Köşe Yazıları

Siyaseti geri almak ya da EDP-Yeşiller (1- AKP meselesi)

0

Siyasetin insanlara kapatıldığı, siyaset esnaflarının ve bir elitin elinde kısırlaştığı, üstelik bu durumun iyice kanıksandığı bir ülkede, siyasi alanı bireylere açmak ve geri almak mümkün müdür? EDP ile Yeşiller Partisi arasında geçen yılın sonlarında başlayan ve son dönemde birleşmeye doğru evrilen buluşmanın bu soru çerçevesinde (de) yanıtlanabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle bu birleşme sürecine dair bir dizi olarak tasarladığım yazılara “Siyaseti Geri Almak” başlığını seçtim.

İki partinin rengi, nasıl bir siyasetten bahsetmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Manifestocu bir dille konuşmak istemiyorum. Bu ortak rengin ne olduğunu her iki partinin ilkelerinde ve bu buluşmaya dair metinlerde fazlasıyla bulmak mümkün. Kuşkusuz hayata soldan bakan, özgürlükçü ve yeşil bir renk bu.

Benim yanıtlamayı deneyeceğim sorular daha çok güncel politikaya ve örgütlenmeye dair olacak. Mesela her iki partinin bir birleşme eğilimi içerisine girmesinin sol için, yeşil hareket için, ekoloji mücadeleleri için, özgürlük mücadeleleri için, barış için, küresel hareketlerle buluşmak için, katılımcı ve yeşil ekonomi alternatifleri üretmek için ne gibi bir anlamı olacaktır? Olası birleşme nasıl bir iddia doğuracaktır? Bu birleşmeyle Türkiye siyasetinde yeni bir kanal (ama gözle görünür bir kanal) açılabilir mi? Bu soruları sırasıyla yanıtlamaya çalışmak gerekiyor. Ama öncelikle bugünün siyasetini belirleyen (esir alan mı demeliyim?) soruya yanıt arayarak başlamanın doğru olacağı kanaatindeyim. Bu soru AKP’nin nasıl değerlendirilmesi, mevcut iktidara karşı nasıl bir muhalefet üretilmesi gerektiğine dairdir.

***

2010 yılının başlarında (yani soldaki bölünmeyi derinleştiren Anayasa refardumundan epey önce) Yeşil Gazete’de “AKP’ye muhalefet” başlığıyla üstüste dört yazı yazmış ve bu yazılarda aynı soruyu yanıtlamaya çalışmıştım. Vermeye çalıştığım yanıtın özeti AKP’nin demokrasi idealine sahip çıkabilecek birikim ve felsefeye sahip olmadığı, ilk kriz anında (veya fırsatta diye de okuyabilirsiniz) otoriter bir yönetime doğru kayacağı (ve kaydığı), dolayısıyla AKP’ye yönelik muhalefetin ana ekseninin bir demokratikleşme programı şeklinde olması gerektiğiydi. (Bu dört yazıya şu bağlantılardan ulaşabilirsiniz: AKP’ye Muhalefet-1; AKP’ye Muhalefet-2; AKP’ye Muhalefet-3; AKP’ye Muhalefet-4)

Geçtiğimiz aylarda EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut da benzer bir şekilde, “AKP ile mücadele” üst başlığıyla beş bölümden oluşan bir dizi yazı yazdı. Benim yazılarımdan çok daha yeni ve dolayısıyla güncel olan bu yazılar aynı zamanda daha derinlikli ve çok katmanlıydı. Ferdan Ergut’un yazılarındaki çerçeveye katılıyorum ve birkaç kısa alıntı da yapacağım. Ama okumayanlara yazıların tamamını okumalarını öneririm. Bu aynı zamanda EDP’nin siyaset çizgisiyle ilgili olarak, programatik metinlerden çok daha fazla fikir verecektir. (Bu beş bölüme şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz -devam bölümlerinin bağlantıları yazının altında-: AKP ile Mücadele)

AKP iktidarını nasıl değerlendirmek gerektiği faslına sorunun “AKP” değil, “AKP iktidarı” olduğunu söyleyerek başlamak gerekiyor. Birkaç yıl önce bir siyasi parti bütün duvarları “AKP’yi istemiyoruz” afişleriyle doldurmuştu. Muhalefetin “AKP’ye karşı” bir araya gelmesini hedefleyen bu parti ve benzerleri, istemedikleri, karşı çıktıkları, var olmamasını tercih ettikleri şeyin bir “siyasi parti” olduğunun elbette farkındaydılar. Bu tür “AKP’den nasıl kurtulacağız” temrinleri sırasında “bir kısım devlet” de çoktan bu siyasi partiye karşı bir kapatma davası açmıştı bile. Aynı dönemde ordu da boş durmuyor, “yaratıcı” darbe planları üretip duruyordu. Oysa söylemeye bile gerek yok, varlığına karşı çıktığınız şeyin bir siyasi parti (yani bir fikir ve siyaset anlayışı ve onu üreten insanlar, çevreler vb.) olması, durduğunuz zeminin demokrasi olduğunu kuşkulu hale getirir. Ferdan Ergut, AKP’ye karşı muhalefet üretilmesi gereken alanları saydıktan sonra, bu konuda şöyle diyor:

“Önemli olan şudur ki, bu alanlardan hangisine muhalefet edersek edelim, tasfiye edilmekte olan rejimi aklayacak ya da onu masum kılacak her türlü söylemden uzak durmalıyız. ‘Kategorik AKP karşıtlığı’ üzerinden şekillenecek bir muhalefet, ister istemez rasyonaliteden uzaklaşıp olmadık noktalara savrulabilecektir.”

Dolayısıyla bizim yapmamız gereken şey (büyük ölçüde laiklik hassasiyetinden kaynaklanan) AKP nefretinin demokratik rasyonalite dışına ittiği bir şekilde, bir siyasi partinin varlığına karşı çıkmak değil, AKP iktidarına, yaptığı yanlışlara, AKP’nin politikalarına, bu politikaların yarattığı ekolojik ve sosyal yıkıma, kurduğu ideolojik hegamonyaya, otoriter eğilimleri nedeniyle yerleştirdiği antidemokratik alışkanlıklara vb. olmalıdır. Ancak AKP iktidarına karşı içi dolu, politik bir itiraz ve muhalefet çizgisi yarın öbür gün seçimlerde ciddiye alınacak bir seçenek haline dönüşür. Öteki türlüsü can sıkıcı bir homurdanmaya dönüşüp etkisizleşecek, kendi kendini yiyip bitirecektir.

Bu tür bir muhalefet, politikayı kime ve nereye yönelik olarak yaptığınızı da belirler (ya da tam tersi). Ferdan Ergut, bu konuda da kolay anlaşılır bir saptama yapıyor. Siyaset yaparken muhatapımızın kim olduğunu soran Ergut, soldaki örgütlü yoldaşlarımıza mı, yoksa düşüncelerini değiştirmeye çalıştığımız muktedirlere mi konuşuyoruz diye sorduktan sonra asıl muhatabı belirliyor:

“Yoksa topluma mı konuşuyoruz? Toplumda sınıfları ya da çeşitli kimlikleri nedeniyle mağdur olanlara veya ne sınıfı ne de kimliği nedeniyle doğrudan bir mağduriyet yaşamayan, fakat çevresinde gördüğü adaletsizliklerden rahatsızlık duyan ve belki de bu adaletsizliklerle kendince mücadele ederek adil bir toplumun kurulması için sivil toplumun çeşitli alanlarında çaba harcayan insanlara mı konuşuyoruz?”

Siyasi muhatabımızı ayrımsız bir şekilde (yani hangi yaştan, sınıftan, statüden, meslekten, etnik gruptan, dinsel aidiyetten, vb. olurlarsa olsunlar) toplumun çeşitli kesimlerinden insanlar, bireyler (ve elbette seçmenler) olarak belirledikten sonra, ancak ondan sonra, insanların dinleyeceği, anlayacağı alternatif politikalar üretmeye başlayabiliriz.

Toplumun bizden (bir siyasi partiden) beklediği sorunlarının nasıl çözüleceğine dair fikirler, somut politikalar veya projelerdir. Muhatabınız toplum olmayıp sol camia olduğunda alternatif politikalar oluşturmanıza da gerek kalmaz. Reaktif politika üretmekle, toplumun vicdanı olmakla ve toplumun büyük çoğunluğuna ulaşması kolay olmayan konularda tartışmalar yapmakla bütün bir hayatınızı geçirebilirsiniz.

Bizim ise eğitimden balıkçılığa, konuttan kuraklığa, vergi politkalarından enerji politikalarına kadar her alanda gerçekçi, uygulanabilir ve dönüştürücü politikalar üretmemiz gerekiyor. Bu politikaların da temelini politik ve ekonomik sistemin radikal bir eleştirisinden alması gerekiyor. Ancak bu şekilde kadrolarını toplumun her kesiminden gelecek yeni isimlerle zenginleştirmiş, sözünü herkes için dinlenir kılan, insanların zamanı geldiğinde oy vermeye değer (ya da en azından arzulanır) bulacakları bir parti oluşturabiliriz. Çünkü yine Ergut’un dediği gibi:

“AKP…, özellikle Referandum sonrasında devlet-içi iktidar mücadelesinde zafere yaklaşmakta olan muktedir bir parti olarak iktidarını vesayet kurumları üzerinden tesis etmiyor. AKP, bütün otoriter ve milliyetçi iktidarını, arkasındaki yüzde 50 halk desteğine dayandırıyor. Yeni rejimi ‘vesayet rejimi’ olarak adlandırıp kendimizi kandırmak yerine, bu halk desteğinin nerelerden kaynaklandığını anlamamız gerekiyor. (…) AKP’nin hegemonyasından sinip, yenilgici bir ruh haliyle eski rejimin unsurlarıyla anlamsız ittifak arayışları içinde olanların bu toplumda bir karşılığı yok.”

***

Biz dünyayı değiştirmek istiyoruz. Değiştirmek istiyoruz, çünkü mevcut endüstriyel kapitalist sistem gezegeni felakete sürüklüyor, gelecek umutlarımızı yok ediyor, adaletsizliği ve eşitsizliği derinleştiriyor. Dünyayı değiştirmek, değişime cesaret etmekle başlar. Hepimiz yeni olaylar, yeni durumlar karşısında aldığımız tavırlarda ne kadar değişimden yana, ya da ne kadar muhafazakar olduğumuzu kendimize sormalıyız. Doğayı ve yaşamı korumak muhafazakar politikalarla ve tepkilerle mümkün değildir. Ancak her şeyi, kendi durduğu yerden başlayarak sorgulamaya ve değiştirmeye cesaret eden, dünyayı değiştirmeye kendi mahallesini değiştirmekle başlayan bir hareket değişimi başlatabilir. Dünya değişsin, ama benim yaşam biçimim, sokağım, ailem, arkadaş çevrem, işim, ilişkilerim hiç değişmeden aynen kalsın demek akla uygun bir düşünme biçimi sayılmaz.

Ama burada AKP bahsinden kopmaya başladım. Demek ki bu yazı için yeterlik verme zamanı. İkinci yazıda başka bir noktadan devam edeceğim.

You may also like

Comments

Comments are closed.