Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[2021’in ardından] Ekonominin en karanlık yılı

0

[email protected]

Türkiye 2021 yılında artık parasına önem vermeyen, onun yerlerde sürünen değerinden rahatsız olmayan, adeta parasından vaz geçmiş bir ülke görüntüsü vermeye başladı. İktidar, izlediği yanlış ekonomi politikalarıyla döviz kurlarında aşırı yükselmeye yol açarak enflasyonu ciddi bir oranda yükseltti. Böylece ülkedeki ekonomik dengeleri bozan ve ekonomideki riskleri büyüten bir yaklaşımı tercih ettiğini kararlı bir şekilde ilan etmiş oldu.

Bu ekonomi politikası tercihinin temelinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktisat teorisine ters olan “Faiz sebep, enflasyon sonuç” olarak özetlenen yaklaşımı olduğunu biliyoruz. Bu yaklaşıma göre, “faizlerin yüksek olması enflasyona yol açıyor, o halde faizleri düşürürsek enflasyon da iner”. Oysa, iktisat teorisi ve uygulamalarına göre enflasyonun düşürülmesi için bunun tam tersi yapılmalı, yani faizler yükseltilerek ülke parasının cazibesi artırılmalı, insanlar tüketime ve başka paralara yatırıma değil tasarrufa yönlendirilmeli, bunun sonucunda enflasyon düşmeye başlayınca ve ekonomide güven tesis edilince de faizler düşürülmeli. Doğal olarak, neden-sonuç ilişkisi yanlış kurulunca, izlenen politikalar da yanlış oluyor. Ekomideki gelişmeler konusunda ekim ve kasım aylarında Yeşil Gazete’de iki makale yazdım. Bu konuda ayrıntı isteyenler bunları da okuyabilir.

Amacı ne olursa olsun, bu ortamda izlenen düşük faiz politikası ülkedeki fakirleşmeyi hızla artırıyor, gelir dağılımının çok daha bozulmasına neden oluyor ve enflasyonun yükselip kalıcı hale gelmesine yol açıyor. Özetle, ülkenin ekonomisi tepetaklak olup, insanların refahı ve umutları sönmeye başlıyor!

2021 yılı başlangıcı

Aslında 2021 yılı göreli olarak olumlu başlamıştı çünkü Kasım 2020’de TCMB Başkanı ve ardından Bakan Berat Albayrak’ın görevlerinden ayrılmalarını takiben TCMB Başkanlığına atanan eski bakan Naci Ağbal faizleri yükselterek doğru yönde bir adım atmıştı. Faizlerin yükseltilmesiyle birlikte kurlardaki artış kontrol altına alınmaya ve ekonomide göreli bir düzelme yaşanmaya başlanmıştı. Ancak,  faizlerin yükseltilmesi fikrini bir türlü sevemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan buna ancak beş ay dayanabildi ve Mart 2021’de Ağbal’ı görevden alıp şimdiki başkan Şahap Kavcıoğlu’nu atadı.

Şahap Kavcıoğlu’nun misyonu Naci Ağbal’ın yükselttiği faizleri düşürmekti ve rivayete göre kendisine 5-6 aylık bir süre verilmişti. Ama bu dönemde enflasyon da artmaya devam ediyordu. Ayrıca artık kamunun (TCMB ve kamu bankaları) elinde satılacak döviz de kalmamıştı. Kavcıoğlu eylül ayına kadar bekleyebildi ancak. Artık Beştepe’de sabır tükeniyordu. Kavcıoğlu yönetimindeki Merkez Bankası, enflasyonun artmayı sürdürdüğü, FED’in global likiditede daralma sinyalleri verdiği, dolayısıyla kırılganlıkların arttığı Eylül-Aralık 2021 döneminde TCMB gösterge faizlerini dört aşamada yüzde 19’dan yüzde 14’e indirerek, tam 5 puan düşürdü. Merkez Bankası’nın bu sert faiz düşürme hamlesi yaşanan krizi daha da derinleştirdi.

Faizlerin sürekli düşürüldüğü eylül-ekim-kasım aylarında tüketici enflasyonu hem TÜİK verileriyle hem de ENAG verilerine göre aşırı bir artış gösterdi. TÜİK’e göre aylık fiyat artışları bu üç ayda sırasıyla %1,25, 2,39 ve 3,51 iken; ENAG’a göre sırasıyla %2,89, 6,90 ve 9,91 olarak gerçekleşti. Artan enflasyon karşısında reel faizler TÜİK verilerine göre bile negatife döndü. Dünyada birçok merkez bankasının artan enflasyon karşısında faizleri yükselttiği bir dönemde TCMB dört ay boyunca faiz indirimlerine devam eden tek merkez bankası olarak tarihe geçti. Dolar kuru ilk faiz indiriminin açıklandığı 23 Eylül 2021’de 8,66 TL iken, son faiz indiriminin ilan edildiği 16 Aralık 2021’de 15,70 TL’ye ulaştı. Böylece dolar kuru üç aylık dönemde tam tamına yüzde 81 artmış oldu. Euro’da da durum pek farklı değil. Aynı dönemdeki artış oranı yüzde 75.

Ekonomik model?

Faizler düşürülüp, kurlarda inanılmaz artış ortaya çıkınca iktidar çevrelerinde buna bir kılıf arama, bu gelişmeyi bir “ekonomik model” çerçevesine oturtma gayreti başladı. Olması gereken, önce modelin ciddi bir şekilde araştırılıp, analiz edilip ve kamuoyunda tartışılmasının ardından politikaların uygulamaya sokulması iken, uygulama başlayıp sonuçlar ortaya çıktıktan sonra bir model geliştirmek ancak “Türk usulü başkanlık sistemi”nde mümkün olurmuş dedirtti insanlara.

Önce Çin modeli ve Kore modeli gibi bir takım laflar dolaştı ortada. İhracata dayalı büyüme modeli diyenler de oldu. En sonunda “Türkiye Ekonomi Modeli” olarak resmi bir tanımlama yapıldı. Bunlara göre, zayıf TL ile ihracatımız patlayacak, cari denge fazla verecek ve bunun sonucunda istihdam, büyüme ve gelir artışı olacakmış. Bunu iddia edenler ihracatımızın ithalat bağımlılığının pek farkında değiller anlaşılan. Mal ihracatımızın üretiminde ciddi ölçüde yüksek kurlarla ithal edilmiş ara mal kullanılıyor. Ayrıca enerjide (petrol ve doğal gaz) tamamen dışarıya bağımlıyız. Bunlara ilaveten, ihracatımız içerisinde katma değeri yüksek teknoloji içeren ürünleri o kadar az ki, aslında bu fiyatlardan sattığımız ürünlerle ülkemizin varlıklarını, zenginliklerini ve ucuz emeğini diğer ülkelere aktarmış oluyoruz.

Derken, 20 Aralık günü TL’deki değer kaybı ciddi bir şekilde hızlanınca (Dolar 18TL, Euro 20 TL’yi geçti), aynı akşam birden bire eski DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) hesaplarından esinlenerek geliştirilmiş bir Dövize Endeksli Mevduat-DEM (resmi adıyla Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat) hesabı ortaya atıldı. Belirli bir dönemde TL mevduat faizi döviz kurundaki artışın altında kalırsa aradaki farkı Hazine veya Merkez Bankası ödeyecekmiş. Yani, örtülü bir biçimde faiz artışı yapılarak aradaki faiz farkı TL’den geçişlerde Hazine’ye, DTH’ndan geçişlerde Merkez Bankası’na, yani bütün vergi mükelleflerine, yani halka ödettiriliyor. Ayrıca, Merkez Bankası’nın bu yolla artıracağı para arzı ve yaratacağı enflasyon da cabası. Bu haberin etkisiyle 20 Aralık akşamından itibaren kurlarda ciddi bir düşüş yaşandı. Perşembe (23 Aralık 2021) itibarıyla Dolar 11,50 TL, Euro ise 13 TL seviyelerinde işlem görüyor. Ama bu ve benzer günü kurtarmaya yönelik politikalarla nereye kadar gidilebileceği ve bunun ülkeye ve halka maliyetinin ne olacağı tamamen belirsiz. İki yanlış maalesef bir doğru etmiyor! Nasıl olsa bu maliyet gelecek dönemlerde ortaya çıkacağı için de iktidarın umurunda değil!

20 Aralık akşamı yaşananlar, yukarıda sıraladığım bütün modelleme çabalarının ex-post açıklama çabaları olduğunu, panikle her gün yeni bir şey yapılabileceğini net bir şekilde ortaya koydu. Altını bir kez daha çizeyim. Ortada ne bir strateji, ne de model var. Faizlerin düşürülmesini sorgulamaksızın veri alıp bunu desteklemek amacıyla ex-post olarak iddia edilen bazı fikirler ve panikle uygulamaya konulan bazı önlemler var. Ama bunların hiçbirisi ekonomide görünen yangını (yani enflasyonu) ve dipteki kanayan yarayı (yani artan fakirliği, işsizliği ve gençlerimizin umutlarının yitişini) durdurmaya yeterli değil. Ekonomiye istikrar getirecek ve halka güven verecek adımlar değil. Arkasından ciddi yapısal raformların geleceği bir serinin başlangıç adımları hiç değil! Bunlar maalesef sadece seçimlere kadar günü kurtarmaya yönelik, panikle atılmış adımlar.

Mücadele edilmesi gereken asıl düşman: Enflasyon

Döviz kurlarındaki bu olağanüstü artışın enflasyonu fırlatması kaçınılmazdı. Zaten her alanda fiyat artışları çoktan başladı bile. Önümüzdeki aylarda çok daha yüksek fiyat artışlarıyla karşı karşıya kalacağımız kesin ve artık enflasyon maalesef kontrol edilemez bir seviyeye doğru yol alıyor.

Türkiye’nin birçok ekonomik sorunu var. Ama bunların içerisinde öncelikle mücadele edilmesi gereken en büyük düşman enflasyon. Neden enflasyon? Enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel seviyesinin sürekli yükselmesi halidir. Normal koşullarda ve rekabet ortamında fiyatlar inerek veya çıkarak arz ve talebe cevap verip ekonomik dengeleri korurken enflasyon ortamında hepsi sürekli artmaya başlar. Bu seneki fiyat artışlarında Covid-19 nedeniyle üretim ve lojistik cephesinde yaşanan sorunların da elbette payı var. Buna bir de endeksleme eklenirse, yani ücretler, faiz oranları ve döviz kurları enflasyona göre ayarlanmaya başlanırsa bu artışlar bir sarmala dönüşür ve enflasyon kalıcı bir hale gelir. Enflasyon ahlakı bozar ve toplumun psikolojisini derinden etkiler. Enflasyonun kalıcı hale getirilmemesi için ilk fırsatta bu tehlikeyle ciddi bir şekilde mücadele edilmesi şarttır. Enflasyon ortamında en fazla zararı toplumun ücretli çalışanları, çiftçiler ve fiyatlar üzerinde hiçbir kontrolü olmayan tüketiciler görür. Enflasyon, gelir dağılımı eşitsizliğini daha da kötüleştirerek toplumsal barışı da bozar. Türkiye maalesef 1990’larda yaşadığı ve 2001 krizinden sonra büyük ölçüde kurtulduğu bu sarmala tekrar girdi. Özellikle son üç senedir enflasyon, ciddi hiçbir adım atılmayarak, aşama aşama kalıcı hale getirildi.

2022 beklentileri

Mucizeler gerçekleşmediği takdirde bu başlık altında yazacak pek olumlu bir beklenti yok maalesef. Öncelikle enflasyonda çok ciddi artışlar göreceğiz. TÜİK’in rakamları ne gösterecek bilemeyiz ama bağımsız enflasyon hesaplamalarında üç haneli enflasyon oranlarına ulaşabiliriz. Bu hafta atılan adımlarla kur artışının köpüğü bir ölçüde alınmış olsa da son üç ayda döviz kurlarında yaşanan artışın enflasyona yansıması bile enflasyonu üç haneli rakamlara yaklaştıracak gibi görünüyor. Ekonomiye ve siyasete duyulan güvensizlik devam ettiği müddetçe kurlardaki artışın sürmesi de büyük olasılık. Bundan dolayı yüksek kur-yüksek enflasyon sarmalına girmiş olduğumuz yeni yılda iyice tescillenecek gibi. Dolayısıyla, enflasyon en büyük sorunumuz olarak önümüzde dağ gibi duruyor olacak. Bu kur seviyelerinde ihracatta ve turist sayısında bazı artışlar olabilir ama bunlar maalesef sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomik yapıdan daha da uzaklaşmamıza ve ülkedeki gelir dağılımı uçurumunun daha da büyümesine engel olamayacak. 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.