, öyle anlamsız, öyle sahte…

Öyle yalan.

Biraz daha aralamışlar gözlerimizi. Kendilerini ve tüm bu militer sistemi silip süpürecek Nuhvari tufanın önündeki tek cılız ama kadim duvardan bir tuğlayı daha, kibirlerinden körleşmiş gözleriyle, farkında bile olmadan, çekip almışlar.

Sağolsunlar. Vadelerini biraz daha kısaltmışlar.

 

Son: Eratın, insanın orduda masadan-sandalyeden farkı olmadığını “içeriden” anlatan, Namık Çınar imzalı şahane bir yazı için: http://www.taraf.com.tr/namik-cinar/makale-yorgun-hukumet-yorgun-ordu.htm (tamamı da şuradan okunabilir)

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.