Hafta SonuKöşe YazılarıKültür-SanatManşetYazarlar

Squid Game: İnsan insanın kurdu(mu)dur!

0

Thomas Hobbes, metaforları anlatımının en önemli aracı yapmış bir İngiliz filozofudur. Hatta karamsarlığın toplumu kurtaracak çözüm olduğunu anlatmasıyla oldukça ilginç bir bağlama da oturtulabilir. En önemli iki eserinin isimlerinin Leviathan ve Behemoth olması da kötümserlikle harmanlanmış bir metafor kullanımının, toplumsal kurtuluşun adresi olarak düşünmesinin en önemli göstergeleridir. Gerek denizlerde yaşayan Leviathan gerekse de karada yaşayan Behemoth efsanevi canavarlardır ve Tevrat’taki üç önemli canavar-kahraman’dan ikisidir.

Hobbes’un bu iki ismi seçmesinin devlet organizasyonunu anlatmak amacıyla seçmesi tesadüf değil. “Bellum omnium contra omnes” yani herkesin herkesle savaşı anlamına gelen durumun ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu bunun da nedeninin “insanın insanın kurdu” olması durumuyla anlatması da Hobbes’un metafor kullanımındaki ustalığını ortaya koyar. Ancak hepsinin bir karamsarlık barındırdığını unutmamak lazım! Nitekim Homo homini lupus durumu bunun en açık göstergesidir.  Burada Hobbes’un aslında başka bir şey demek istediğine dair yürütülen felsefi tartışmaların heyulasına girmeden devam edelim. Hobbes’un anlattığı doğal durum, yani son tahlilde insan denen canlının bir mücadele arenasında ne hale gelebileceğinin formülizasyonu işte son zamanlarda Netflix platformunda yayınlanan Squid Game isimli dizide açık ve seçik anlatılıyor. Hobbes’tan girip bir diziden çıkmak garip gelebilir ancak diziyi izleyince aklıma ilk olarak gelen şeyin Homo homini lupus olduğunu söylemem lazım. Squid Game yaratıcısı senaryoyu yazarken Hobbes’dan esinlenmiş midir bilemem. Dışardan bakan birisi olarak Thomas Hobbes evreninin abartılı bir karşılığının ekrana yansıtıldığını kesin olarak söyleyebilirim ama ispat edemem.

Anlatımın dili ve tercih edilen metaforların anlatılmak istenen şeyin de belirleyicisi olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim dizide iki farklı masumiyet ve saflık durumunun yani “yaşlılık” ve “çocukluk” durumlarının benzerliği ana aksa oturtulmuş. Bu aks başka bir iyilik göstergesi olan “kankalık”, “yoldaşlık”, “ortaklık” kavramlarıyla harmanlanmış ve bunlar üzerinden de bol ancak tek düze şiddet gösterilerinin servis edildiği bir distopya oluşturulmuş. Böylelikle izleyiciye çaresizlik ya da toplumsal kırılganlıkların kişiyi köşeye sıkıştırdığında alabileceği halin kanlı bir gösterisini sunulmuş! Aslında anlatılan şey, insan doğasında gizli olan ve ancak sistemsel güdülenmelerle ortaya çıkabilecek olan kötülük temalı doğal olmama durumu ve grup içi saldırgan rekabetçilik dürtülerinden başka da bir şey değil! Oyun kuralları içerisinde gerçekleşen cinayetlerin yaratamadığı rahatsızlığın, bu cinayetin oyun dışı durumlarda gerçekleşmesiyle tavan yapması da kötü ve iyinin çatışması olarak sahnelenmiş denilebilir.

‘Düşünürken, kelimelerinize dikkat edin’

Oyun içinde diğerlerinin nasıl kendilerinden önce ölmesi gerektiğinin stratejisini yapmaya çalışan takım mensubu insanların, hayatta kalma dürtüsüyle yapabileceklerinin de sınırlarında dolaşılmış. Hayat boyu başarısız olmuş karakterlerin ya da tercihleriyle görece yolunda olan hayatlarının bir anda bataklığa dönüştüğü karakterlerin bir noktaya kadar hayatta kalmak için nasıl da ortaklaşabildiği de açıkça sergileniş. Bunun yanında oyun içi tercihlerin kişiden kişiye nasıl da anlamsal farklılıklar yarattığı da oldukça güzel ifade edilmiş. Nitekim bu durum da Hobbes’un Leviathan’da anlamların nasıl da farklılaşabildiğini anlattığı kısımla paralellik arz ediyor. Hobbes insanın düşünürken sözcüklere dikkat etmesi gerektiğini çünkü sözcüklerin onların düşündüğümüz anlamının yanı sıra, düşünenin doğasını, kişiliğini ve ilgileri hakkında da ipucu verdiğini ifade ediyor. Devamında erdemler ve kötülükler için kullanılan adların da böyle olduğunu ve birine göre bilgelik olan bir şeyin başka biri için korkaklık anlamına, birine göre vahşet olan şeyin de başka birine göre adalet anlamına gelebileceğini söylüyor. Dizide de final bölümündeki konuşmalarda çoğunlukla bu ikilemler belirleyici olmuş ve iki farklı karakterin olaylara yaklaşımının nasıl da farklı anlamlar barındırabileceğini ortaya konmuş. Belki de senarist Hobbes’u okumuş olsaydı homo homini lupus sözünü mutlaka ama mutlaka filmin bir yerinde kullanırdı.

Squid Game yakın dönem kapitalosen çağının da özetini, yani kapitalizmin neo-liberal barbarlığının insana biçtiği rekabetçilik ve mücadelecilik yaklaşımını da anlatıyor diyebiliriz. Bu nokta bir röportajında yönetmen tarafından da dolaylı olarak ifade edildiği için bu tespiti rahatlıkla yapabiliyorum: “Mecburların” mücadelesi üzerinden inşa edilen bir sektör ve bu sektör ile monotonlaşmış zengin hayatlarının renklendiğini düşünen VİP’ler. Bunun bir metafor olabileceği ihtimali üzerinden günümüz endüstrisi için de söylemek mümkün. Moda, madencilik faaliyetleri, enerji üretimi, inşaat sektörü, tarikat sektörü ya da çöp ticaretini ve bu faaliyetlerin mağduru olan dezavantajlıları bu bağlamda değerlendirebiliriz. Dediğimiz gibi tamamıyla sizin okumanıza kalmış bir anlam evreni mevcut. Ancak ortak nokta insanın insanın kurdu olması durumu. Bu yorumu yapmakta açıkçası bir beis görmüyorum. Bugün içine girdiğimiz yok oluş çağının da temel nedeni bu hoyratlık ve sömürü çarkının doğayla olan uyumsuzluğudur diyebiliriz. O sebeple çözümün iyilikte olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor. Nitekim filmin de en sonunda bende uyandırdığı izlenim, her ne kadar Gi-Hun isimli karakterin iflah olmaz bir halde yeniden oyuna dâhil olmak istemesi şeklinde sonlansa da, insanın insanın kurdu olması durumunun bir gerçeklik değil bir tükeniş olduğu izlenimdir.

Squid Game, her ne kadar daha benzer bir rekabeti anlatan “Hunger Games” ve semboller açısından da “La Casa De Papel” formatını andırsa da akılda bıraktırdıklarıyla izlenmeyi hak eden bir dizi.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.