Köşe YazılarıYazarlar

Yağlı ip

0

“We all live in yellow submarine”

John Lennon

****

Yeşiller ve sol “gelecek partisi”nde birleşti. Birleşme büyüleyici güzellikte bir zamanda gerçekleşti.

Yeni parti, kendisine referans olarak Adalet ve Anavatan Parti’lerini gösteren siyasal hareketin vizyondaki temsilcisinin, elinde yağlı iple dolaşıp, ölümden bahsettiği günlerde doğmuş oldu. Ne kutlu! Temsilci, kendisinden önceki referanslardan hareketle, kendisinin de artık öldürülmesi gerektiğini hissetmiş olmalı. İlköğretim kitaplarında okuduğu şişirme padişahlık masallarına tamah ederken, kahramanlığın ancak ölümden sonra gerçekleştiği Türkiye kültürünü nihayet anlamış bulunmalı. Yağlı ipi, iktidardan nasibini alamayan tek örgütlenmeye karşı tehdit olarak gösterirken, konu, ekranlarda, “birileri beni bugüne değin asmış olmalıydı” serzenişine dönüşüyor. Tehditte bulundukları içinse sıkıntı yok. Çünkü onlar da kahramanları olan Deniz Gezmiş ve nicelerinin kaderini paylaşmak üzere yola çıkmışlardı. Ve eğer iktidarın temsilcisi bu yasayı tekrar çıkarmayı başarabilirse pek sevineceklerdir. Aslında herkes sevinecektir. Konu hazır buradayken Ecevit’e bir fatiha okunmalı. Ölümle kahramanlığın bir arada yürüdüğü vahşet kültürüne, allem edip-kallem edip “dur” diyen yasayı meclisten geçirebildiği için. Öyle ki memleketin linç kültürü sevdası içinde, idam karşıtlığını, medyada doğru aktörlerle sahneleyip, sanki bir toplumsal mutabakat gerçekleştirmiş gibi sunmayı başarabildiği için… Helal olsun.

Helal olsun çünkü eğer bu mutabakatmış gibi görünen karar çıkmamış olsaydı, hala nereye gittiğini bilmeyen aktörler öldürülmeye devam edecek ve böylece kahraman olacaklardı. Onların kahramanlık kültleriyle avutulan ve motive edilen yeni gençler ise nereye gittiklerini bilmedikleri hikayelerde maşa olmaya devam edeceklerdi. Ölüm her zaman büyüleyici güzelliktedir. Bu hikayede Deniz Gezmiş’i, Adnan Menderes’ten ayıran ise her zaman teröristlik konumuna düşmek zorunda kalan muhalefetin, zaten nereye gideceği belli olmayan bir oyun oynamak mecburiyetinde olmasıdır. Oysa Adnan Menderes gibi iktidar rolünü yerine getirenden, en azından nereye gittiğinin bilincinde olması beklenirdi.

Şimdiki iktidar da artık nereye gideceğini bilemiyor. Tekrarını oynadığı hikayenin sonunda duran ve bu kez kendi elindeki yağlı ip bunu gösteriyor. Bildiği tek politika; yap-işlet-devret modeliyle sahip olduğu iktidar manivelasını, kendi yandaş sermayedarlarına kar getirecek her yasayı çıkarmaktan kendisini alıkoymaması gerçekliğiydi. Bugüne kadar, yani 10 yıldır gerçekleştirdiği bu eylemle, toplum arzuladığı gökdelenlere ulaşmış durumda. Buna karşılık ne kadar çok olursa olsunlar, toplumun yalnızca %1’inin buralarda oturabildiği de zihinlere dank etmiş bulunuyor. Kapitalizm bu işte. Filmlerde yaşayanı arzulayan bir toplum, filmlerin aslında gösterdiği diğer kısmı yeni yeni fark ediyor. Hareket alanı yok. Çünkü her tarafta inşa edilen (gökdelen olmasa da) endüstriyel apartman dairelerinin kredi borcunu ödemek için hala nereden baksan 5 sene gerekli. Orta sınıfın bir kısmı hala hakkını seslendiremeyecek durumda. Şeytana ilk yandaşlık yapan gruptur bu ve elinden kurtulduğu zaman, yeni solun iktidar tarihini de belirleyecektir.

Son yıllarda iktidarın elindeki tek gerçekliğin de bokunun çıktığı göründü. Görünmesiyle birlikte sol anlam kazanmaya başladı zaten. İktidar, bir zamanlar laiklik, türban, Kürt sorunu, özgürleşme ve değişim simgeleriyle yola çıkmış ama geçen zamanda kendisini övmek isterken, her konunun ekonomiyle ilişkisi olduğunu da açık etmiş bulundu. Nihayet “ağlamayana meme yok” ya da “ekmek aslanın ağzında” felsefesini kendisine kimlik edindi. Perdelerin arkası göründü. Kral çıplak. Her kapitalist sağ iktidarın kaderidir bu. “Bir yere kadar” denir ya hani, o işte. Öldürme ve öldürülmenin büyüleyiciliğiyle kendisini tekrar kutsama ve bellekleri sıfırlama şansı da ortadan kalkmış durumda. Rakiplerini düşmanlaştırarak gittiği yolun sonunda, onları öldüremiyor. Bari bunca ettiği söz üstüne kendisi ölse ama o da yok. Ne kadar güç bir durum. Öylesine güç ki; demokrasi yerine asılmayı arzuluyorlar. Nafile. Yavaş yavaş sönüyorlar… Kendileriyle birlikte, öldürülerek kahramanlaşan, şişirme Menderes ve Özal mitlerini de söndürecekler. Yazık.

Beyaz atlı mütahitlerin çaktırmadan değil, artık caka sata sata orayı burayı parsellediği, öğrenci kılık kıyafet özgürlüğü gibi gösterilenin, aslında tekstil sektörünü canlandırmak istediği, siyaset ve sermayenin bütünleştiği alan görünür oldu. Aslında bunun bir de mafya ayağı var ama o, pkk sorunu çözümlenmiş gibi olduğunda el değiştirecek, ortaya çıkacak. Az kaldı.

Elinde tuttuğu yağlı ip, o yere geldiğimizi imliyor. Toplum, sağcılık neymiş, solculuk neymiş yeni yeni anlıyor. İşin ilginç yanı, Ecevit sayesinde çıkmış olan yasa, tüm tarafgirliklere selam çakıyor. Mustafa Kemal’le başlayan tepeden modernleştirmenin, bir şair eliyle gerçekleştirdiği son ve nihai hamlesi. “Şimdi yapın, ne yapacaksanız.” Memleket insanının görmese de, bilmese de, varlığını hissettiği iktidarın ölüm meleklerinin artık olmadığını farkediyoruz. Terk ettiler bizi. İlk travmalarını ise 10 küsur sene sonra iktidardakilerin halinden anlıyoruz. Bu halleri, bugüne kadar ölümün güzelliği ve basitliğiyle donanan politika yerine, bundan sonrasının ne kadar zor olduğunu hatırlatıyor. “Öldüremezsin.” Artık vatan haini olma özgürlüğü var. Vatan hainliğiyle suçlama keyfi yok. İç düşman martavalı eski bir masal, demokrasilerde yeri yok. Tüm yurttaşlar “bir memleket gibi olan gemide” politik olarak eşit. Rakiplerini gömemezsin, gömülüp kurtulamazsın da. Politikada tek bildiğin “ölümü bile göze almak” denen politikasızlık olamaz. …Ölüm artık konumuz dışında. Demokrasi bu işte, ne kadar basit… Bir de doğrudan demokrasi var –ki o daha karışık… Hele bir demokrasiyi öğrenelim, kırmadan, boğazlamadan.

 

Muhabbetle…

You may also like

Comments

Comments are closed.