Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yerkabuğu faylarının açığa çıkardığı sosyal faylar-1

0

Kahramanmaraş Depremi’nin[1] üzerinden yaklaşık iki hafta geçti. Gerçekten iki hafta demek dile kolay ama depremzedeler için asırlar kadar uzun bir zaman olmalı. Bütün iyi dileklerimiz onlarla.

Ne var ki, sorunlar iyi dileklerle çözülmüyor. Ulus olarak çözüm üretmeli, çözüm üretmek içinse ders almayı başarmalıyız. Ders almak demek salt öğrenmek demek değil. Kuru bilgi hiçbir şeye yaramaz. Ders almak demek önce öğrenmek, sonra da öğrenilenleri hayata aktarmak demek.

Bu yazıda, ben, kişisel olarak bu büyük felaketten öğrendiklerimi ya da daha önceden bilip de pekiştirdiklerimi aktaracağım, hiç olmazsa tarihe not düşmek adına. Hayata aktarıp aktaramayacağımızı önümüzdeki süreç gösterecek.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir

Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 25 Eylül 1924 tarihinde Samsun İstiklal Ticaret Okulunda öğretmenler tarafından verilen çay ziyafetine katılır ve bir konuşma yapar. O konuşmada tarihe geçen şu sözleri de söyler[2]:

“Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır.”

Kurucusunun, önderinin bu kadar aydınlık olduğu bir ülke ondan 100 yıl sonra nasıl bu kadar karanlık olabilir? Yanıtı çok basit; önderinin gösterdiği akıl ve bilim yolundan saparak. Ülkeyi yönetenler ve siyaset, bürokrasi, teknokrat silsilesindeki hemen herkes akıl ve bilim yolundan uzaklaştıkça uzaklaştı günbegün. Deprem(ler)in gelişi sürpriz değildi. Alınması gereken önlemler, yapılması ve yapılmaması gerekenler biliniyordu. Akıl ve bilim bunları açıkça ortaya koymuştu. Sırtımızı akıl ve bilime dönüp yüzümüzü siyasi ve ekonomik ranta çevirdik. Yapılması gereken hemen her şeyi unutup yapılmaması gereken ne varsa yaptık. Sonuç ortada.

Kapitalizmin ezdiği milyonlar

Depremin yarattığı can ve mal kayıplarının altında onlarca farklı neden var. Ama bence temel nedenlerden biri de ülkemizde egemen olan kapitalist anlayış. Kapitalizm, doğası gereği zengini sever. Bu nedenle, kapitalizmde zengin daha zengin yoksul daha yoksul olur sürekli. Aradaki uçurum hem genişler hem derinleşir. Milyonlarca insan küçük bir azınlık için karın tokluğuna, hatta karnını bile doyuramadan çalışmaya başlar bir süre sonra. Kapitalizmin acımasız gücüne diş geçiremeyenler, onu toptan reddetmeye cesareti olmayanlar, sosyal devlet ilkesi ve güçlü bir hukuk-adalet sistemi ile yukarıdaki çarpık durumu bir derece kontrol altına almayı deniyorlar. Ancak Türkiye gibi sömürünün kontrolsüz bir güç haline geldiği ülkelerde durum vahamet derecesine yükseliyor. Sosyal devlet ve hukuk yalnızca anayasada yazılı işlevsiz terimler durumuna geliyor.

Kapitalist çarkların arasında ezilen halkın çok büyük çoğunluğu depremde de, salgında da, sel ve taşkında da, orman yangınında da en büyük zararı görüyor. Kapitalizm, onların önlem alabilmesi ya da kendini koruyabilmesi için hiçbir fırsat tanımıyor. Çünkü bu sistemde her şey paraya dayanıyor ve para halkı ezmek yoluyla sadece belirli bir kesimin elinde toplanıyor. Sonra o kesim, son yaşadığımız deprem benzeri büyük bir felaket olduğunda, birkaç akşam önce düzenlenen ve televizyonlardan canlı olarak yayımlanan yardım şovunda olduğu gibi, halkın gözüne soka soka, aslında halkın kaynaklarından edinilen (çalınan) büyük servetlerinden birkaç kırıntı serpiştirerek kendilerini aklıyor. Kapitalizm tam da bu değil mi? Büyük halk kitlelerinin hakkına el koy, o kitleler bin bir sorun ve acıyla cebelleşirken zevk-ü sefa içinde yaşa, sonra da, arada sırada bu tür aklama şovlarıyla kendine minnet duyulmasını bekle.

Yoksulluğu ortadan kaldırmak için çözümler üretecek sistemler geliştirmek yerine yoksulları daha da yoksullaştıran acımasız kapitalizme bel bağlamak, kuşkunuz olmasın, depremlerden çok daha can yakıcı bir felakettir. Bu felaket sisteminde suçlu bellidir; kapitalizmin ipine sarılarak yükselen, hep alttakinin sırtına basarak ilerleyen herkes suçludur. O nedenle TV şovlarında bağıra bağıra, göstere göstere, böbürlene böbürlene yapılan sadaka dağıtmaların benim gözümde zerre kadar kıymeti yok. Oscar Wilde şöyle diyor[3]:

“(Yoksullar) Zenginlerin sofrasından dökülen bir iki kırıntı için neden gönül borcu duysunlar ki? O sofraya onlar da oturmalıdır ve artık bunun farkına varmaya başlıyorlar.”

Felaket mi büyük devlet mi küçük?

Öncelikle şunu söyleyeyim, devlet sözcüğünü kasıtlı olarak kullandım. Aslında devlet ve hükümet farklı kavramlar, bunun farkındayım. Ancak hükümete yapılan eleştirileri devlete yapılıyormuş gibi gösterme ve yanlışları bu yolla savunma çabası öylesine ayyuka çıktı ki, ben de mahsus hükümet yerine devlet sözcüğünü kullandım. Deprem büyüktü, evet. Böylesine büyük bir felaketi zararsız atlatmak mümkün olamazdı, buna da evet. Peki, kaybedilen hayatlar başta olmak üzere oluşan olumsuz tablonun boyutu küçültülemez miydi? Kesinlikle küçültülebilirdi. Günlerdir, kamuoyunda yapılmayanlar ya da eksik yapılanlar detaylarıyla anlatılıyor zaten uzmanları tarafından. Böylesine netken hatalar, acıları yalnızca felaketin büyüklüğüne bağlamak, bunun bir kader planı olduğunu söylemek devletin büyüklüğüne yakışır mı?

Çok değil 20-25 gün önce, daha önce de defalarca yapıldığı gibi, bundan 80 yıl önce dünyanın bugüne kadar görüp geçirmiş olduğu en büyük felaket olan 2. Dünya Savaşı yaşanırken, ülkesini savaştan uzak tutmayı başararak yurttaşlarını savaşın yıkıcı etkilerinden korumak için sağlam bir irade gösteren büyük devlet adamlarının, yine yurttaşlarının gıda güvenliğini sağlamak için uyguladıkları ekmek karnesi uygulamasını günlük siyasette rant aracı olarak kullananların, deprem sonrasında ‘büyük felaket’ ya da ‘kader planı’ söylemlerine sığınması, soruyorum size, devleti büyütür mü küçültür mü? Deprem engellenemez, ancak vereceği zararlara karşı önlemler alınabilir. Bunu yapmayanlar, devleti küçültenler, depremin ya da diğer felaketlerin büyüklüğünü gerekçe gösteremez.

Bitmedi. Ancak yazı çok uzadı. İlk fırsatta kaldığım yerden devam edeceğim.

*

[1] Uzmanlar iki farklı deprem olduğunu söylüyor. Kahramanmaraş Depremi her ikisini de ifade etmek amacıyla kullanılmıştır.
[2] Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı resmi internet sayfasından alınmış hâlidir. 
[3] Wilde, O. 2016. (Çeviren: Fatih Özgüven) Sosyalizm ve İnsan Ruhu. Metis Yayınları. (Eserin özgün hali 1891 yılında kaleme alınmıştır)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.