Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Toplumsal çürümeye ekolojik bir bakış

0

Türkiye’de pek çok insan yaşanan toplumsal çürümeden kaygılanıyor. Ön plandaki sorun ekonomi olarak görünse de temelde sorun bundan çok daha derin. Adalet, eğitim, sağlık, insan hak ve özgürlükleri, doğaya karşı işlenen suçlar… Toplumu bir arada tutan tüm değerler birer birer yok oluyor. Devletin tepesindeki kişi milyonlarca kadına ‘sürtük’ deme serbestliğine sahipken bir sanatçı sahne arkadaşına içinde ‘sapık’ sözcüğü geçen bir şaka yaptığı için gözaltına alınabiliyor, tutuklanabiliyor ve yargılanabiliyor. İktidar partisini oluşturan kişiler ve onların yakınlarıyla ilgili olarak açıklanan/iddia edilen onlarca yolsuzluk dosyası adalet sisteminin bel kemiği olan cumhuriyet savcıları tarafından görmezden gelinirken üniversite öğrencileri en basit eylemler nedeniyle bile gözaltına alınıyor, soruşturmaya tabi tutuluyor, tutuklanıyor ve hatta ceza alıyor.

Çürüme böyle bir şeydir. Bağlar kopar. Ekolojik olarak da sosyolojik[1] olarak da çürüme bağların kopması anlamına gelir. İngilizcede çürüme anlamında kullanılan birkaç sözcükten biri ‘decompose’dur. Ayrışma olarak da Türkçeye çevrilebilir. Çünkü olumlusu, yani ‘compose’ birleştirme anlamında kullanılır. Bu sözcük aynı zamanda besteleme ya da şiir yazma anlamları da taşır. İyi besteler ya da şiirler farklı tını ve seslerin uyumlu birlikteliğine işaret eder. Çürüyen, ayrışan toplumlarda ise seslerin ahengi kalmaz, birbirleriyle çatışır. Türkiye gibi. Türkiye çürüyor.

Çürüme doğanın kendini yenileyebilmesinin anahtarıdır

Doğada çürümeyi sağlayan özellikle mantarlar ve bakterilerdir. Adını duyduğumuzda aklımıza yemek ya da zehir gibi iki farklı uçta yer alan kavramları getiren mantarlar olmasa dünya kocaman bir organik çöplüğe dönerdi. Ölen hiçbir canlı, dökülen hiçbir yaprak, kırılıp düşen hiçbir dal ayrışarak toprağa karışamaz, öylece kalırdı. Doğa, çürümesi gerekeni çürütmek üzere evrimleşti. Doğada rolü biten her şey çürümeye mahkûm.

Diğer yandan, çürüme doğanın kendini yenileyebilmesinin de anahtarı. Çürüyen organizmalar toprağı besler. Beslenen topraktan yepyeni ve daha güçlü, daha uyumlu organizmalar yeşerir. Onlar yaşamın temel dayanaklarıdır. Ve yenilenmenin. Aslında doğada birbirinden kopuk çürüme ve yenilenme dönemleri yok. Bir yandan çürüme sürerken diğer yandan yenilenme gerçekleşir.

Toplumlar da doğa gibidir

Toplumlar da doğa gibidir. Evrim geçirir. Toplumsal evrimin de anahtarı zamanı geçen, toplumu kötüleştiren yasalar, organizasyonlar, ve değerlerin, inanç[2], gelenek ve göreneklerin (bundan sonra tamamını toplumsal kurum olarak ifade edeceğim) çürüyerek yerini yenilerine bırakmasıdır. Sorun şu ki, toplumlarda bu yenilenmeye ayak direyenler olabilir.

Organizmalar neden çürür? Bu sorunun bir diğer soruluş şekli şu: Organizmalar neden ölür? Çünkü yaşamın sağlıklı bir şekilde devamı içim ölüm şart. Ölümsüzlük değişmemeyi beraberinde getirir. Değişim (koşullara uyum) olmadan yaşam devam edemez. Biyolojik değişim (evrim) biyolojik yaşamın devamı açısından nasıl zorunluysa toplumsal değişim de toplumsal yaşamın devamı açısından zorunlu. Toplumlar değişme, değişen koşullara uyum sağlama ölçüsünde ayakta kalır.

Kimi toplumlarda değişim zamana yayılır.[3] Geçerliliğini yitiren, koşullara uygun çözümler üretmeyen toplumsal kurumlar yerlerini yenilerine yavaş yavaş bırakır. Kimi toplumlarda ise geciken değişim hızlı ve sert olur. Toplumsal evrim gerçekleşmezse toplumsal devrim zorunlu hale gelir.[4]

Değişim ister zamana yayılsın isterse birdenbire gerçekleşsin, yerlerini yenilerine bırakması gereken toplumsal kurumların değişimdeki payı görmezden gelinmemelidir. Ekosistemde çürüyen organizmalar toprakta nasıl bitki besin maddelerine dönüşüyor ve bu besinlerle büyüyen bitkiler tüm besin piramidini besliyorsa toplumsal sistemlerde de çürüyen kurumlar yerlerini alan yenilerini besler. Çürüyen organizmalar gibi çürüyen toplumsal kurumlarda besin maddesine dönüşür. O besinin adı bilgidir. Ne kadar kötü olursa olsun, geçerli olduklarında toplumlarda ne kadar acı yaratırlarsa yaratsın tarihe gömülen her toplumsal kurum verimli birer bilgi kaynağıdır. Bu nedenle tarihe toplumların toprağı denilebilir. Ne yazık ki, insanlık tarihine yön veren bilgilerin çok büyük bir bölümü acı deneyimlerin sonucudur.

Türkiye’nin çürüyor olmasının anlamı

Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Devrimi, yüzlerce yıl süren değişime karşı direnç inadının sonucunda ortaya çıkan çok büyük bir hareketti. Büyük değişimlerin tam anlamıyla oturması, toplumun bütün tabakalarında kabul görmesi zaman alır. Değişime direnç, değişim yavaş da olsa hızlı da olsa kendini gösterir. Türk Devrimi’ne karşı direnç 100 yıldır şu ya da bu ölçüde devam ediyor. Açıkça söylemekten kaçınmamak gerekir ki, bu direncin en önemli dayanağı kimi zaman açık açık kimi zaman da gizliden gizliye din olarak gösterildi. Din temelli bir toplum düzeni ve devlet yapılanması değişime direnenlerin hayallerini süsledi. 2000’li yılların neredeyse tamamı bu hayalleri gerçek kılma arayışının en sert adımlarının atılmasıyla geçti. Öyle ki, din tabanlı bir yapılanma devlet düzenini zor kullanarak değiştirmeye bile kalktı.[5]

100 yıldır süren ve son 20 yılda ivme kazanan arayış Türk Devrimi’nin bazı kazanımları konusunda geri adımlar atılmasına yol açsa da benim olumlu olarak nitelendirdiğim kimi gerçekleri de net bir şekilde ortaya koydu. Bu gerçekler toplumun tüm kesimleri tarafından kolaylıkla anlaşılabilir hale geldi. Henüz çoğunluğun tam olarak anlayamadığı, ancak kısa süre içerisinde anlayacağı bu gerçeklerden bazıları şunlar:

  1. Din tabanlı karşı devrim arayışı, ağır bir şekilde kullanılan dinsel terminolojiye karşın dinle ilişkisi olmayan bir menfaat savaşından ibaret. Devlet mekanizmalarını ellerinde tutanlar ve onların yakınları ekonomik ve toplumsal olarak kendilerine ayrıcalıklı bir ortam yaratma çabasının ötesine geçemediler. Halkın temel sorunlarının (geçim sıkıntısı, işsizlik, eğitim, adalet vb.) çözülmesinde hiçbir ilerleme kaydedilmedi.
  2. Mülkün (devletin ve ülkenin) temeli olan adalet Cumhuriyet tarihinin en kötü noktasına geriledi. Yargı erki yürütmenin emrine girdi. Hukuk normları kişiden kişiye farklı uygulanır hale geldi.
  3. Eğitim, sağlık, toplumsal huzur gibi konularda yaşanan çöküşe paralel olarak toplumsal barış bilinçli olarak toplumsal kavgaya dönüştürüldü. Toplum birbirine düşman kamplara bölündü.
  4. Bütün bunlar olurken, karşı devrim sevdalıları Türk Devrimi’nin temel kurumlarının karşısına tek bir ciddi alternatif bile koyamadı. Büyük övünçlerle uygulamaya sokulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, daha ilk beş yılını doldurmadan bataklığa saplandı.
  5. Sonuçta, 100 yıllık karşı devrim hayalinin iyice şişirilmiş boş bir balondan ibaret olduğu, halka ve devlete var olandan daha iyi bir şey vadedemeyeceği açıkça ortaya çıkarken karşı devrimcilerin beylik söylemlerinin arkasındaki tek amacın kendi dar çevreleri içindekilere ayrıcalıklı bir yaşam yaratmak olduğu net bir şekilde göründü.
  6. Tüm bu nedenlerle, karşı devrim arayışının tarihe gömülmesine, Türkiye ve benzeri ülkelerin geleceği için verimli bir bilgi kaynağı olmaktan başka hiçbir anlamı kalmamasına ramak kaldı.

Güneş ufuktan daha parlak doğacak

Atatürk’ün önderliğindeki kadro ağır ve uzun bir karanlığın ardından Türkiye’nin üzerine parlak bir güneş doğurdu. 100 yıldır süren güneşi balçıkla sıvama çabası son yıllarda zirve yaptı. Aydınların, ileri görüşlülerin uzun zaman önce anlamaya başladığı çürümenin kokusu şimdi hemen herkesin burnunda. Bir kesim hâlâ kokuyu inkâr etse de kısa süre sonra kimsenin aksini söyleyemeyeceği bir hâl alacak. Ayrışma hızlanacak, koku arttıkça artacak. Ancak bütün çürümelerin yaptığı gibi bu çürüme de besleyici olacak. Çürümeden çıkarılacak olan ve benim yukarıda maddeler halinde özetlemeye çalıştığım dersler (besinler, bilgiler) iyi bir geleceğin kurulmasında temel yapı taşları olma rolünü üstlenecek.

Evet, Türkiye çürüyor ve acı veriyor. Ama inanın, güneş ufuktan daha parlak doğacak!

*

[1] Haddimi aşmayayım; söylediğim benim düşüncem. Sosyoloji bilimi elbette konuya çok daha farklı yaklaşıyor olabilir.
[2] İnançlarda yenilenme inançların kökten değişmesi şeklinde olabileceği gibi aynı temel inanç sisteminin zamanın koşullarına uyması şeklinde de gerçekleşebilir. Ortaçağ Hristiyanlığı ile günümüz Hristiyanlığı birbirinin aynı kabul edilemez.
[3] Örneğin, Rönesans ile başlayan Avrupa aydınlanması yüzlerce yıl sürdü.[4] Türk Devrimi de bunun bir örneğidir.
[5] Burada, yazının içeriği açısından hemen herkesin rahatlıkla hatırlayacağı 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ilgili bazı tartışmalara girmenin anlamı yok.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.