ManşetHafta SonuKöşe YazılarıYazarlar

Sesini yitiren insanlık ve aslan askerin dehşetli çaresizliği!

0

Gezegenin havası kirlenip bozuldukça insanın sesi de kirlendi ve boğuldu. Uzun zamandır havada, görmemenin, konuşmamanın, dayanışmamanın, empâtisizliğin ve diğerkâmsızlığın kahredici bir hâkimiyeti var. Tüm dünya kapitalistleri, içinde bulundukları krizi, nasıl olup da bu kadar rahat geçirdiklerini kendileri de şaşarak izliyordur herhalde. Çıkardıkları anlamsız savaşlara ve dünyanın birçok yerinde yaptıkları jandarmalığa nasıl olup da bu kadar çok gönüllü nefer bulduklarına inanamıyorlardır. Silah ve fosil yakıt şirketlerinin patronları ise daha çok üretim ve satış için ellerini ovuşturuyorlardır. Savaşın acıları onların sofralarına uğramaz çünkü…

Düşünüyorum: hiçbir öz savunma içermeyen ve kendi yaşamının özgürleşmesiyle hiç ilgisi olmayan bu savaşlara gidip de nasıl bu kadar çok insan hem başkasının hem de kendisinin ölümüne sebep olabiliyor? Bunu, askerlik mesleğiyle ve verilen çokça parayla açıklamak o kadar kolay değil. İnsanın canı söz konusu olduğunda bunlar önemsizleşebilir. Ayrıca çıkartılan savaşların meşruluğuna savaşı çıkartan egemenlerin kendisi bile inanmıyor. O halde, ülke çıkarlarımız tehlikede söylemiyle “vatan sevgisi” üzerinden bir tinsellik oluşturulup onun peşinden mi sürükleniyor insanlar savaşa? Ya da dini inançlarının tehlikede olduğu söyleminden mi etkileniyorlar bu kadar? Yoksa kendilerinde olmayan demokrasiyi, dünyanın başka yerlerine götüreceklerine mi inandırılıyorlar?

Platon’un mağara mitosunda olduğu gibi…

Aslına bakarsanız en az bu sebepler kadar, insanların çoğunun, verilen emirlere ve kendilerine dikte edilen yaşama, kolayca razı geliyor olmaları da çok etkili oluyor ortaya çıkan bu tabloda… Bu sıralı düzenin dışında bir şey yok gibi sanki onlar için. Tıpkı Platon’un mağara mitosunda olduğu gibi… Yıllardır mağaradaki duvara odaklanmış ve illüzyonik bir ortamda yaşayan insanlar dışarıyı hiç merak etmez. Dışarısına ilk kez bakmaya kalktıklarında ise o kadar uzun süre mağara karanlığında kalmışlardır ki ışık gözlerini kör edecek kadar güçlü gelir onlara. Yani bakamazlar artık dışarıdan gelen ışığa…

Bir insan düşünelim, ülkesi şu veya bu sebeple haksız da olsa savaşa girmiş. Eğer körü körüne bir milliyetçilik aidiyeti varsa hiç düşünmeden savaşa gidecektir. Çünkü onun tinsellik ihtiyacını karşılayan ve hayatta en anlamlı olduğunu düşündüğü şey, ona öğretilmiş olduğu kadarıyla ülkesi için savaşmak ve ölmektir. Bu hamasi duygulara pek sahip olmayan ve savaşmak istemeyen bir askerin önüne ise hain olarak aforoz edilme durumu çıkarılacaktır. Bu aforoz edilme korkusuyla yüzleşmek her bireyin göze alabileceği kolaylıkta bir şey değildir maalesef.

Yirmi milyon insanı boğan zinciri kırmak

Stefan Zweig, bu durumu Mecburiyet isimli, vicdani ret konusunu işlediği kısa romanında çok güzel anlatır. Mecburiyet’in ana karakteri Ferdinand, ülkesinde yaklaşan savaştan kaçmayı düşünerek İsviçre’ye gidip yerleşir. Bir gün askerliğe elverişliliği için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının, şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi gerektiğine dair telkinlerine rağmen kafası karışır ve kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalır. Ferdinand her ne kadar “insanlığın ötesinde bir vatanı” olmasa da “yirmi milyon insanı boğan o zinciri” kıramayacağını düşünür. Tıpkı kendi dışında kalan 20 milyon insan gibi.

Kaynak: Reuters

Ölümüne radyasyon alacak kadar değersiz mi bu askerlerin hayatı?

Rusya’nın, Ukrayna’yı istilası üzerinden yaşanan acılar ve Suudi Arabistan’ın ABD desteğiyle Yemen’de sebep olduğu insani dram karşısında insan, dünya bu kadar mı kalpsizleşti demeden edemiyor. -Yeri gelmişken Batı’lı ülkelerin Ukraynalı mülteciler konusunda hassas davranıp, Yemen, Afganistan, Suriye ve Afrika gibi ülkelerin insanları karşısındaki ilgisiz ve oryantalist tutumunun çok rahatsız edici ve insanlık dışı olduğunu da söylemeliyim.- Yazının girişinde de söylediğim gibi hiçbir haklı gerekçesi olamayacak bu vahşeti uygulayan egemenleri bir tarafa bırakalım, tetiğe son basan eller, nasıl bir psikolojide acaba? ‘Benim bu savaşta işim ne?’ demek için çok mu cesur olmak lazım? Çernobil Nükleer Santrali’nin etrafında siper kazıp, ölümüne radyasyon alacak kadar değersiz mi bu askerlerin hayatı? Adım adım ölüyor ama hala kendini bu çukura sokan mekanizmadan neden hesap sormuyor bu insanlar? Günlerdir kafamda bu sorular var. Sanki onlardan çok ben öfkeliyim bu savaş düzenine…

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.