Dış Köşe

Yoğunbakım, açan çiçekler, tozlu koridorlar – Ümit Kıvanç

0

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

İktidar koalisyonu oy ve destek kaybediyor. AKP, siyasî parti olarak artık yok sayılır. Lideri partiyi eritti. Tayyip Erdoğan da artık herhangi bir gelecek vaadini temsil etmiyor. Türk-İslâmcılığı, böyle ideolojiye dayalı siyasî hareketlerin hegemonya için kesinkes ihtiyaç duydukları, başkalarınca kabullenilmelerinin yegâne aracı olan moral üstünlüğünü bütünüyle yitirdi. “Dindarlık”la özdeşleşmesi halinde bizzat dindarlığı kirleten, mensuplarının zenginleşmesini ve liderlerinin şâşaasını yoksul halkın ihtiyaçlarının önüne koyan, yalana dolana dayalı, ahlâksızlığın bin türünü meşrulaştıran, insafsızlığı, vicdansızlığı, merhametsizliği bayrak edinen bir acayip sağcılığa dönüştü. Bütünüyle içerideki iktidarın korunmasına yönelik dış politika ve har vurup harman savrularak perişan edilen ekonomi kulvarlarında da duvara toslandığında, vaatsizlik, siyasetsizlik ve moral üstünlüğün yitirilişi, muktedir mütehakkim Türk-İslâmcıları için eziyetli koma aşamasını başlatacak. Şimdiden yoğunbakımda hazırlıkların yapılması yerinde olur.

BEKLENEN ŞEY

AKP’nin muktedir ve zengin ettiği, eline yetki geçirmiş güruh birer birer sedyeyle yoğunbakıma götürülürken, kalan son gayretleriyle başlarını azıcık doğrultabilirlerse, takım elbisesi ve tuhaf kravatıyla camın ardından kendilerini izleyen bir yüz görecekler. O esnada parmaklarıyla bazı garip hesaplar yapmakta olduğu anlaşılan adama ait bu yüzden herhangi bir ifade okuyamayacak, daha da tedirgin olacaklar. Yoğunbakımın otomatik kapısı sessizce ama hızla açılırken, acılarını azaltmak için verilen ilacın etkisiyle gözleri kapanacak, son anda, o yüzde belli belirsiz bir aşağılama ifadesini seçecekler. Milyonlarca çuval inciri berbat etmiş olmanın utancı ve pişmanlığını hissedecek duyargaları kalmış mıdır yoksa kullanılıp atılmış olmaya dair derin bir şüphe, taze açılmış damaryollarından bedenlerine ılık ılık sızacak mıdır; bunlar artık ayrıntı. Camın ardındaki adam, “İçeride var sekiz, dört de şimdi götürdüler, on iki,” diye fısıldayacak, “hastane beş katlı, etti on yedi, ayın dördü, yirmi bir, üç hilalin üçüne böl, kaldı yedi…

Türk-İslâmcılığının cenazesinde hakkını helal edecek olan, bunu ancak iki sebepten yapacak. Ya yanılgı eseri ya da işlenen bunca suçu suç görmeme yüzünden. Bugün hâlâ yalan ve ahlâksızlığı “inanan” sayılmaya engel görmeyen çok kişi var. İşte, kaderin tecellîsi, feleğin işi, her neyse, hâlihazırda İslâmcılık iktidarının tahakküm kudreti, bir zamanlar güya alıp kıracağını vaat ettiği devlet sopasının yanı sıra, bu yanılsama kurbanlarının desteği sayesinde kutsanabiliyor. Gayrısı çıkar peşindeki sefil sağcı zevattır, üzerine konuşacak söz yoktur.
Seçimden değil de, seçimin az ötesinden bahsetmeye geçtim, müsaadenizle. Seçimle ilgili birbirinden isabetli değerlendirmeler okuduk, dinledik. Seçim başarısını yanına komama, kursakta bırakma, sevinci boğma, “istemezsek vermeyiz” pompasıyla zehir saçma operasyonları hâlâ sürerken bunlara bir şeyler ilave etmeye çalışmak pek anlamlı değil. AKP’nin itiraz operasyonunun maksadı ve bir defa daha dibine vurulan ahlâksızlık üzerine tarifler yapmamız da sanırım pek gereksiz. Hele seçimden çıkan sonuçta yine uluslararası şer güçlerin düzenlediği darbeyi bilmemneyi teşhis ettiğini ileri süren beyinsizler ve kötü ruhlular çetesiyle bunların dediklerine itibar eden bîçare gafilleri kaale almamız, kamu kaynaklarını israf suçuna bile girebilir.

Bu yüzden başka yöne bakalım.

BEKLENMEDİK ŞEYLER

CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun hem iç ısıtıcı hem serinletici -profesyonelliğinden yitirmeksizin samimi görünen- performansı vesilesiyle, CHP’den yana dönelim. Böyle bir performans, CHP’de görmeyi beklemediğimiz ama gördüğümüz tek şey değil.

Meğer CHP’nin içinde bir siyasî parti, bir siyasî hareket varmış! Sözünü sakınmayan, açık tavırlı, cesur, belki en önemlisi, siyaset yapmaya niyetli, lider özelliklerinden de yoksun olmayan figürler ortaya çıkınca yanında insan da buluyor, doğru dürüst organizasyon da yapabiliyorlar. Oyları, sandıkları korumak için doğru dürüst yemeden içmeden, uyumadan, kimi yerde saldırı tehlikesi altında sürdürülen fedakârca çaba ve gösterilen beceriklilik şaşırtıcı. Bu oradan geçen bir ziraî donatım uçağından düşmüş tohumun beklenmedik yerde beklenmedik anda filiz verivermesi gibi tesadüfî bir hadise olamayacağına göre, şöyle düşünmek durumundayız: O partinin içinde böyle birileri, böyle bir potansiyel vardı, ama yol verilmediği, teşvik edilmediği, maalesef daha büyük ihtimal, engellendiği için bugünküne benzer bir mücadeleye tanık olmuyorduk.

İster istemez umutlanıyor insan, müstakbel çoğulcu demokrasi adına, müstakbel hak-adalet ortamı adına.

Sanırım İzmir’de Tunç Soyer’in, Beyoğlu’nda Alper Taş’ın adaylığı partinin sahici sosyal demokrasiye yakın, çoğulculuk karşıtı olmayan, daha açık konuşalım, Kürt alerjisinden mustarip olmayan kesimlerinde, geleneksel tıkızlık ve siyasî kabızlığın nihayet CHP’liliğin zorunlu şartı olmaktan çıkarılacağı izlenimini yaratmış olmalı. Kabuk kırmaya cevaz verildiği duygusu…

Alper Taş’ın adaylığı ayrıca daha genç kesimlerde muhtemelen bir tür Gezi koalisyonu özlemini canlandırdı.

İstanbul adayı olarak Ekrem İmamoğlu ise, baştan, icabında kendi kampında tepki toplamayı göze alabileceğini -Erdoğan’ı ziyaret!-, bilahare bunu giderebileceğini gösterdi, kısaca, ne yaptığını bildiği görüntüsünü verdi. Erdoğan’ın arzuladığı kavgacı-patırtıcı rakip olarak ortaya çıkmayışı, kendi tarzından sapmayışı -ki mazbatasını geciktirmek için türlü dümenler çevrilirken de tavrını bozmadı-, her şeyden önce, sürekli gerginlik ve çatışma havasını dağıtmaya aday ve ehil bir siyasetçi olarak algılanmasını sağladı.

Karşısına bu seçenekler konmasa, en iddialı olunan yerde, ülkenin başkentinde, bu iddianın borçlu olunduğu Mansur Yavaş’la seçime girecek CHP, birçok seçmeninin pazar gününü pijamaları ve eşofmanlarıyla, kahvaltı masasından kalkmadan geçirmesine yolaçabilirdi. Beş dönem arka arkaya Melih Gökçek’e mâruz kalmanın sıkıntısı ve utancıyla iki büklüm Ankaralı muhalifler muhtemelen yine gidip “eski Ülkücü” -fakat halen ne, belirsiz- Yavaş’a, dolayısıyla CHP’ye oy atacaklardı. Ancak bunun başka yerdeki CHP’li seçmen üzerinde herhangi bir müşevvik veya doping etkisi yapmayacağı ortadaydı. Belki aksine.

Gösterilen sıra dışı adaylar CHP’nin aldığı oyları artırdı mı, bilemiyoruz; muhtemelen çok artırmadı. Ancak CHP Genel Merkezi adlı kamu kuruluşu idarehanesinin deposunda, parıltısını ve cıvıltısını kaybetsin diye küflü klasörlerin sıralandığı rafların ardına atılmış bekletilen, seferberliğe, mücadeleye niyetli partililerin ortaya çıkıp bir siyasî hareket oluşturmasını sağladı. Azıcık sola kayıldığında partiyi öcülerin kapmayacağına inananlar arttı.

Tabiî sahiden baharın gelişini, çiçeğin böceğin canlanarak ortaya fırlayışını hatırlatan bütün bu hareketliliğe dalıp gitmek tehlikeli. Zira o köhne idarehanenin loş koridorlarında ne tehlikeler saklı. Kuytularda takım elbiseli canavarlar gezer. Onyılların tortusuyla kaplı zeminde ses çıkarmadan yürürler. Hantal adımlarını attıkça kalkan tozlarla beslenirler. Ancak bu onları kesmez. Kendi yarattıkları sasılığın yaydığı sıkıntıdan öyle bunalırlar ki, canlanabilmek için, kanlarını emmek üzere genç ruhlar ararlar. Kurbanların illâ genç olması gerekmez; “değişim” mealinde herhangi bir lafı telaffuz edecek herkes onların ihtiyaç duyduğu mineralleri içeren gıda maddesidir.

Muş ve başka birçok yer için HDP’nin ortaya attığı usûlsüzlük-yanlışlık iddialarına karşı bürünülen put gibi sessizlik-kıpırtısızlık halini İstanbul’da sergilenen fedakârane, cesurâne gayretle yan yana koyduğunuzda, o gayretin bütün iyi niyetliliğine rağmen ortaya yeni bir ayrımcılık manifestosu çıkıyor. (Muş, Tatvan, Malazgirt, Viranşehir, Gercüş, Dargeçit, Taşlıçay, Şemdinli, Akdeniz’deki seçimlere HDP’nin itirazları kafadan reddedildi, ülkenin batısı İstanbul için hop oturup hop kalkarken bunlara dair doğru dürüst ses çıkmıyor. En azından bu satırlar yazılırken henüz çıkmamıştı.) Sebebi, kendi başlarına yanına yanaşamayacakları seçim başarılarına çok isabetli taktik ve son derece bilinçli seçmen davranışıyla hayatî katkıda bulunan “Kürt partisi”ne dair hikâyeyi bir an önce unutmak ve unutturmak isteyen o canavarlardır işte.

CHP şimdilik şu yukarıda izah ettiklerimin inşallah uzun ömürlü olamayacak bir terkibi, tekinsiz bir ‘ikisibirarada’dır. Şu yeni yüzler, şu yeni eylem niyeti, şu silkiniş üstün gelse Türkiye’de öyle çok şey değişir ki!..

Acaba İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayının eşi Dilek İmamoğlu’nun eylemini -evet, basbayağı eylem sayılır- bu yönde işaret sayabilir miyiz? Oy çuvallarının kilit altında tutulduğu odaların kapıları önünde üç gündür bir-iki saat uykuyla bekleşen partililerin, memleketin elinde kalan tek değerli siyasî müesseseyi, seçim kurumunu da kaybetmemesi için didinişinin yanına koyup…

Dilek Hanım’ın “gördüğü lüzum üzerine” söyledikleri, kim bilir, belki bir devri nihayet sona erdirir. İmamoğlu ailesinin fotoğrafını özellikle Binali Yıldırım’ın eşi Semiha Hanım’la fotoğraflarının yanına koyarak her zamanki herzeleriyle seviyesiz büyükşehir ırkçı edebiyatına katkılar yapan “modern” şahsiyetleri kınadı Dilek İmamoğlu. “Eğer bir aşağılama ya da güzelleme yaptıklarını sanıyorlarsa,” dedi, “bilmeliler ki beni de aşağılıyorlar. Çünkü ben Sayın Semiha Yıldırım’ın fotoğrafına bakınca kendi annemi, kendi ablamı görüyorum. Onların tercihi de böyle. O yüzden bu paylaşımı hiç iyi niyetli bulmuyorum.”

Yani köprülerin altında akıntılar hızlandı. Mevcut badireden, seçim kurumunun da anlamını paramparça, işlevini imha etmiş olarak çıkmazsak, yakın gelecek değişimlere gebe görünüyor.

Ümit Kıvanç – Gazete Duvar

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.