‘Solucanlar hakkında birkaç şey öğrendim, gidebilir miyim?’ – Başak Şekercioğlu Güver
***
Alper ilk bana “yazar mısın?” dediğinde “Abi ne yazması, ben yazmaktan ne anlarım?” demiştim ama şimdi karşınızdayım. Ben kim miyim?
2014 yılında Birgün Gazetesi’ndeki kısa bir paragraf ile başladı benim yolculuğum, Permakültür konuşulacaktı İstanbul’da. Ben de çıktım yola İzmir’den, peşimden kocamı da sürükleyerek ve peşi sıra geldi eğitimler: Marmariç’te Permakültür Tasarım Eğitimi, Anadolu Meraları’nda Bütüncül Yönetim Eğitimi, Şaduman Karaca’dan Aromatik ve Tıbbi Bitki Yetiştiriciliği. Biraz çiftlik gezeyim, biraz kalıp çalışayım. Teknik Ressamım, Eko Mimariye de ilgi duyuyorum, Roket Soba (Kızıltepe), Sezgisel ve Doğal Yapılar Atölyesi (Yeniköy) derken kaldım mı işsiz. Zaten çokta çalışmak istemiyordum, bu kadar toprak ile alakalı iken bir yerde çalışmak ne kadar da manasızdı. Bir yandan da hayatın gerçekleri vardı “Biz ne yiyeceğiz?”, onu geçtim, “Kiramızı nasıl ödeyeceğiz?”
Biraz birikmiş paramız vardı, ama ne yuvamız olmasını istediğimiz toprağı almaya yetiyordu ne de hayallerimizdeki yeri bulabiliyorduk. Seni çok iyi anladığını iddaa eden emlakçı muhabbetleri, döne döne çıkarken kustuğun köy yolları, İstanbullu yazılı yazar kasa gözüyle bakan amcalar insanın keyfi kaçırmıyor değil ama hala umudumu yitirmedim, bizim yuvamız olmayı sabırla bekleyen bir yer var.
Baktım para kazanmam lazım ama bir elimde topraktan çıksın istemiyorum. Bahçemden meyveve sebzelerimi toplamak, fazlasını satmak kimseye muhtaç olmamak istiyorum. Neyse ki böyle saftirik hayaller kurarken beni gerçekci düşünmeye davet eden bir kocam var. Konuştuğumuz çiftçiler ve şehirden köye göç eden sonradan olma çiftçiler de aynı şeyi söylüyorlardı, ikna olmuştum. Eeee nasıl para kazanacaktım?
Rüyalarımda sürekli kocaman bahçemde hayvanlarımla birlikte gezdiğimi görüyordum. Artık gerçek olsun istiyordum bu rüya. Bu arada kapımın önünde bir şeyler yetiştiriyor, evde ve dışarıda olmak üzere çeşitli kompost denemeleri yapıyordum. Birden “Neden solucan olmasın ki?” dedim. Biraz araştırma yaptım. İlk aşamada bir yer satın almak zorunda değildim, devasa kapalı bir alana ya da büyük ve pahalı makinalara da ihtiyacım yoktu. Küçük bir alanda çok fazla gübre ve çay üretebilir, hatta şansım iyi giderse satıp para bile kazanabilirdim.
İkna olmuş hatta ikna etmiştim. Şimdi işe koyulma zamanı idi, günlerce internette araştırma yaptım, videolar seyrettim, bu işi yapanlara mail attım cevap alamadım. Kafa karışıklığından başka bir işe yaramadı, mevzu sadece nasıl yetiştireceğin değil ki. Bunun yasal prosedürü nedir, bir sertifika almak gerekli midir, hangi sistemi kullanmak daha etkili ve verimlidir gibi zilyon tane soruya cevap bulmak mevzu.
Bir de Mehmet’e (Mehmet Gürmen) bir danışalım dedik, belki bir bildiği vardır. İyi ki de aramışız Kompost Ana lakaplı Huriye Kara isminde bir araştırmacıdan bahsetti ve iletişim numarasını paylaştı.
Bir gün bekledim aramak için, ne denir ki? İnsan bir telefon görüşmesinde kendini, niyetini, yapmak istediklerini nazıl izah edebilir ki? Bir de karşı taraftan bakalım düşünsenize hiç tanımadığınız biri bir şekilde bulmuş numaranızı, arıyor sizi ve “Ben solucanlar hakkında herşeyi öğrenmek istiyorum, gelebilir miyim?” diyor? Ne cüret!
O gün Huriye Hoca ile telefonda 40 dakikadan fazla konuştuk. İnsan sarrafı derler ya, bütün saçmalamalarıma hatta cümle kuramamış olmama rağmen beni anladı. Tek derdimin para kazanmak olmadığını, bu işin hakkını vermek istediğimi, doğru ve güzel işler yapmak istediğimi, ellerimi toprağa sokup hiç çıkarmamak istediğimi sezdi. “Önce dersine çalış ondan sonra konuşuruz” dedi ve bana 2013 yılında Tema Vakfı Ulusal Vermikültür Çalıştayının Bildiri Kitabını pdf formatında gönderdi. 2 kere hatta 3 kere okudum ve notlar aldım. Meğer ne kadar çok şey varmış bilmediğimiz ve doğru bildiğimiz yanlış varmış. Artık hazırdım, gidebilirdim ve 10 gün sonra tekrar konuştuk.
Adana’ya uçtum, uzun bir karayolu ile de Mersine. Neyse ki Alper beni Mersin’de karşıladı, yedirdi içirdi ama Yeşil Gazete’ye yazı sözünü de aldı ve Huriye Hoca’ya teslim etti.
Bu arada Huriye Hoca’nın kardeşi Mehmet Amca’dan da bahsetmeden olmaz. Sanki şehir dışına okumaya gitmiş kızları, eve gelmiş de uzun bir süre görüşemenin hasretini gideriyormuşuz gibi. Bu iki koca gönüllü insan beni kendi kızlarından ayırt etmiyorlar, aynı evimde gibiyim.
Huriye Kara’nın yanında yeni doğmuş bebek gibisinizdir, o kadar çok öğrenecek şey var ki gözlerinizi bir an olsun ayıramaz, can kulağıyla dinlersiniz. Not bile alamıyorum sadece dinliyorum.
Sadece solucanlar da değil, geldiğimden beri yağlık zeytin topladım, nar yedim, çeşit çeşit portakal ve mandalina yedim (daha tür isimlerini aklımda tutamıyorum) ve benim için önemlisi yediğim önümde yemediğim arkamda avokadolar.
Sahada çalışmak kolay değil tüm bu türlerin tadına bakmak lazım arasındaki farkları anlayabilmek için. Hayatımda en büyük ve görkemli avokado ağacını da burada gördüm.
Geleli sadece bir kaç gün oldu, daha yeni başladım önümde bir kırmızı solucan deryası var.
Başak Şekercioğlu Güver