15 Haziran’da her birimiz “hibakuşa” olmaya davet edildik!

Türkiye’nin içinde bulunduğu gerginlikleri, hareketli sosyo-politik yaşamını, anında değişebilen gündemini gözönüne alırsak, 15 Haziran günü de  bir çok olay yaşandı. Türkiye’nin ilk nükleer santrali olmaya  aday Akkuyu Nükleer Güç santrali(NGS)  için üretim lisansının verilmesi  bunlardan biriydi. Böylece bu ülkede  hatta ülkenin sınırlarını da aşan şekilde komşu coğrafyalarda yaşayan tüm canlıların,yaşamın geleceği Türkiye Hükümeti’nin ve  şirketlerin ellerine teslim edilmiş oldu. Neticede 3 Mart 2017 tarihinde başvurusu yapılmış bulunan  inşaat lisansının verilmesine doğru ilerlerken bir nevi “köprüden önce son çıkış tabelasını görmüş olduk. [1]

“En zararsız nükleer santral hiç kurulmamış olandır”

Tam bu noktada sivil toplum örgütleri tarafından Türkiye’ye defalarca davet edilerek Fukuşima Nükleer Felaketini ve izleyen süreçte  Japonya’da yaşananları anlatan Fukuşima Tanığı Toshiya Morita’nın Sinop’ta yaptığı bir sunumda [2] söylediği söz aklıma geliyor : “En zararsız nükleer santral hiç kurulmamış olandır. İlk nükleer santralin kurulmasına izin verirseniz arkası gelir, ilave reaktörler yapılır bir de bakmışsınız ki bizimki gibi 54 reaktörünüz olmuş.”Japonya Hükümeti’nin çalışabilir durumdaki 43 reaktörden  mahkemelerin halkın başvurusu üzerine  geçici tedbir kararı ile kapalı tuttuğu  40 reaktörü yeniden devreye alma ısrarı sürerken Morita’nın haklı olduğunu gösteriyor. Çok açık ki nükleere elini veren kolunu kaptırıyor. Aksi mümkün değil çünkü, nükleer santraller büyük nükleer zincirin sadece bir halkası ve nükleer endüstrinin diğer ayaklarını oluşturan uranyum madenciliği, nükleer atıklar, nükleer silahlanma gibi süreçlerle bağlantılı. Sadece nükleer santrallerin ortaya çıkış koşulları bile bu endüstrinin temelinde nükleer silahlanma ve denemelerin olduğunu gösteriyor.

“Hibakuşa” artık radyasyon mağduru insan anlamında

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine  atılan atom bombalarının yakıp kavurduğu insanlardan geride kalanlar, atom bombasının yaydığı radyasyonu almış olanlar ve onların doğmamış çocukları, hatta torunları “Hibakuşa” olarak devam ediyor hayatlarına. İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’sında hibakuşalarla evlenilmez, onlara iş verilmez çünkü fazla kalmayacaklardır, bu dünyada hem de tüm bilinmezlikleriyle bulaşıcı bir hastalık sanılır vaziyetleri.

“Nükleer atıklar, sızıntılar, uranyum madeni atıkları ve artıkları, nükleer silahlanma”hibakuşa olmayı vadediyor!

ABD’nin Hiroşima’ya Atom bombasını atmasından 66 yıl sonra meydana gelen Fukuşima Nükleer santral  felaketi  ise “Hibakuşa”olma halinin daha yüksek sesle telaffuz edilmesine sebep oluyor. 3 reaktörde meydan gelen çekirdek erimesi  esnasında atmosfere yayılan radyasyon ve bugün hala her gün denize karışan 400 Ton radyoaktif su  aynı Fukuşima’dan önce yaşanan nükleer denemelerin  yarattığı gibi kendi hibakuşalarını yaratıyor . [3] Şüphesiz normal seyrinde işleyen bir nükleer santral bile felaket boyutunda olmasa da nükleer atıklarıyla, sızıntı ihtimaliyle, bir başka ülkede uranyum madeninin çıkarılması aşamasında yerel halka yaşattıklarıyla dünya genelinde ekolojiyi dolayısıyla  tüm canlı yaşamını tehdit ediyor. Aslında nükleer santralleri , atıkları olan hemen her ülkenin  radyasyona ve radyoaktif kirlilğe maruz kaldığına dair kamuoyuyla paylaşılmayan hikayeleri var. Bu hikayelerden bazırlarını Nükleersiz.org‘un gerçekleştirdiği “Hibakuşalar Olmasın! sergi ve sunumunda anlatıyoruz, anlatmaya da devam edeceğiz.

“Rusya Federasyonu tarafından atıkların depolanmak veya gömülmek üzere ithal edilmesi yasak”

Diğer taraftan gelin şimdi Akkuyu özelinde ele alalım meseleyi. Zira herhangi bir sızıntı, bir kaza ya da patlama meydana gelmese bile Akkuyu NGS’den çıkan nükleer ve radyoaktif  atıkların roblem oluşturması için bir çok sebep var.  Öncelikli konumuz atıkların muhafaza edilmesi ki Akkuyu’da nükleer atıklar yıllardır nükleer karşıtlarının söylediği gibi  Türkiye’nin sorumluluğunda olup gelecekte yeni ekolojik problemlere işaret ediyor.  Bu konuda Çernobil Felaketinin 31. Yılı anmasında Mersin Nükleer Karşıtı Platform’un ev sahipliğinde gerçekleştirilen panelde Akkuyu NGS hakkında değerlendirmelerde bulunan Nükleer karşıtı aktivist Fizikçi  Andrey Ozharavsky de doğruluyor,  Rus ve Türkiye Hükümetleri arasında 2010 yılında imzalanan işbirliği anlaşmasının üstünden 7 yıl geçmişken atıklarla ilgili hiç bir planlama yapılmamışken Akkuyu NGS için üretim lisansının verilmesinin düşündürücü olduğunun altını çiziyor.

Nükleer karşıtı aktivist, Fizikçi Andrey Ozharovsky

“Akkuyu NGS Radyoaktif atık yönetiminden kendi sorumludur!”

Fukuşima felaketinden sonra dünya genelinde nükleer karşıtlarının ifade ettiği gibi nükleer atık problemi çözülemezken nükleer santrallerin tuvaletsiz bir evden farkı yok. Kaldı ki Türkiye Hükümeti’nin, Rusya Hükümeti ile 2010 yılında yaptığı işbirliği anlaşmasının 12. MaddesindeProje şirketi (Akkuyu NGS) nükleer santralin devreden çıkarılması ve atıkların taşınmasından ve radyoaktif atık yönetiminden sorumludur.”ibaresi bulunuyor. Ozharovsky bu noktada  Rusya Federal Hükümeti Kanunu’nun 48. Maddesi olan “Çevre KorumaRusya Federasyonu tarafından atıkların depolanmak veya gömülmek üzere ithal edilmesini yasakladığını hatırlatıyor. Üstelik kullanılmış yakıt çubukları için de aynı  maddede şu ifade bulunuyor: Rusyaya ait nükleer santrallerden çıkan kullanılmış yakıt çubuklarının Rusya Federasyonunda işlenmesi, işbirliği yapan taraflar arasında yapılacak ayrı bir anlaşmayla mümkün olabilir.

Rusya yasalarına göre “Radyoaktif atıkların işlendikten sonra üretildiği ülkeye geri gönderilmesine veya geri gönderilmesi taahhüt edilebilir”

Bu maddeden anladığımıza göre Rusya Federal  Hükümet yasaları yabancı kullanılmış yakıt çubuklarının ithaline yalnızca “gömmemek”suretiyle  sadece “geçici teknolojik depolama ve işleme” için izin veriyor.  Aynı maddede dikkat çeken bir de “Radyoaktif atıkların işlendikten sonra üretildiği ülkeye geri gönderilmesine veya geri gönderilmesi taahhüt edilebilir” ibaresi ki  Akkuyu’dan çıkan yakıt çubuklarının Rusya’da işlendikten sonra nihai depolama için üretildiği yere, yani Türkiye’ye geri gönderilmesi anlamına geliyor.  Bu noktada Ozharovsky  “nükleer yakıt çubuklarını işlemek üzere geçici depolama proseslerinin de Türkiye’ye bir maliyeti olacağının altını çiziyor.[4]

Atıklar için kurulacak ilave prosesler maddi manevi maliyet demek!

Tekrar Akkuyu NGS için üretim lisansının verilmiş olmasına dönersek, bu onay aslında Akkuyu’da atık üretilmesine ve kullanılmış yakıt çubuğu oluşmasına  izin verilmesi anlamına geliyor ki Türkiye’de henüz tehlikeli atıklarla ne yapılacağı bilinmediği gibi  ve atık yönetiminin bir maliyet hesabı da yapılmış değil.   Her halikarda Türkiye kendi radyoaktif atık depolarını ve kalıcı depolama alanını inşa etmek zorunda kalacak ve tüm  ilave proseslerin maliyeti de milyarlarca dolar tutacak.

Ekolojik vicdan lazım!

Peki ya maddi bir karşılıkla ölçülemeyecek maliyetler?  Nükleer atıkların maliyetinden sakınmak için bunların denizlere, göllere, dağlara  gömülme ihtimali ne kadar uzağımızda?  İzmir/Gaziemir’de mahalle ortasında gömüldüğü yıllar sonra ortaya çıkan nükleer atıklar bulunduğu bölgede ekolojik kirliliğe dolayısıyla sağlık sorunlarına  yol açtığı bilinirken, sorumluların suçlarını kabul etmesi bunun üstüne aksiyon alması için sivil toplum olağanüstü çaba göstermek zorunda kalırken  benzer bir hamlelerin karşısında aynı sorunları yaşamayacağımızı iddia edebilir miyiz?   Dahası, Dünyada ilk kez “yap-sahip ol- işlet” modelinde bir devletin bir başka ülke topraklarında nükleer santral kurmasına imkan veren,  %51 hissesi  her zaman bu ülkeye yani Rusya’ya ait olacak Akkuyu NGS’nin hele ki maliyetler bugün her tür değere üstün gelirken yaptıkları yapacaklarının teminatı olan  Cengiz’iyle Kolin’iyle ekolojik vicdana  sahip olabileceğini varsayabilir miyiz?  Akkuyu NGS  tüm bu nükleer riskleriyle ve eksiklikleriyle bize “Hibakuşa”olmaktan  başka ne vadedebilir?

Pınar Demircan

 

Son notlar

[1] https://yesilgazete.org/blog/2017/06/18/akkuyu-ngs-icin-uretim-lisansi-zeytinin-son-dansi/

[2] https://yesilgazete.org/blog/2017/04/05/tbbnin-sinoptaki-sempozyumu-nukleer-santral-planlarinin-bu-gunku-ic-yuzunu-gosterdi/

[3]  Dünya genelinde hibakuşaların hangi olaylarla felaketlerle tecrübe edildiğini , nükleer zincirin halkalarını anlatmayı amaçlayan bir sergi yapıldı, daha detaylı bilgi için bkz https://yesilgazete.org/blog/2017/06/12/hibakusalar-olmasin-sergisi-istanbulda/

[4] http://bellona.ru/2017/05/05/akkuyu-rao/

Pınar Demircan
Pınar Demircan
Lisansını iktisat ,yüksek lisansını ingilizce işletme, doktorasını sosyoloji alanında tamamlamış olan Bağımsız Araştırmacı Pınar Demircan iş yaşamına Japonca bilmesi vesilesiyle Japon şirketlerinin insan kaynakları ve kalite yönetimi alanında çalışarak başladı. Profesyonel iş yaşamı devam ederken Türkiye'de bir nükleer santral kurulmasının yeniden gündeme gelmesinin ardından Fukuşima Nükleer Felaketi üzerinden nükleer santrallerin gerçeklerinin öğrenilmesi için Japonya'daki sivil toplum örgütleri ve ağlarıyla bağlantıya geçti. 2014 yılında Yeşil Gazete yazarları arasına katılarak nükleer santraller ve enerji konusuna yazılarıyla katkı yapan Demircan nukleersiz. org koordinatörlüğünü de bu tarihten itibaren yürütüyor. Çok sayıda sivil toplum örgütüyle çalışmalar yürüten Demircan'ın yurt içi ve dışında katıldığı konferans, etkinlik ve atölyelerde iklim, enerji, çevre ve ekoloji konularında özellikle nükleer bağlamında paylaşımları bulunuyor. Çalışmalarını akademik alanda da sürdürmek için başladığı sosyoloji alanındaki doktorasını 2023 yılında tamamlayan Demircan'ın disiplinlerarası alanda çeşitli çeviri ve makaleleri bulunuyor. İletişim: [email protected]

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Otoban

Otoban yapılmaya başlanmasıyla birlikte şehrin küçük nüfusunu oluşturan otomobil sahipleri yayalara değil, yayalar onlara tabi kılınmaya başlandı.

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

'Üzerinde düşünülmesi gereken, neoliberal pratiklerle frenlenmiş toplumsal dinamik ve mekanizmaların baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir.'

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

EN ÇOK OKUNANLAR