2012 yılında Dünya’ya baktığımızda insanların hayatlarına dokunan iki büyük sorun görüyoruz. Bir tanesi, tüm diğerlerinin önüne geçen ve Dünya’nın varlık ya da yokluk mücadelesi haline gelen ekolojik kriz! İkincisi ise, yüzyıllardır devam eden ekonomik paylaşım ve adalet mücadelesi! Yani bir tanesi yaşamak ya da yok olmak sorunu; bir tanesi ise nasıl yaşanacağını sorunu.
Dünya’nın kaynaklarının sonsuz olduğunun, doğanın kendini yenileme kapasitesinin ise sınırsız olduğunun düşünüldüğü bir Dünya’da ekolojik krizden söz etmek mümkün değildi. O zaman tüm dikkatler nasıl yaşanacağı mücadelesine çevrilebilirdi, yıllarca da çevrildi zaten. Fakat artık bu mümkün değil. Sadece bir noktaya odaklanmak ve ayağımızın altındaki yaşamın kayıp gittiğini görmemek 2012’de bize siyasal ve daha da önemlisi yaşamsal olarak doğru yanıtlar vermiyor. Gelinen nokta bize şunu gösterdi ki; nasıl yaşanacağımızı tartışmaktan önce Dünya’da hayatın bitmesi ile karşı karşıyayız. Buna çözüm ararken de, ekonomik paylaşım ve adalet mücadelesini gözardı edemeyiz.
Artık, yeni bir arayış içerisinde olan herkes, Dünya’nın canlı ve cansız varlıklarıyla girdiği bu yaşam mücadelesini kazanmasına ve bu kazanımın da adaletli bir şekilde olmasına, yanıt aramak zorunda. Çünkü milyonların, belki de milyarların hoşnutsuz olduğu sistem, alternatif aradığı sistem Dünya’yı ekolojik yıkımla yaşanmaz bir hale sokarken, ekonomik adaletsizlik başta olmak üzere diğer adaletsizliklerle de Dünya’yı katlanılmaz bir hale sokuyor. Zaten çoğu örnekte de görebileceğimiz gibi endüstriyalizmin kara trenine binmiş kapitalizm bir hareketiyle, iki sorunu birden ortaya çıkartıyor. Zehirlik maddelerle üretim yapan bir fabrika, hem doğayı, hem işçiyi, hem de tüm insanlığı zehirlerken; patronunun cebine para doldurmayı ihmal etmiyor.
O halde, 21. Yüzyıl için ortaya koymamız gereken alternatifin ne ve nasıl olması gerektiğini aslında bize yaşadığımız olgular sunuyor. Hayat bize ne yapmamız gerektiğini gösteriyor. Endüstriyalizmin kara trenine binmiş olan kapitalizme karşı, sol bir ekoloji!
Ne adalet anlayışından uzak kalmış, kapitalizmi yeşile boyamaya çalışan ya da onunla yeteri kadar hesaplaşmayan bir çevre hareketi; ne de endüstriyalizmin kara treninin lokomotifine geçilen, endüstriyalizmi kızıla boyamaya çalışan, bir endüstriyalist sol! İkisi de artık arayışlara yanıt olamayacak düşünceler. Yeterli olmayacak düşünceler.
Bizim yapmamız gereken, ekolojinin ve solun getirdiği fikirleri, çağdaş anlamda birleştirerek oluşturacağımız yeni bir düşünce. Küreselden, en yerele kadar ekonomik adaletsizlik başta olmak üzere tüm adaletsizliklerle mücadele ederken, bunu ekolojik değerlerle gerçekleşirecek bir düşünce. Suda, besinde, enerjide ve bunlara benzer insanın günlük yaşamını sürdürmesi için gerekli her türlü kalemde adaleti arayan ve bunu Dünya ile, doğa ile mücadele ederek değil (savaşarak hiç değil) onun bir parçası olup, onun içerisinde yaşamayı sürdürebilecek şekli ortaya koyacak bir düşünce.
Kişisel olarak ben Yeşiller Partisi ile Eşitlik ve Demokrasi Partisi arasındaki birlikteliğe işte bu düşüncenin peşinden gidilebilir gözüyle bakıyorum. Dünya’nın ve sistemin dayattığı sorunlara ortak ve net bir yanıt ortaya çıkabilir umuduyla bakıyorum. Eğer bu gerçekleşirse zaten devamı kendiliğinden gelecektir.
Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net