Bugüne dek ya memleketin bedbahtlığınının nedenlerinden biri olarak anılan, ya da ciddi suratlı yaşlılar tarafından neler yapmaları gerektiği anlatılan genç insanlar, belki de dünya tarihinin en büyük şenlikli direnişinin baş mimarları, 10 gündür.
Memleketçe yıllardır takılı kaldığımız Requiem for a dream ‘den Let the Sunshine in’e bu ani geçişin sebeplerini anlamaya çalışanlar ise, özellikle ilk günlerde ve hele hele Twitter falan karşısında, tam bir mavi ekran verdiler. Çocuklarına, yeğenlerine seslenip “Bak bakalım şuna, sen anlarsın, ne oldu şimdi?” diye sormaları bundandır.
Sonra, yavaştan başladı “mizah”, “şenliklilik”, “dalga geçmece” falan gibi yıllardır dil döktüğümüz ve “Gençsiniz tabi, kanınız deli akar” güzellemeleriyle durulamaların ötesine geçemeyen kavramları kullanmalar.
Bu direnişin, sıkıcılığa ve ciddiyetin yüzüne atılmış kocaman bir kahkaha olduğunun, bugüne dek edilmiş kelamların topundan da daha politik olduğunun anlaşılması da dinimiz amin yakındır.
İnternette nispeten eski bir fotoğraf vardır. Deli otun teki (hani şu “yabani” denilen cinsten), bir beton yığınının arasından baş vermiş, betonun gri sıkıcılığını yeşilin canlılığıyla boğmuş.
Yanında da “Resistance” (Direniş) yazmışlar, ok çıkarıp.
Olan da biten de, tam da bu.
Doğdukları günden beri, çoğu zaman iyi niyetli olduğu sanılan sıkıcılıklarla boğulan 3-5 neslin, kendi aralarında zaten sürdürdükleri, öpüp kokladıkları, büyüyük güzelleştirdikleri yaşam enerjisini ve hayatın anlamı olan dalga geçmeyi kamusal alana taşımalarıdır.
Kötü bi’ espri yapan yanındakine “Baya’ komik!” diye sırıtarak bakan, “Ya anlatınca komik olmadı da komikti aslında kehkeh” yanıtını almayı öğrenmiş, başta kendisi olmak üzere herkes ve her şeyle dalga geçmenin şahı bir neslin, hep ve boş konuşan, gözünün feri gitmiş, içinde yaşam kalmamış ciddilere “Abi iyi hoş güzel de, pis baydın be” demesidir. Yine ve her daim sırıtarak.
Doğduğundan beri koşsun, hep koşsun, daha iyi arabaları, daha güzel evleri, daha pahalı giysileri olsun diye tatlı tatlı dil dökülmüş çocukların, Thoreau’yu kıskandıracak bir samimiyetle “Parayı, pulu, ve ünü ne eyleyim, tek istediğim aşkla yaşamaktır” demesidir.
Samimiyeti sırtından hançerleyip, giysilerini çalıp yerine oturmuş sahte ve tiksindiren yetişkin kibarlığına el ense çekmektir.
Siyaset yapmak isteyenleri büyük laflarla bezdiren, “Umut Sarıkaya tadından basın açıklamaları yazalım” taleplerine “İyi hoş da, siyasi partiye yakışmaz” cevabı veren siyasetçi amca ve teyzelere nanik yapmaktır, hayatlarında hayal edemeyecekleri bir enerjiyi sokaklara döküp Siyaset 101 dersi vererek.
Dövüş Kulübü’nü (Fight Club) izlememiş/okumamış, Yiğit Özgür esprilerini anlayamamış, Umut Sarıkaya’nın detaylarında ortaklaşmayan, arkadaş toplaşmalarında “La yine YouTube partisine döndü” kehkehlemelerini duymamış, herkesin birbirine “abi” diye başladığı ortamları solumamış, “bi’ şeye bakıp çıkıcam hemen”i “Arif’in Manchester’a attığı golde” sonuçlanmamış, hayatın anlamının muhabbette saklı olduğunu bilmeyenlerin dudaklarına kondurulan hayat öpücüğüdür.
“Sokakları doldu taşırdı” dediğiniz mizah dolu duvar yazıları, bu 3-5 nesil yaşamının temelidir.
Görmek isteyen, solumak isteyen, duymak isteyen, duyumsamak isteyen, dokunmak isteyen, aşk isteyen genç insanların zot-zotçu ciddiyetçiliğe şenlikli başkaldırısının, zot-zotçu ve saçmalık derecesinde ciddiyetçi tahakkümün Türkiye’deki (an itibariyle) babası Recep Tayyip Erdoğan’a yönelmiş olması da bundandır.
Ve bu gençler, yaşlılara müteşekkir. Çünkü o veya bu sebeple yaşam ışığını kaybetmiş olan o yaşlılar, dudaklarına kondurulan hayat öpücüğüyle yeniden doğmayı başardı, zıpkın gibi doğrulup çöktükleri yerden, deli gibi başladılar oynamaya.
Gülümseme ve aşk, bulaşıcıdır.
Dümnyanın bütün sıkıcılıklarından ve tahakkümlerinden kurtarılmış, ve tam da bu nedenle yeryüzündeki cennet mertebesine nail olmuş Gezi Komünü başta olmak üzere her yerin Teletubby diyarına dönmesi, 40 yıldır boş ve anlamsızca sallanan “birlik ve beraberlik, sevgi, kardeşlik” ortamının hayal etmeye bile korkulacak kadar coşkun hallerinin her birimizin gözüne bir daha hiç çıkmamayasıca yerleşmesi…
Asla kaybedilmeyecek kazanım budur.
Şimdi bu temel kazanımın üstüne en sadesinden bir balıkçı kulübesi kondurmanın zamanı: Kendi kendine yeten, doğayla bütünleşik ve hatta onarıcı, özgür, mutlu, dayanışmacı kırsal komünleri kurmak, aşkın devrimini gönüllü sadelik devrimiyle taçlandırmak.
Az kaldı abi, bizden haber bekleyin.
Not1: Çok -dır’lı, pek -dur’lu bi’ yazı oldu bu da, idare ediverin bu seferlik
Not2: Şimdi yaşlı dostlar bik bik edecek, gönül koyacak falan… Onlara iki çift lafım var: Seviyoruz sizi! =)