Yeşeriyorum

Sivil itaatsizliğin ve hayal kırıklığının başkenti Diyarbekir – Filor Uluk Benli

0

Sokak sokak, mahalle mahalle, şehir şehir, tozu dumana katarak cellât cirit atarken, daha ben doğmadan hayal kırıklığını kaderime nakış nakış işleyen, bana isyan etmeyi değil, acıyı ve çaresizliği sineye çekmeyi öğreten kent Diyarbekir. . . Adım “azınlık” diye tarihe yazılırken, yok edilmek için göz kırpmadan kanına girilenim ben. Geçmişimi, okuduğum taraflı tarafsız yazılmış tarihten değil, “Yaya’mın (yaya: nine) Masalları’ndan” dinlemiş, “Gâvur Mahallesi’ni” daha hiç görmeden yurdum bilmişim…

Şimdi sana geliyorum Diyarbekir. Sana geliyorum Gâvur Mahallesi. Ben insan, kadın, Ermeni, sense acılarımızın ev sahibi tanığı, başkenti. İkimiz de geçmişimizle yüzleşip helalleşeceğiz.

Belki bu yüzden İstanbul’un 2011 Mart’ının son günlerinde, beni yurduma uğurlarken Eylül gibi ağlamaya başlaması. Bu yüzdendir beklide benim yağmurdan değil, acıdan ıslanırken ürperip üşümem. Ey İstanbul sen de az yakmadın ya canımızı?

“Ne Diyarbekir anladı beni ne de sen…”

Diyarbekir bana acılarımı unutturmak, kendi pişmanlıklarını ve utancını eritmek istercesine sımsıcak güneşiyle mahcup mahcup gülümseyerek kucakladı beni. Sırf bu yüzden beklide Diyarbekir yine kana bulanırken, güneşten ısınan tenimin sıcaklığını iliklerime kadar hissettiğim halde, içimin ayaz kesmesi ve titremem… Kanla sulanmış verim fışkıran toprakların, dibi görünmeyen bereketteki çorbasını bitiremeden ‘Sivil İtaatsizlik’ konuk severliğini gösterdiğinde gocundum. Oysa ben; Misafir değildim. Çaresizliğin, oturan ama asla diz çökmeyen onurlu başkaldırısının, en güçlü sessiz çığlığı, en eski ev sahibiydim. Benim içimden akan kan yüzyıllık çınardı artık. Sıcaklığı, ar etmeyi geçmişindeki hatalarından ders çıkarıp öğrenen yürekli insanlarının gözlerinden yüreğime aktığında, kadere boyun eğip itaat eden atalarıma cevabını asla öğrenemeyeceğim sorular sormaktan vazgeçtim. İçim ısınmış, titremem dinmişti. Diyarbekir’e yük değil, kardeş olduğumu hissetim ta iliklerime kadar… Kucaklaştık… Bu gün kardeş olma, affetme günü…

Diyarbekir seni affediyorum…

Bu gün hala yurdumda, kapanmayan yaralarımızdan sızan kan, bana insan olmaktan utanmayı öğretirken; bastırılmış ve saklanmış gerçekleri, dokunduğu vicdanları temizleyerek dillendirip “Yaya mın masalları” olmasa da  “Çiroka dapiro mın” olarak günümüze taşıyor.

Bu masallara kulaklarını tıkayıp gözlerini kapatanların nasbine ise hâlâ ‘kan dökmek’  kalıyor ki, umarım utanmaktan çok günahtan korkmayı nasiplenir bu zihniyet. Utanmaktan çok günaha girmekten korkmuşum hep. Ayıp, bilmeden yapılan hata ise, günah bilerek suç işlemek denmiş bana. Bu yüzdendir, insanlığa işlenen suçlarda, günaha girmesem de, insan olduğum için utançtan payımı alışım…

” Masum değiliz hiç birimiz”

Yine büyük bir utancın içindeyim…

Şimdilerde vicdansızların inkarla, kana susamışlarında tırnak takıp hâlâ kanattıkları ‘Gâvur Mahallesi’nin adı zaman zaman bilinçli hatırlanırken, ‘Qasaba Newala’da tarih tekerrür ediyor, tek farkla. Üstelik bu defa akan kan ‘Gâvur’ değil ‘ Müslüman ’ kanı. Türk değil Kürt oldukları için de, onlara ‘Bölücü, Terörist’ diyerek olmayan vicdanlarını rahatlatıyorlar… Hayal kırıklığımın başkenti,  kendi hayal kırıklığını yaşarken onu yalnız bırakmamanın acılı ve utançlı onurunu bahşetmişti bana. Beni kardeş kabul etmişti artık. Kardeşimle kucaklaşırken, samimiyetinin sıcağında acımı unuttum.

İçimdeki coşku,  Qasaba Newala’ya gitmek için yola çıktığımız otobüsle birlikte çoğalırken yerini, sayılması imkânsız araçlardan oluşan konvoy gibi yeni bir acıya bırakmıştı. Yok sayılan bu devasa kalabalığı her soluduğumda, içime çekiyordum bakışlardaki duyguları.  Gözlerime değen her gözün derinliğinde kayboldum…

İlk küçük Ömer’in gözlerindeki kararlılığı gördüm ve hayran oldum. O bir yetişkin gibiydi. Bildiğim akranlarına hiç benzemiyordu. Ona çok baktığımı fark ettiğimde utanarak, şaşkınlığımı ve hayranlığımı gizlemek adına yaşını sordum. Onatlısında olduğunu söyledi. Üzerindeki sarı zemine siyahla  ‘görevli’ yazan önlüğü öyle bir bilinç ve gururla taşıyordu ki, bizi tuvalete götürüp yeniden o mahşer kalabalığında yol alan otobüsümüze ulaştıracağından zerre kadar kuşkum olmadı. Ömer büyük bir ciddiyetle yapıyordu görevini. Yaptı da; İki arkadaşımı ve beni otobüsten içeri girme anımıza kadar küçük kolları ile kalabalıkta kaybolmadan, hırpalanmamıza izin vermeden koruyarak ulaştırdı… İki defa gözaltına alındığını söylerken çocuk olmaktan eksik Ömer’in fazlasında, gözlerindeki nefrette, isyânda ve itaatsizlikte kayboldum… Sonra onu çok aradım ama hiç göremedim.

Ya konvoya yetişebilmek için tepelerden yola koşarak inmeye çalışan dört yaşlı dededen en ihtiyar olanı… Tam üç defa yere düşüp kalkarken oyuncağına koşan bir çocuğun, acıyı iplemeden ona ulaştığında yaşamak istediği sevincin umudunu gördüğüm an, kendi gözyaşlarımda kayboldum. İçimde umudu yeşertecek olan gözyaşlarım mıydı acaba?

“Bir şey yapmalı?”

Altında kalmaktan bile korkmadan otobüsümüzün önüne ikide bir fütursuzca kendisini atan, çok sevdiğim pullu boncuklu elbiselerden giyinen karagözlü o kadına ne demeli? Gözlerindeki umut artık elinden alınmış haklarının iadesindeki sevince dönmüş kum gibi kaynıyordu. O sevinçli ışıltılarda kayboldum. . .

Yol kenarındaki tepede boy boy dizilen küçük çocukların elleri zafer işaretiyle bizi selamlarken, güneşten kısılan gözlerindeki bakışları görmek için ararken kayboldum…

Ey tüm bunlara tanıklık edemeyecek körlükte, sağrılıkta insan olmaktan nasibini alamayanlar… Ey vicdanı ve utanmayı bilmeyen günahkârlar; Siz değimlisiniz yediden yetmişe bir halkı, sırf ana dillerinde eğitim almak ve konuşabilmek, kendilerini temsil etme haklarına koyduğunuz haksız barajları yıkmak, askeri ve siyasi operasyonların durmasını, hakları için mücadele eden tutukluların serbest bırakılmasını istemenin en son yolu olan ‘Sivil İtaatsizlik’ için sokaklara döken? Yine siz değil misiniz tüm bu istekleri biber gazında boğmaya çalışan? Sizler değil misiniz koca yetişkinlerin bile dayanamadığı gazın soluksuz bıraktığı durumda, küçücük bir çocuğa bombanın üzerine atlayarak bize soluk olmaya çalışmayı düşündüren?

Ey işi uyduruk haber yapmak olan çıkarcılar… Ya sizler neredesiniz? Size emredileni değil gerçeği göstermeniz konusunda hiç mi bir şey öğretmediler? Bizleri özendirmek, düşünmemize fırsat vermemek için saçma sapan haber yapmak dışındaki görevleriniz nelerdir?

Sizleri bana bu acıları yaşattığınız, yetmez gibi bu acıları yaşattıklarınıza tanıklık ettirdiğiniz için, Doğu’yu Batı’ya yalan yanlış anlattığınız, halkları birbirine kırdırdığınız için, nasıl ki bir gayrımüslimi Müslüman yaparak cennet kazanıldığını yıllarca bana empoze etmeye çalıştınızsa şimdi, sizi bir gayrımüslim, ‘Ermeni dölü’, ‘Gâvur’ hakkı ile cehenneme mahkum ediyorum.

Sizler… Bu durumu sorgusuz sualsiz kabul edenler, sizleri de affetmiyorum. Devletin bizim refah içinde, kardeşçe bize ve birbirimize saygı duyarak verdiğimiz inisiyatifle hizmet etmesi gerekirken. hak etmedikleri gibi, çıkarları gereği bizi bize düşüren bu zihniyetine ‘dur’ demediğiniz için affetmiyorum.

Ankara’dan ötesi Türkiye değil derlerdi de inanmazdım. Yerinde yaşamak gerekmiş. Gördüm ve yaşadım. Yaşadıklarım gözümden yüreğime, beynime akarken geç de olsa gerçeği kavramanın hazmını yaşama şansı, onur olmayı zaten kaybettirdiği gibi utanç olarak özüme karıştığında, onulmaz iflah olmaz yaradan nasibimi alıp yeniden kurban olmayı seçtim… Biz cellât olmayı seçecek kadar vicdansız, ahlaksız, duyarsız bir toplum olamayız! Biz insan olmaktan bu denli uzak olamayız!

İstanbul sana geldim. Şimdi seninle helalleşeceğiz. Sana Diyarbekir’den toz toprak, gaz bombası getirdim. En çok da onurlu vicdanlı insanlardan izlenceler getirdim. Bu çağrıya kulak ver!

“Diyarbekir etrafında tanklar var”

Az önce öğrendim küçük Ömer’in şiş olduğunu bile görmediğim gözünün kör olduğunu. . .“Olsun GÖZÜM olsun.” Senin gönül gözün açık, bu yaşananlar bakar körlere ibret olsun. . .

YAŞASIN SİVİL İTAATSİZLİK! ,YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

Filor Uluk Benli

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.