12 Aralık’ta Paris’te biten Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Taraflar Konferansı (UNFCCC COP 21) sonrasında Dünya medyasındaki kadar olmasa da Türkiye’nin merkez medyasında da çeşitli haberler çıktı. Uzmanlar seslerini biraz olsun duyurabildikleri haberlerle gazetelerde ve televizyonlarda yer aldılar.
Bunlardan biri de Doğan Haber Ajansı tarafından Konferans’ın hemen sonrasında servis edildi. Bu habere göre İklim Merkezi adlı kuruluşun açıkladığı “Tercihlerimizin Haritası: Küresel Mirasımız’da Karbon, İklim, Deniz Seviyesinde Yükselme” raporuna göre “küresel ısınma 1.5°C dereceyle sınırlı kalırsa Türkiye’de deniz seviyesinde tehlikeli artış riski önemli ölçüde azalacak; ancak, ısınma 2°C derece olursa 1.3 milyon kişi sular altında kalacak. Küresel ortalama sıcaklıkların 3°C derece artması ile deniz seviyelerinin 6 metreye kadar artma riski bulunuyor. Türkiye’de ise 1.9 milyon insanın yaşadığı yerlerin su altında kalma riski olduğu belirtiliyor.”
Şimdi burada önemli bir nokta var. İklim değişikliği ile ilgili uzmanların hemen hemen hepsinin üzerinde uzlaştığı noktalara bakıldığında; COP21 sonrasında çıkan anlaşmaya ve daha öncesinde ülkelerin tek tek açıkladıkları beyanlara göre küresel sıcaklık artışının 1.5°C’de tutulma ihtimali yok. Basit dört işlem ile beyanlar ve politikalar hesaplandığında ısınma 2°C’nin üstünde olacak. 3°C ise çok uzak değil. Hatta gayet beklenilir. Yani küresel bir anlaşmanın çıkması mutluluk verici fakat anlaşmanın içeriği çok umut vermiyor.
Tekrar rapora dönecek olursak rapor ne söylüyor? En az, hadi ortalamasını alalım, 1.6 milyon kişinin yaşadığı yerler sular altında kalacak. Burada bulunan tarım alanları kullanılmaz hale gelecek, su kaynakları tuzlanacak vs. Peki buna önlem alması gerekenler neler yapıyor? Çok az şey! Merkezi düzeyi bir kenara bırakalım. Yerel yönetimler neler yapıyor? Sadece deniz yükselmesi sebebiyle kentlerin şekilleri değişecek, önemli sayıda insan yer değiştirecek ve sosyal, ekonomik ve ekolojik bir “yeniden karılma” gerçekleşecek. Bunlar doğrudan kentlerde gerçekleşecek. Önlemlerin de ilk olarak orada alınması ve hazırlıkların yapılması gerekiyor. Kent yönetimlerinin böyle bir ufku var mı şu an için? Yok. Bu aynı zamanda sadece kıyı kentlenin sorunu da değil. Kıyılarda yaşayamayan insanlar nerelerde yaşamayı seçecek? Yakın gelecekte kıyılardan daha içerilere bir iklim göçü yaşamamız çok olası.
Tekrarlamakta fayda var. Bu sadece deniz seviyesinin yükselmesiyle alakalı olan değişiklik. Kuraklık, sel, uç hava olayları gibi konular habere dahil değil. Fakat hepsi yerel yönetimlerin iklim değişikliğine adapte olması gereken konular ve neredeyse hiçbir şey yapılmıyor bu konuda. Kentlerimiz ne iklim değişikliği ile mücadele açısından (azaltım) ne de iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlama açısından (adaptasyon) hazır değiller. Hazırlanacakları yönünde bir ışık da ne yazık ki pek görünmüyor.
Görünmediği gibi işin daha da enteresan boyutu, yerel yönetimler açısından geleceğe dönük önlemler almayan Türkiye, merkezi yönetim açısından da ortalama sıcaklık artışının 3°C’yi aşmasını sağlayacak politikalar güdüyor.
Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net