Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yeni bir dayanışma kültürünü nasıl yaratacağız?

0
Kasım ayının 20 ile 27’si arası ‘Muhteşem Cuma/Çılgın Cuma’ ilan edildi. Haftalar öncesinde çoğu ürünün ucuz olacağı reklamları uzun süre yapıldı. Sanki kapitalizm korona pandemisi nedeniyle aklını başına aldı ve cömertliğe başladı sanırsınız…
Amerika’da Kara Cuma (Black Friday)  denilen  durum taklit ediliyor. Oysa aynı Amerika’da kolonyalistlerle ‘barışma günü’ denebilecek Şükran Günü (Thanksgiving) sonrası olan ilk cuma, tüketim toplumunu protesto edenlerce Hiç Bir Şey Satın Almama Günü (Buy Nothing Day)  olarak da ilan edilmiştir. Türkiye’de korona pandemisi sonucu sermaye cömertliğini mi gösteriyor dersiniz? Yoksa ucuzluk diye cebimizdeki kalan azıcık paraya mı göz dikti?
İkinci doruğunu yaşadığımız söylenen korona pandemisinde sonbaharda Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Covid-19 özel temsilcilerinden David Nabarro,  pandeminin ‘daha yeni başladığını’ söyledi. 2021 daha gelmeden Covid -21’den söz edilir oldu. Pandemisi hızını sürdürüyor, dünya ekonomisinin ise 8 -10 yıl toparlanamayacağı ön görüleri mevcut. Sonuçları daha yeni görülecek ve en çok yoksullar ölecek öngörüleri gerçek olmaya başladı. Bunun yanında tüm haksızlıklara rağmen hala canla başla çalışan sağlık çalışanı arkadaşlarıma ‘başınız sağ olsun’ demek dahi çok ağır ve zor geliyor artık… 

Aşı kimler için?

Bu yılın sonlarını yaşadığımız şu günlerde koronavirüs bulaşmasının had safhaya ulaşmasıyla birlikte aşı iyimserliği de hüküm sürüyor. Ne kadar koruyuculuğu olacak, her kesim ücretsiz ulaşabilecek mi soruları belirsizliğini koruyor. Sonuçta devasa bir sağlık endüstrisi de bu fırsattan köşeyi dönmeyi bekliyor gibi görünüyor. Gelişmiş ülkelerin çoğunda işsiz kalanlara ve esnaf ya da sanatçı ve zanaatkarların etkilenmelerini azaltma yolunda destek verilse de siyahlar, İspanyol kökenliler, göçmenler koronavirüsün daha fazla etkilediği kesimleri oluşturuyor. Sığınmacılar, hastane ve hapishanede olanların durumu daha da kırılgan durumda. 

Bu arada insanlar arasındaki bağ gittikçe zayıflıyor. Birbirini herhangi bir nedenle (örneğin hijyen ve yardım isteme) ötekileştirme artmış durumda…  Kısacası insan denilen sosyal hayvan kendini ve başkalarını daha çok yalnızlaştırmaya devam ediyor. Oysa böylesi bir durumda değer yargılarını ve onları nelerin güçlü tutabileceğini yeniden gözden geçirmeliyiz. Çünkü bizi yalnızlaştıranlara inat bizi birbirimize neler bağlıyorsa onlara sarılma günü!

Elbette hükümetten yardım talep etmek hakkımız. Ancak yardım kurum ve kişilerine el açmak kişi ve toplumu pasifize eder. Kişi gelecek yardıma umut bağlayıp kendine yeterlilik ve direnç kazanma yolunda çabayı bırakıp teslimiyete sürüklenebilir. Bu da dirençsiz olmaya yol açar. Böylelikle taleplerimiz de istenildiği şekilde manipüle edilebilir.

Karşılıklı yardım

Korona süreci çoğumuzu yalnızlaştırırken gitmek istediğimiz bir dizi yola, kayıplar yaşamış dostlarımıza ulaşamadık. Ellerini sıkıca tutup gözlerinin içine bakıp, sarılamadık. Peki bu korku tünelini nasıl aşacağız? Bir sosyal organizasyon teori ve pratiği olan ve de gönüllülüğe dayanan karşılıklı yardım (mutual aid) durumu 18. yüzyıldan beri sosyal teori olarak var. Bunu güncel duruma nasıl uyarlayabiliriz üzerinde düşünmeliyiz. Çünkü gidişat pandemi süreci geçse dahi her şeyin aynı olamayacağını gösteriyor.

Anadolu’da hediyeleşme ve imece kültürü gibi görünen bu pratiğin içeriği karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmaya nasıl dönüştürülebilir? Misafirperverlik gibi yabancılara dahi ön yargısız bakıp elimizdekinin en iyisini misafirlerimizle paylaşabildiğimiz istisnai bir kültürümüz var. Bu durumda kimseyi ötekileştirmeden yerel ölçeklerde nasıl karşılıklı yardımlaşma ağları oluşturabiliriz? Böylesi yuvarlak laflar ediyorum ama aynı zamanda ötekileştirmenin en fazla olduğu ülkelerdeniz. Bir yandan da “…pissin hijyen eksikliği kültüründe var” gibi ötekileştirilen kesimler de mevcut.

Karşılıklı yardım hizmet ve kaynakların karşılıklı fayda için kullanımının yaygınlaştırılması demek ve 19. yüzyılda işçi sınıfının birbiriyle dayanışması gailesiyle Peter Kropotkin tarafından doğadaki kökleri incelendi. Evrimi hakkında ise Charles Darwin’den hatta bu yıl genç yaşta kaybettiğimiz antropologist David Graeber’in katkılarına kadar uzanmak gerek. Şimdilik bu kadar derin gitmeyip biraz daha yardımlaşma ve yardım arasındaki farka dikkat çekelim.

Koronavirüs pandemisinin her kesimi vurduğu doğrudur. Ancak her kesimi bir başka düzeyde vurduğu ve bunun artçı şokları psikolojik ve sosyal olarak da uzun yıllar devam edecek gibi görünüyor. Afrikalı kadınların koca boş tencerelerini kafalarına alarak yaptığı bir eylem fotoğrafı gözümün önünde… Bana çok çarpıcı  geldi. Daha önceki yazılarımda konu ettiğim gibi her cinse farklı yansıması olan krizlerin özel alana hapsedilmiş kadınlara yansıması daha da katmerli olur. Daha fazla etkilenir. Toplumsal cinsiyet rolleri gereği özel alanda tencereyi kaynatmak zorunda olan kadındır. Yoksa eril kişi o tencereyi şu ya da bu şekilde kafanıza atabilir. Bu nedenle dikkat ediyorum ABD’de dayanışma ekonomisi kavramının içini dolduran sendikacı Emily Kwanzo gibi dayanışma ekonomisine en fazla kafa yoran ve katkı koyanlar da kadınlar. Hatta siyah kadınlar göçmen kadınlar ve sığınmacı kadınlar…

Yalnızca dayanışma ekonomisi değil, dayanışma kültürü 

Pandemi döneminde bazılarımız evrensel değerlere inandığı için bilgi ve kaynaklarını sınır ötesine paylaşıma açtı. Zor zamanları dahi maddi fırsata dönüştürmeye çalışan bazıları ise bu sürecini yeni yukarıda söz ettiğimiz gibi ‘Çılgın Cuma’lar vb maddi fırsata dönüştürdü. Ekolojik kaynaklı olduğunu iddia ettiğimiz ekonomik ve sağlık krizini yine para işaretleriyle görüyorlar. Bizi de hijyen adı altında yalnız ve izole edilmiş kutularda yeni tüketim kalıplarına hapsetmek istiyorlar. Buna inat yamalı giysilerle dolaşalım, onurumuzla dayanışma kültürü yaratarak. Hem her yamanın bir hikayesi vardır anlatılacak. Bu da dayanışmanın bir parçası olsun. Üstelik büyümeye tüketmeye değil küçülmeye ve onarıma ihtiyacı var dünyanın.

Korona sonrası batıda hedefe yönelik iyileştirmeye katkı koyma olarak açıklayabileceğimiz ‘goodcause’ etiketiyle duyurulan çevrimiçi yardım ağında, boş buzdolapları ve evinde aç yatan kişilerin hatta hastaların öyküleri paylaşılıyor. Rast geldiğim birinin mesajı şöyleydi: “Fazla bir şeyim yok ama paylaşacak bir şeylerim var.” Bu söylem bence dayanışmayı anlatma yolunda çok şey ifade ediyor. Çünkü dayanışma kafadaki değer yargılarımızda.  Kendimizi sürekli kıtlık moduna sokan tüketim toplumuna karşı durabilmekte… Sonra birilerine destek olmak için illa maddi destek de gerekmiyor.

Konuyu yalnızca ekonomik olarak dayanışma olarak görmek resmi eksik okumak demektir. Yeni bir dayanışma kültürünü nasıl yaratacağız sorun bu! Askıda ekmek, giysi, kahve, pide vb yeterli mi? Batıda bu durum gıda çeki, hediye çeki vb gibi yürüyor. Ancak hâlâ izole edilen kutularında herkes. Yalnızlaşmaya da kıtlık toplumuna da koronanın başımıza bela olmasına da yol açan ekolojik yıkımlardır. İnsanı doğadan koparan anlayış ise kıtlık, aç gözlülük ve adaletsizlik mantalitesini pompalayan kapitalist sistemdir. Öyleyse yerel dayanışma ağlarının içini bir başka dolduralım ve yaygınlaştıralım.

Örneğin korona sonrası Dayanışma Ağı diye internet üzerinden de bir ağ var. Genellikle İstanbul semtleri olmak üzere Mersin, Bursa gibi illerinde olduğu yerler de var. Elbette bu daha geliştirilebilir. “Dayanışma İhtiyacınız Varsa Bize Ulaşın” şeklinde çağrı yapılıyor. Market alışverişinden, telefonda dost sohbeti, ilaç ve sağlık ihtiyaçlarından gündelik ve işler hayvan bakımı gibi alanlara kadar uzanıyor. Bunun yanında bizzat yüz yüze yapılabilen kent tarımını geliştirme, birlikte spor yapma gibi… Ayrıca dünyanın başka yerlerindeki (Barselona, Toronto, New York, Detroit gibi ) ağlarıyla da deneyim paylaşalım. Deneyim paylaşmak da karşılıklılığın en iyi ifadesidir.

Elbette hükümetten böylesi zor durumlarda yardım beklentimiz olmalı. Ancak yerel ölçekte kararları kendimizin  hiyerarşisiz bir şekilde alabileceği özerk yardımlaşma ve dayanışma ağlarına ihtiyacımız var. Hatta bunlardan bazıları kalıcı olup kooperatif ve kolektif örgütlenmelerle gıdamıza suyumuza konut ve sağlık sorununa sahip çıkmaya kadar uzanabilir Latin Amerika da olduğu gibi. Unutmayalım dayanışma şenlikli toplumun olmazsa olmazıdır!

Sonlarken geçen aylarda çok erken yaşta kaybettiğimiz anarşist antropolog David Graber’in en meşhur kitabı İlk 500 yıllık Borç  (Debt: The First 5,000 Years) anmak isterim. Gelecek aylarda çıkacağı belirtilen David Graeber ve Andrej Grubačić’in ‘Karşılıklı Yardım: Evrimin Bir Aydınlatma Faktörü’ (Mutual Aid: An Illuminated Factor of Evolutionkitabının  da bize bu konuda daha  zihin açıcı olacağı umudundayım.

(Bu yazı Sivil Sayfalarda’da yayımlanmıştır.)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.