Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yönetilen kalp-1

0

Yabanıl topluluklarda insan derisi yeryüzünün derisinden, kabuğundan henüz kopmamıştı. Eski dillerde bugün bitki örtüsü için kullandığımız sözcükler insan derisiyle benzer anlamlara geliyordu. Deri, üzerinde yaşadıkları toprak parçasıydı, atalarının adlarını taşıyan hayvanlar ve ağaçlardı. Beden, doğanın dış yüzeyi değil, uzantısıydı; kesiklerle, yarıklarla, deliklerle, kabuklarla doluydu; dokunarak varlığını sürdürüyordu. Terleyen, acıyan, kanayan, kabuk bağlayan, hayatla dokunarak temas eden pürüzlü bedenin yüzeyi böylece çoğalıyor, cinsel yoğunluğun hem artırıldığı hem de tüm bedene yayıldığı çoklu bir karakter ediniyordu. İç ve dış ayrımı henüz oluşmamıştı; bedenin ruhu, doğanın ve tanrıların ruhuyla iç içeydi, tinsellik bireysel değil, kolektifti.

Yeryüzü henüz dünyasallaşmamıştı.

Modernlikle birlikte üzerinde hayata dair izler taşımayan, kılları ayıklanan, parfümlü, bakımlı, sportif, estetik müdahaleye uğrayan, pürüzsüz, dokunmaktan giderek uzaklaşan tek tip kozmetik beden devreye girdi. Yüz ve beden ayrıldı. Yüzün bedenin diğer bölgelerine göre görünürlüğü ve hegemonyası arttı, ayak parmağı unutuldu. Bireyselliğin cisimleştiği bölge olarak yüz, portre ve büstle kendisini yeniden ve yeniden (sürekli) çoğalttı. Bu yüzden kimlik belgelerinde, kitap kapaklarında, paraların üzerinde, devlet dairelerinde, mitinglerde, kışlalarda, “aranıyor!” afişlerinde, okul bahçelerinde, şehir meydanlarında hep yüz [= portre (= büst)] vardır.

Vitrin mankeni bedenlerin ‘sır’sızlığı…

Bedeniyle dokunmanın yerini görmenin mesafeli uzaklığı; bilinmezliğin risk potansiyelinin yerini görmenin ölçülebilir, garantili hesaplılığı aldı.

“Sır” erotik bir çekim özelliği olmaktan çıkarak yok edilmesi gereken “mahremiyet” olarak algılandı.

“Öngörülemez ve ele geçirilemez” olmak bir çekim nedeni olmaktan çıktı.

Doğa ve nesneler de görmeye göre biçimlenmeye, yeryüzünün doğal derisi bozulmaya başladı. Bedenler görmeye göre biçimlendikçe; gökdelenler, parklar, AVM’ler, camiler, kiliseler, anıtlar, toplu konutlar çoğaldıkça; insanın derisi ile yeryüzünün derisi arasındaki doğrudanlık ilişkisi koptu, –büyü bozuldu. Çocuklar ağaca, sıpaya, horoza dokunmadan büyümeye başladı; atı fotoğraflarda, filmlerde ya da televizyonda gördü; bakışını, kokusunu, tedirginliğini ve sesini edinemedi; diğer canlı türleriyle karşılaşarak varlığını çoğaltamadı. Böylece, acıyla, şiddetle, öfkeyle, kahkaha ve şakayla doğrudan ilişki kuran insan bedeni duyumsama yetisini de yitirmeye başladı. Doğanın parçası olarak varlığını sürdüren beden, kültürün parçası olarak varlığını sürdüren bedene dönüştü. Kültür, tahakkümcü yayılmasını beden üzerinden pekiştirdi.

Oysa, “Benim her yerim yüzümdür,” diyen Hintlinin sömürgeci Batı’yla karşılaşana dek yüzü ile bedeni ayrışmamıştı, ayrıca bir bedeni olduğunun farkında bile değildi. (Belki de) o zamana dek sırtıyla dokunuyor, ayak parmağıyla düşünüyor, göbeğiyle şaka yapıyor, elleriyle görüyor, diliyle sevişiyordu. –Yazı yoktu, bu yüzden kayıt da yok, neden olmasın?

Bağırarak söylemek lazım: Deri, artık piyasaya göre biçimlenmiş, şık bir ambalaj kâğıdıdır.

Ambalaj kâğıdının erotizmine de piyasa biçim verir.

Ulus devletin bayramlar, resmi geçit törenleri ve her gün beş vakit secde ile biçimlendirmek istediği militer beden, yerini pan-kapitalizmin ticari bedenine bırakmıştır.

Bedeni koruyan kalın çorap, bacağı daha çok gösteren ince ve şık bir biçime bürünmüştür.

Etek ya da pantolonun yerini kalçayı ve kasıkları daha çok gösteren tayt almış, “sır”lı erotizm yerini (âdeta) “sır”sızlığa bırakmıştır.

Giyime yön veren moda piyasa dinamikleri gereğince bedeni istediği gibi kullanabilmekte; bedeni parçalayarak bölgelere ayırmakta, istediği bölgeyi istediği mevsim öne çıkarmaktadır.

Yüz, makyaj malzemeleri ve saç modelleriyle görmenin “sır”sız nesnesine dönüşmüştür.

Beslenmenin yeni biçimi olan fast-food da bu sürece eşlik etmektedir.

Artık kamusal alan pan-kapitalizmin vitrini, bedenler de vitrin mankenidir.[3]

*

[1] Modanın, bireyselliğin yaşanması ve sosyalleşmenin bir parçası olma boyutuna dikkat çeken Yaşar Çabuklu, yanı sıra, bireyselliklerin denetim altında tutularak disiplin toplumunun dışarısına çıkılmasına izin verilmediğine, kadın bedeninin erkeğin bakış açısına ve ihtiyaçlarına göre biçimlendiğine de işaret eder: “ ‘Güzel cins’ olan kadın, şık kıyafetleriyle erkeğin başarısının, satın alma gücünün bir göstergesine dönüşecekti. Modernlik ve onun modası, kadın bedeninin metalaştırılmasına dayanıyordu. Kadın, bedeni ve giysisiyle, nesneleştirici erkek bakışının yöneldiği, denetlediği pasif bir varlığa dönüştürülmüştü. Moda, uysal toplumsal bedenler üretmeye çalışan modernliğin giyimsel disiplin aracıydı. Korseler, sutyenler, yürümeyi zorlaştıran etekler vb. erkek bakışının taleplerine uygun olarak kadın bedeni üzerinde baskı yaratıyordu. (Toplumsalın Sınırında Beden, s. 118)
[2] “Hazır giyim”e eşlik eden “fast-food”u karakterize eden özellikler hız, rasyonalite, basitlik ve öngörülebilir olmaktır. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir McDonald’s, Kentucky Fried Chicken ve Starbucks şubesinde tek sözcük kullanmaya gerek kalmadan aynı menü ile karın doyurmak, kahve içmek, benzer insanlarla sosyalleşmek ve flört etmek mümkündür artık. Sürpriz yoktur. Aynı kurgu AVM’lerde, kliniklerde, toplu turistik gezilerinde, günübirlik ilişkilerde ve randevu evlerinde de geçerlidir (s. 141-150).

Dikkatinizi çekmek isterim: Giyimin, beslenmenin ve sosyalleşmenin bir örnekleşerek denetim altına girdiği bu yeni durum “birey↔toplum” ikilisinin biriktirdiği gerilimler ve “tekillik” üzerine daha çok düşünmeyi de gerektirir.
[3] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Yarabıçak adlı deneme kitabından bir bölüm.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.