Sokaklar kimindir?

Türkiye’nin her yerinde bakanlık birimlerince dağıtılmış su ve mama kapları ile kulübelerden elinde palalarla kristal geceye susamış kitlelerin, dişine kan değdiren pozisyona nasıl gelindi? Yanıt katliamcı Bükreş örneğinde: Yoksullaşmanın sümen altı edilmesinin yanında buradan da bir kazanç kapısı ve iş modeli yaratılacağını düşünüyorlar.

Son birkaç aydır tüm ortamlarda aynı mesele farklı argümanlarla tartışılıyor:  Sokakta hayvanın ne işi var! Tartışmanın en eğitimsizler ve en eğitimliler arasında neredeyse aynı çerçevede tartışılıyor olması ise asıl kilit nokta. Bir kısım “al evine besle” seviyesinde sığ ve vicdansız bir köhnelik ile tartışıyor meseleyi. Bir diğer kesim de “medeni ülkelerde sokakta hayvan yok” sığ vicdansızlığı ile. En nihayetinde her iki kesim de aynı kapıya çıkıyor. Biri doğrudan katliam savunuculuğu yaparken diğer grup önce barınak sonra da kimse sahiplenmezse katliam olabilir savunusu yapıyor. Üstelik bu ikinci grup içerisinde doğa bilimleri alanında çalışan “ünlü” akademisyenler filan da var.

Türkiye’ye dair herhangi somut bir çalışma yapmadan, bambaşka ülkelerde yapılmış ve bağlamı da konsepti de farklı olan çalışmaları alıp bu katliamcılığın değirmenine su taşıyan bu “her şeye kadir” kitle, sorulduğunda da asla ama asla katliam taraftarı değiller. Onların da sihirli sözcüğü “uyutma”. Buna dair zamanında ODTÜ’de yayınlanan bir sunum var. Birçok ortamda bu sunumun içeriğindeki bilgiler dolaşıyor. Hatta bakanlığın, içerisinde doğal hayata dair ifade yer almayan ilk taslağı geri çektikten sonra revize ettiği yeni taslakta bu sunumda iddia edilen” doğal hayata zarar veriyor” iddiası yer alıyor.

Kolonyalist anlayışın mirası

ODTÜ tarafından hazırlanan bu sunumun bir yerinde sokak köpeklerinin dünya genelinde 12 türün neslinin tükenmesine, 200 tanesinin de neslinin tehdit altına girmesine neden olduğu, biri BBC haberi ve diğeri de bir kısa makale olan çalışmaya referans verilerek paylaşılmış. Bu refere edilen makale oldukça sorunlu, çünkü sömürge güçlerinin Latin Amerika ve Pasifik Adaları’nı işgal ederken yanlarında götürüp adalara saldıkları av köpeklerinin öldürdüğü ya da gemilerle beraber yanlarında götürdükleri farelerin öldürdüğü hayvanları da başıboş veya evcil köpekler yok etti olarak değerlendirmişler. Makalenin yazarları da bu bilgiyi IUCN’den alarak hiçbir ikincil değerlendirme yapmadan makalelerine eklemiş.  Metodolojik olarak oldukça sorunlu yani.

Aslında günümüzde, sokakta yaşayan köpeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir mevzu. Bunun örneği olarak makalede de refere edilen birkaç canlıyı irdeleyelim. Örneğin Solenodon marcanoi 1500’lü yıllarda fareler tarafından nesilleri yok edildiği düşünülmesine rağmen köpeklere mal edilmiş. Büyük izansızlık. ODTÜ sunumunda da bu hayvanın resmi kullanılmış. Kayda değer bir çarpıtma örneği. Bir diğer örnek de yine sunumda da resmi kullanılan ve makalenin de sorumlusu olarak evcil köpekleri gösterdiği Coturnix novaezelandiae türü. Bu türün de yok olma hikayesi için kaynaklar şu ifadelere yer veriyor:

Yeni Zelanda bıldırcını küçük bir kara kuşuydu ve sülün ve bıldırcın ailesinin tek yerli temsilcisiydi. Avrupa kolonileşmesinin ardından nesli tükendiği bilinen ilk kuş türüydü.

Yani bu tür de bir kolonizasyon kurbanı ve meselenin kaynağı da aslında insan. Bu şekilde birçok örnek verilebilir. Tabii ki kimse üstün insan türünün “uyutulmasını” filan öneremeyeceği için en kolay olana yönelmek her zaman daha kolay. İnsanın uyutulması pratiği Nazizm olabilirken, hayvanın uyutulmasını önermek modern ve müreffeh bir topluma erişme pratiği olarak değerlendirilebiliyor. Neyse meselemiz bu ama bu değil.

2017 tarihli olan bu makalenin sonuç kısmında evlere şenlik bir tespit var:

Sonuç olarak, evcil köpekler dünya çapında yaklaşık 200 tehdit altındaki omurgalı türü için risk oluşturmaktadır ve bu tahmin raporlama önyargıları nedeniyle muhtemelen muhafazakardır.”

İyi de sizin makalenizin de içeriği çarpıtma ve hatalı değerlendirme örnekleriyle dolu! Madem nesli tükenen tür sayısı konusunda verilerin daha fazla olacağını düşünebiliyorsunuz ve bu düşünme biçimine dair kapıyı açıyoruz, o zaman biz de gayet tabii “Nesil tükenme ve tehdit etme verileri tutucu ve evcil köpek ve kedilere karşı art niyetli olup olmadıklarını bilmediğimiz bilimciler tarafından abartılmış olabilir” tespitini yapabiliriz. Olur mu? Olmaz.

Türkiye için tek bir veri yok

ODTÜ sunumunda kullanılan grafik ve görsellerin ve kaynakların birçoğunda böyle sorunlar var. Biraz çorba olmuş ve belli bir amaca uygun olarak hazırlanmış ve karşıt görüşlere ya da ifadelere hiç yer verilmemiş, meselenin tarihsel bağlamı da yok sayılmış. Bir de en büyük sorun, sunumda Türkiye’ye dair tek bir tane bile verinin olmaması. Madem memlekette bu kadar ciddi bir sorun var siz de bunu anlatabilecek yeterliliğe sahip olduğunuzu düşünerek sunumlar raporlar hazırlıyorsunuz bir iki proje de bunun için yapılsaymış. Biz de o zaman gerçekten Avustralya, Dominik Cumhuriyeti ve Sao Tome adalarında olan durumun bizde de olup olmadığını öğrenebilirdik. Bu yok ama mesela sunumda da başka raporlarda da köpeklerin saldırısına uğramış insan görselleri var. İşte bu yaklaşım düalist körlüğü besleyen bir yaklaşım. Muhtemelen benzer içerikler bakanlık yetkilileri tarafından da mevcut yasa taslağının hazırlanması için kullanılmış. Daha önce hiçbir çalışma ve proje yapmayan bakanlık bir anda bir sürü neden sayarak sokak köpekleri için plan oluşturmaya karar vermiş. Meselemiz aslında konunun ne kadar da bağlamından kopuk ve eksik bir çerçevede değerlendirildiğiyle ilgili.

Memlekette biyoloji, evrim, popülasyon kontrolü ve ekoloji alanında çalışan onca insan olmasına rağmen sokak hayvanlarının doğal ekosisteme olan etkisine dair dişe dokunur tek bir bilimsel içerik yok. Buna rağmen sanki her şey çok açık ve netmiş gibi, gelinen noktanın “uyutma” adı altında toplu katliam seviyesi olması gerçekten bize özgü bir durum.

Gelişmiş ülkelerden örnek veren Bangladeş ortalaması

Meselenin “modern ve gelişmiş ülkelerde sokakta köpek olmadığı” argümanına dayandırılması da oksimoron. Benzer bir durumu biz plastik atık sorununda da görüyoruz. Avrupa’daki sokakların temiz olduğu ve atık yönetim alt yapısına atfedilen yücelik de tam olarak benzer motivasyona dayanıyor. Kök sorunu tanımlamadan doğrudan karşılaştırmalar yapıp aralarında dağlar kadar fark olan ülkeler ve bölgeler arasında paralellikler kurmak bize özgü. Belki siz kendinizi o modern ülkelere ait hissediyor olabilirsiniz ama gelinen noktada ortaya çıkan pratikler maalesef sizi İngiltere ile değil daha çok burun kıvırdığınız Bangladeş, Malezya ve Hindistan kategorisine sokuyor. Çünkü gelişmiş ve modern ülke diye yaratılan mitos tek başına anlamı olan bir mitos değil. Bir sürü başka bağlamı da söz konusu. Meseleyi buradan değerlendirip konunun bağlamını kaçırmak istemiyorum ama görünen o ki bildiğiniz yanıldığınızı anlamanıza yetmiyor.

Olayın evrim ekoloji ve biyoloji bilimi camiasında tartışılan seviyesi bu. Bunun nihayetinde geldiği nokta da “topla, 1 ay bekle sonra da hepsini katlet” düzeyi. Bunu doğrudan söyleyen diğer yaklaşım da “Al evine besle” kötülüğü. Bu konu hakkında Murat Sevinç çok güzel bir yazı yazmış. Onu okumanızı öneririm.

Yalan rüzgarı: Yaygın köpek saldırganlığı

Aynı kitlenin diğer bir argümanı olan saldırganlık meselesi ise bir başka ikiyüzlülüğü ortaya koyuyor. Böyle bir durum elbette var ancak bu durumun münferitliğini sokak hayvanı sayısını düşününce anlamak daha mümkün. 4  milyona yakın sokak köpeği olan bir yerde eğer yaygın bir saldırganlık sorunu olsaydı, her gün onlarca saldırı ve ölüm haberi duymamız gerekirdi. Üstelik bu kadar yaygın kitle iletişim araçları da varken. Çünkü elinde akıllı telefon ve internet olan herkes bu olayları kolayca yayabiliyor. Ancak bakıyoruz ki bu argümana konu olan olayların sayısı, köpek popülasyonu sayısı ve iddia edilen yaygın saldırganlık iddiasının yanında oldukça sınırlı. Burada illa bir sürü insana saldırılması ya da ölüm olması gerekiyor gibi bir tespit yapmıyorum. Ben sadece argümanın temelsizliğine parmak basıyorum. Çünkü ortaya çıkan saldırı haber ve görüntülerinin ekserisi ya yalan ya da aynı olayların tekrar dolaşıma giren versiyonları. Kaldı ki aksine insanlar tarafından öldürülen ya da şiddete uğrayan hayvan sayısı çok daha fazla.

Bir de bu meselenin dayandırıldığı çocuklara olan saldırı iddiası var ki o da bir başka ikiyüzlülük göstergesi. Çünkü kimsenin çocukları dert ettiği yok. Mesele eğer ki çocukları korumak olsaydı köpek saldırganlığından çok daha büyük bir sorun olan çocuk istismarı ve çocukların yetersiz beslenmesi gibi konular da toplumda ciddi bir karşılığa sahip olurdu. Hassasiyet biraz da hangi kampın neyi dert ettiğiyle ilişkili. Bu kampın da azınlıkta olduğunu söyleyebilirim. Sayıda az ama gürültüde fazlalar.

Sokakta bu kadar hayvan olması ve onların da sersefil perişan halde yaşaması kabul edilebilir bir durum değil. Ancak bu sorunun çözümü de katliam değil. Bunun çözüm olamadığının en güzel özetini Foti Benlisoy yazmış. Okumanızda fayda var.

Bir başka kötülük de belediyelerin kısırlaştırma yapmak yerine hamaset politikalarını tercih etmeleri. Bunun en belirgin örneği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul’daki ağaçlık bir alana astığı ve ev ya da sokak kedisi ayrımı yapmadan kedileri düşman ilan eden tabelasıydı (Bu tabeladaki bilgiler de yazının başında bahsettiğim sunum ve yararlandığı başka bölgelere ait kaynaklara dayanıyor). Gelen tepkiler üzerine tabela kaldırılmıştı ancak bu tabela üzerinden gelen “bilim bu”, “başıboş kedi sorunu”, “kediler doğal hayatı bitirdi” gibi ezbere jenerik tepkiler de, yaratılan ve yazının başında belirttiğim yanlı “bilimsel” yaklaşımların topluma nasıl da işletilmeye çalışıldığının göstergesi. Sanki İstanbul şehri, kediler olmadan orman varlıklarını, derelerini kıyılarını ve ağaçlarını; buralarda yaşayan canlılarını kaybetmemiş gibi bir algı yaratılmış, tek sorun da kedilermiş gibi bir hava estirilmeye çalışılıyor. Size kötü bir haberim var ama elimizde bu uyduruk ve ithal “zarar verme” bilgilerine dair doğru düzgün bir veri yok. Yani düpedüz manipülasyon ile argüman üretiyoruz.

Tasarının altında yatan asıl neden: Kazanç

Gelelim asıl soruya. Sokaklar kimindir? Bu soruyu en son 2014 yılında Romanya’da duymuştuk. Romanya’nın başkentinin bir parçası haline gelmiş olan ve sokaklarında dolaşan, bazıları saldırgan ve korkutucu olabilen ancak çoğunluğunun tek derdinin tek başlarına dolaşıp yiyecek aramak olan sokak köpekleri için bizdekine benzer bir düzenleme yapılmıştı. Bu köpekler, Bükreş Belediyesi tarafından yapılan tartışmalı düzenlemeyle sistematik olarak yakalanacak ve iki hafta içinde sahiplenilmez veya evlerine yerleştirilmezlerse öldürüleceklerdi. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Romanya’da da yetkililer işlerini yapmadığı için sokak köpekleri popülasyonunda ciddi bir artış olmuş ve ortaya önemli bir sosyo-politik sorun çıkmıştı. Yasanın yürürlüğe girdiği günden itibaren 7 ay içerisinde sadece Bükreş’te, sorumlu olan kuruluş Bükreş Hayvan Gözetimi ve Koruma Kurumu (ASPA) tarafından 26.000 sokak köpeği yakalanmış ve bunlardan 10.000’i katledilmişti. Bugün bu tartışmalı yasa aradan geçen 10 yıla rağmen hala sorunu ortadan kaldırabilmiş değil. Üstelik ortaya bir de sektör çıkmış durumda: Hayvan yakalama ve öldürme şirketleri!

Her şey bir yana ne oldu da 2014 yılında Romanya’dan çok daha ileride olan bir düzeyde olan ve hayvan haklarını önceleyen bir pozisyonda olan iktidar, 10 yıl sonra Romanya’nın başladığı yere geri döndü? (Bu dönüşüme dair ilginç bir analizi şurada okumak mümkün).  Bugün Türkiye’nin her yerinde Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı birimlerince dağıtılmış su ve mama kapları ile kulübeler görmeniz mümkün. Bunları dağıtan bir halden, elinde palalarla kristal geceye susamış kitlelerin, dişine kan değdiren pozisyona nasıl gelindi? Bunun yanıtını belki de Romanya’da görmek mümkün. Çünkü hayvan öldürmenin çok sayıda Rumen şirketi için kazançlı bir iş olduğunu görüyoruz. Kazanç son 20 yılımızın en önemli anahtar kelimesi. Kazanç diye çöp ithal etmek, kazanç diye nükleer santral ihale etmek, kazanç diye zehirli endüstriyi ithal etmek gibi yaygın bir pratiğimiz var. Çünkü kazanç olsun da nasıl olursa olsun.

Dolayısıyla düğüm tam olarak da burada. Sokakların kimin olacağı sorusunun cevabı bize bu dönüşümü ve mevcut yasal düzenlemenin motivasyonu hakkında da fikir verecektir. Çünkü bu yasal girişimle beraber var olan yoksullaşmanın sumen altı edilmesinin yanında buradan da bir kazanç kapısı ve iş modeli yaratılacağı gerçeği var. Bu kazancın motivasyonu ile katliam timlerini sokakların hâkimi kılmak görünen ve anlaşılan niyet. Bu niyet de beraberinde bize çözülmüş bir “başıboş hayvan” sorunu getirmeyecek.  Aksine başıboş ve olağanlaşmış bir katliam ortamı yaratacak. En nihayetinde de konunun varacağı noktanın sana bana bize ona gelip gelmeyeceğine de elinde öldürme aracını bulunduran karar verecek. Şu ülkeyi az biraz tanıyanlar bunun olacağını gayet iyi biliyorlar. Zaten yasal düzenleme de buna cevaz verecek şekilde tasarlanmış. Saldırgan olduğu düşünülen, belli bir bölgede sayıları fazlalaşan, doğal hayata zarar verdiği düşünülen, hasta olduğu düşünülen veya tespit edilen hayvanların hepsi öldürülecek. Peki, bu sayılanların olup olmadığına kim karar verecek? Dümen kimdeyse, ihalelere kim girecekse onlar ve onların bilimsel soslu danışmanları karar verecek.

Yasal düzenlemeyle yetki tanımı yapılan belediyelerin bu işi yapmaları beklenemez. Çünkü belediyelerin büyük çoğunluğunun ne bu işi yapacak personeli ne de alt yapısı söz konusu değil. Dolayısıyla bu iş de birilerine taşere edilecek. Tıpkı Romanya’da olduğu gibi. Belki de bunun farkında olan bu potansiyel taşeronlar sosyal medya trolleri ve ana akım medyadaki paralı temsilcileri aracılığıyla hayvan nefretini bu yüzden körüklüyorlardır. Çünkü hatırlayın Urfa’da meydana gelen ve yalan olduğu da hemen ortaya çıkan kuduzlu hayvan meselesinin arkasından da kuduz aşısı üreten bir siyasinin izleri çıkmıştı.

Ne olmalı?

Peki, ne olmalıydı? Kısırlaştırma. Ancak bunun için de öncelikle tüm yerel yönetimlerin bu konuda kapasitelerinin arttırılmasına ve denetimlerinin de sivil toplum-devlet ortaklığında yapılacağı bir modele ihtiyaç var. Türkiye’de 922 ilçe ve 52 de il belediyesi var. Bunun yanında da 30 büyükşehir belediyesi var. Beldeleri saymıyorum. Bu şekilde kapasitesi oluşturulmuş 1004 belediye her gün en kötü senaryoda 5 hayvan kısırlaştırsa 261 günde (2024 için toplam çalışma günü sayısı) 1.310.220 tane hayvanı kısırlaştırabilir.  Böylelikle birkaç yıl içerisinde tüm hayvanların kısırlaştırılabileceği bir durum yaratılabilir. Zaten böyle bir kısırlaştırma yoluyla sokak hayvanı popülasyonu birkaç yıl içerisinde yarı yarıya azalacak ve uzun vadede de eğer ki etkin bir sahiplendirme politikası izlenirse sokakta hayvan kalmayacaktır. Buna bir de gönüllü olarak bu işi yapan dernek ve vakıfların çabalarını da katarsak bu sorunu toplu katliam yapmadan çözmek gayet mümkün. Bunların masraflarını da zaten ödediğimiz tonla vergi ile karşılayabiliriz.

Bunun için ciddi bir irade lazım. İşte bu irade olmadığı için her konuda olduğu gibi bu meselede de toplumsal sinir uçları kaşınıyor ve mesele düalist bir körlük içerisinde kutuplaştırma ekseninde ele alınıyor. Bu sorunu aklın ve bilimin yol göstermesi ile değil de başıboş yaklaşımlarla çözmeye karar verirsek işte o zaman tarihimize bir başka kara bir leke daha yazmış olacağız. İşte o zaman da sokak köpeklerine ve kedilerine yar edilmeyen sokaklarda, biz de utanç ile yabancılaşmış olarak dolaşmak zorunda kalacağız.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

İklim örgütlerinden Türkiye’nin 2024 karnesi: Yetersiz ve çelişkilerle dolu

Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer bağımlılığı ve kömürden çıkış projeksiyonu olmaması eleştiriliyor.

Kanal İstanbul için rezerv alan ve imar planlarına yargı engeli

İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı değişikliği kararlarını hukuka aykırı bularak iptal etti.

Ağva plajına mahmuz darbesi

Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi...

Pirosmani: Bir sanatçı ardında ne bırakır?

Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı...

Batı Karadeniz Çevre Gönüllüleri Platformu kuruldu

Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen,...

EN ÇOK OKUNANLAR